Sendikalarımızda başta sendikal demokrasi ilkelerine, çoğulculuğa, alanın ihtiyaçlarına uygun politikalara, sınıf ve kitle sendikacılığı yürüyüşüne yabancılaşma sorunu yaşanırken; hak ve özgürlükler ve demokrasi mücadelesine yönelik gerekli olan kitlesel güven ve motivasyon nasıl sağlanacaktır? Bu durum bütünselliğimizin en temel sorunu olmalıdır
Yirmi beş yıl önce yüzyılı aşan bir emek ve demokrasi mücadele geleneğinin mirası olarak devrimci ve sosyalist kadroların önderliğinde kurulan KESK, gerek ülkede gerekse uluslararası sınıf örgütleri nezdinde büyük bir heyecan ve umutla karşılanmıştı. KESK ve bağlı sendikaların kuruluş dönemini takip eden yıllarda kamu emekçilerin hak ve özgürlükler ve demokrasi mücadelesinde sınıfa yakışan kararlı bir duruş sergilemiştir. Sendikalarımızın bu kararlı duruşunu taviz vermeden sürdürebilmesi sınıf mücadelesi açısından önemli kazanımları beraberinde getirecekti. KESK’in emek, barış ve demokrasi mücadelesindeki kararlı taraflılığı ve yüzbinlerce Kamu Emekçisi ile yapılan eylem ve fiili grevler hafızalarımızdadır. Sınıf mücadelesinin, alanın ihtiyaçları doğrultusundaki duruş ve eylemler yürüyüş hattımızı aydınlatmaktadır. Grup ihtiyaçları üzerinden yapılan söylem ve dayatma eylemlilikler ise tekrarlanmaması gereken, dar grupçu yönelimler olarak hafızalarımızda yer etmiştir.
Dilimizden hiç düşürmediğimiz ancak özellikle son on yıldır da giderek uzaklaşılan ‘sendikal demokrasi’ anlayışı nerdeyse yok hükmünde görülmektedir. Geldiğimiz yerde sınıf ve kitle sendikacılığı hattından uzaklaşan birçok söylem ve pratikler ortaya konmaya başlanmıştır.
Uzun yıllardır genelde sendikal hareketin krizi, kamu emekçileri özelinde ise KESK’in krizi konuşuluyor. Kriz tespitleri ise alana ilişkin farklı siyasal yaklaşımlar gereğince yapılmaktadır.
KESK’e ilişkin kriz söylem ve eleştirileri kuruluşundan sonraki kongrelerden itibaren sendikal demokrasi ilkelerinin ihlal edilmesi üzerinden yapılmaya başlanmıştı. Özellikle 2001 yılında kabul edilen 4688 sayılı sahte kamu sendikalar yasası sürecinin ardından gelişen ‘merkezi’ yönelimler bardağı taşıran son yönelimler olmuştur. Yasayla uyumlaşma adımları sendikal alan ile ilgili paradigmanın yani ideolojik ve politik değişimleri de işaret etmiştir. Sınıfsal olanın yerine ’toplumsal’ olanı ikame etme hali “egemen grupları mahcubiyet haliyle” uygulama alanı arayışına getirmiştir. Yasaya uyum sağlama adımları KESK’in siyasal tarihini özümseyememek dolayımında olmuştur. Sınıf ve kitle sendikacılığı yerine sivil toplumcu meslek örgütü olma hülyası, sendika içi demokrasi sorununu, bürokratikleşmeyi ve yönetişim sistemlerine uygun yönelimlere yönelik haklı olarak yüksek sesle eleştiriler ortaya çıkmıştır. Bu eleştirilerin daha yaygın ve güçlü yapılacağı da görülmektedir.
KESK ve bağlı sendikalarımızın en direngen olduğu dönemlerine denk gelen sahte sendika yasası ve 8O’li yıllarda başlayıp gelen başta sağlık ve eğitim alanı olmak üzere kamusal alanların sermayenin eline geçirmek için yapılan neoliberal dönüşümlere karşı bir şekilde eylemsizlik ilan edildi. Oysaki yapılması gereken neoliberal saldırı ve yıkımlara karşı tüm emek, barış ve demokrasi örgütleriyle karşı koymak, direnmek ve sermayeye ve işbirlikçi hükümete geri adım attırmaktı. Olması gerekenin yerine neredeyse uzlaşıdan yana tavırlar alındı. Çoğunlukçu sekter gruplarının hukuku, sendika içi demokrasi sorunu kalıcı hale getirmiştir. Çoğunlukçu sendikal grup ihtiyaçları, neredeyse alanın, sendikal mücadelenin ihtiyaçlarının yerine geçmiştir. Çoğulculuğun salt söylemde kaldığı süreçler, demokratik karar alma süreçlerini etkisizleştirerek sendikal bürokrasiyi ve ‘yasaya’ uygun profesyonel sendikacılığı meşrulaştırma yoluna sokuyor.
İşyeri örgütlülükleri üzerine inşa edildiği var sayılan sendikalarımız bırakın işyeri iradesini, çoğunluk grupların iradesi dışında bütünü yok sayma noktasında alışkanlıklar edinmiştir. Bu gidişata KESK bütünlüğünün bir an evvel ‘dur!’ demesi gereken zamanlardayız.
Sermaye, “yeni refah dönüşümleri, yeni personel rejimi ve yeni ekonomik istikrar paketleri’ vb. adı altındaki düzenlemelerle ücretli köleliği tümden yaygınlaştırmak istiyor. Kamusal kaynakların yağmalandığı, doğanın meta ilişkiler gereği talan edildiği, tasfiye edilen kamusal hizmetlerin paralı hale getirildiği yeni bir sermaye dünyası için genel kuşatmasını genişletiyor. Sermayenin mutlak egemenliği için geliştirdiği saldırı araçlarına karşı, biz emekçiler cephesi de bilişim teknolojileri de dahil olmak üzere yeni mücadele araçlarıyla donanma kabiliyetini gösterebilmeliyiz.
Emek, barış ve demokrasi mücadelesinin vahşi kapitalizmin tüm uygulamalarına karşı kesintisiz bir süreklilik içinde verileceği bilincinden asla uzaklaşılmamalıyız. Kamu Emekçileri emek ve demokrasi mücadelesinde sınıf mücadelesinin etkin bir paydaşlığı içinde olduğu sorumlulukla hareket etmelidir. İçinde bulunduğumuz vahşi kapitalizm döneminde işçi ve emekçilerin talepleri uzlaşmayı aşan politik taleplerdir. Dolayısıyla sınıf ve kitle sendikacılığının talepleri kapitalizme karşı sınıfın talepleridir. Uzlaşmaz mücadele isçi sınıfı ile burjuvazi arasındadır. Kapitalizme ve kurumsallaşan faşizme karşı işçi ve emekçilerin birliği ve ortak mücadelesi “başka bir ülke mümkün/başka bir dünya mümkün” ün gerçekçi yollarını açacaktır.
Neoliberal kapitalizm, yeni üretim ve birikim rejiminin inşası için kamusal olanı tümden tasfiye etmektedir ve piyasacılığı her alanda hakim kılmak için var gücüyle işçi ve emekçilerin gücünü değersizleştirmek için var gücüyle saldırmaktadır. Bunun için de her türlü algı argümanını kullanmaktan geri durmuyor; İşçi sınıfının tüm kazanımlarına bir bir geri almak istiyor.
Bir yıla yakın süredir yaşadığımız COVID-19 pandemisi sermaye için adeta bir lütuf olmuştur. Neredeyse çalışma hayatının tüm alanlarına esnek çalışma kuralları dayatılmıştır. İşten atılan, işsiz, güvencesiz kalan binlerce işçi ve emekçi yoksulluk hatta açlıkla terbiye edilmeye çalışılıyor. Zaman ve mekânın tanımsızlaştığı; iş, mesai ve çalışan tanımlarının ise yeniden tanımlanarak azgın bir sömürü, baskı ve cezalandırma sürecini hepimiz çok yakından görmekteyiz. Pandemi koşullarında zorunlu alanları ücretli tatil yapmayan patron zihniyeti emekçilerin ölümüne çalışmasını zorunlu hale getiriyor. Sağlık emekçilerini esnek çalışma kuralları ve bulaşa karşı ekipmansız olarak salgının içinde deyim yerindeyse ‘ölümle burun buruna’ çalıştırıyor.
6331 sayılı iş ve işçi güvenliği yasasındaki kamu ve özel sektörde çalışan milyonlarca emekçiler lehine eksikler ve iş güvenliğini dolayımı ile yaşamı tehdit eden uygulamalar sermayenin acımasızlığını bir kere daha gözler önüne sermektedir. İş ve işçi güvenliği yasasının işçi ve emekçilerin yararına yeniden düzenlenip yasalaşması için gerekli eylemsellik süreci ortaklaşabilecek tüm emek örgütleriyle birlikte başlatılmalıdır.
Sendikalarımızda başta sendikal demokrasi ilkelerine, çoğulculuğa, alanın ihtiyaçlarına uygun politikalara, sınıf ve kitle sendikacılığı yürüyüşüne yabancılaşma sorunu yaşanırken; hak ve özgürlükler ve demokrasi mücadelesine yönelik gerekli olan kitlesel güven ve motivasyon nasıl sağlanacaktır? Bu durum bütünselliğimizin en temel sorunu olmalıdır.
Sendikalarımızın karar alma süreçleri başta olmak üzere yapılacak tüm iş ve işleyişlerde delege çoğunlukçu anlayışla mücadele ve büyüme sürecin atıllaştırılmasına hiçbir grubun hakkı yoktur diye düşünüyoruz “Pazarlık gücü güçlü gruplar” seçimli tüm kurullara kendi aidiyetleri üzerinden görevliler atama anlayışından bir an önce vazgeçmelidir. Kendini yegane temsil grubu gören sendikal gruplar bu apolitik alışkanlığı acilen terk etmelidir.
Bağımsız birey ve grupların da ortak iradesi ile kurulan ve bugün ciddi anlamda sekter tutum ve davranışların ‘ben merkezciliğinde’ nicel anlamda epeyce küçülmüş sendikalarımızın kurullarını “ele geçirme” istenci dar grupçu, küçük burjuva popülizmidir. Sendikaların sınıf mücadelesinde birer araç olduğu unutulmamalıdır. Aslolanın kitlelerin güvenle sınıf mücadelesine katılımı ve politikleşebilmelerinin örgütlenebilmesidir. KESK’i ve bağlı sendikalarımızı alanlarda bedeller ödemeye hazır ve bedeller ödeyen mücadeleci on binlerle birlikte kurduk. Sendikalarımızın ve KESK’in yapısal sorunlarını yeniden örgütlenme becerisi ile ele almalıyız. Sendikalarımızı yeniden kuruluş ruhuyla gerçekleştirme tarihi görev ve sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Öyleyse alanlara, görev başına!
Önerilerimiz
Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya da hiçbirimiz! yaşasın KESK!
*KESK Eğitim Sen üyesi Yusuf Aksoy bu yazıyı Demokratik Sendikal İnisiyatif adına kaleme almıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.