İslamcı hareketin dış kulvardan başlattığı koşunun evveliyatı daha eskilere dayanır. İletişim Yayınları’nın kitap haline getirdiği bir doktora teziyle İslamcı gençlik hareketinin milliyetçi-muhafazakâr cepheden kopuşu, doğuşu ve gelişimine bakma olanağına sahibiz
Eskiden, çok eskiden
Tanrımız yoktu. Korkumuz yoktu.
Günahımız yoktu. Yapraklar gibiydik.
Öpüşler gibiydik. Köpükler gibiydik.
Yapamadık. Güzellik boğdu
İyilik zayıf düşürdü hepimizi.
İçimizden birisini göklerin ardına gönderdik.
Şimdi hepimiz huzurla birbirimize kötülük ediyoruz.
Şimdi hepimiz korkuyla acımızı seviyoruz
Şimdi hepimiz dünyayı bir tanrıya değiştik
Şimdi hepimiz cehenneme dua ediyoruz.
Şükrü Erbaş
70’li yılların siyasal tarihinin sivil faşist güçler ile devrimci yapıların çatışması üzerinden anlatılması dönemin diğer aktörlerini gölgede bırakıyor. Bu durum 80 sonrası İslamcı kesimin kamusal alanda görünürlüğünün artmasının şaşkınlıkla karşılanmasına yol açıyor. Oysa İslamcı hareketin dış kulvardan başlattığı koşunun evveliyatı daha eskilere dayanır. Neyse ki İletişim Yayınları’nın kitap haline getirdiği bir doktora teziyle İslamcı gençlik hareketinin milliyetçi-muhafazakâr cepheden kopuşu, doğuşu ve gelişimine bakma olanağına sahibiz.
Asef Bayat’ın İslamcılık tanımından yola çıkan Ertuğrul Zengin, Akıncılar Hareketi adlı kitabında İslam’ı iman ve ibadetin ötesine geçerek onu bir yaşam biçimi ve dünya görüşü olarak kabul eden gençlik hareketlerini tartışmaya açıyor.
Milliyetçiliğin ırkçı-turancı biçiminin İslamcı tonu ağır basan Türkçülüğe evrildiği, anti-komünist vurguya sahip milliyetçiliğin Demokrat Parti (DP) tarafından araçsallaştırıldığı ama kontrolden çıkmasına izin verilmediği, Necip Fazıl’ın DP tarafından çeşitli defalar hapis cezasına çarptırıldığı 1943-60 yıllarını İslamcılığın embriyonik dönemi olarak niteleyen yazar, 1960-69 arasına da doğumun henüz gerçekleşmediği fetüs dönemi diyor. İslamcı hareketin bu evreyi geçmesinde İmam Hatip okullarının açılması kadar Mısırlı ve Pakistanlı İslamcıların eserlerinin Türkçeye çevrilmesi de etken. 60’lı yıllarda ülkemize sadece Marksist klasikler girmiyor. Mevdudi, Kutup ve Nedvi’lerin tanınmasıyla İslamcılığın entelektüel kanalları zenginleşiyor, İslam öbür dünyaya hazırlık yapmanın aracı olmaktan çıkarak bu dünyada kurulacak bir düzene dönüşüyor, ümmet, şirk toplumu, tağuti düzen gibi kavramlarla yalnızca terminoloji değişmiyor, dinle kurulan ilişki de biçim değiştiriyor. Bir şeyh aracılığıyla Allah’a bağlanan Müslümanlar gitmiş yerine cihad hedefiyle dost-düşman ayrımı yapan İslamcılar geliyor. Fakat yerli kanaat önderlerinin geri plana düşme riski bir yerden sonra tercüme eserlerin rafa kalkmasına neden olur.
60’lı yıllarda TİP ve Dev-Genç gibi iki ayrı mecrada gelişen sosyalist harekete benzer şekilde İslamcı Hareketin de Milli Nizam Partisi (MNP) ile Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi iki farklı kanadı olduğunu görüyoruz. Daha sonra Milli Selamet Partisi adını alacak olan MNP’nin tabanını çözümlemek için ortaya atılan TÜSİAD-Anadolu sermayesi ayrışması görüşüne yer veren yazar bu görüşün antitezi olan toplumsal-kültürel aktörlerin siyasallaşması görüşüne yakın duruyor.
Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) “Uyanış Mitingleri” düzenlediği dönemde, İslamcı, milliyetçi ve muhafazakâr öğrencilerin çatı örgütü olan MTTB’nin de buna karşı “Şahlanış Mitingleri” ile karşılık verdiği anlatılırken, komando kamplarının kurulmasının, Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesi ve Kanlı Pazar katliamının salt anti-komünist histeriye bağlandığını görüyoruz. Emperyalizm ile ilişkileri komplo teorisi olarak görüp, faşist saldırıları sadece “iç dinamik” ile açıklamaya çalışan bu bakış açısı yabancımız değil. Orhan Koçak’ın “Aleviler emperyalizm için büyük bir tehdit mi oluşturuyorlardı ki Çorum ve Maraş oldu?” sorusuyla Fatih Yaşlı’nın kitabını eleştirdiğinde gördüğümüz hatalı yaklaşım bir kez daha karşımıza çıkıyor.
FKF’nin, Dev-Genç’e dönüştüğü 1969 yılında MTTB de İslamcıların kontrolüne giriyor, böylece İslamcı hareket için bir dönüm noktası geçiliyordu. MTTB’nin İslamcı yönelimiyle birlikte faşistler “yeşil komünistler” adını taktıkları yeni bir düşman yaratarak saldırıların bir kısmını sağ cephenin içine yönlendirmesiyle İslam davasının ilk ölümleri yaşanırken, maktulün İslamcı, katilin Türkçü olduğu cinayetlerle Türk-İslam sentezinin(!) ilk pratiği yaşanıyordu. İslamcı kimliğinin oluşumu, milliyetçi-muhafazakâr kümeden koparak, Ülkücülerle çatışma içinde şekilleniyordu. Ülkücülere getirilen “faşist” ve “CIA işbirlikçisi” suçlamalarının soldan alındığını tahmin etmek ise zor değil. İslamcılar içinden geldiği gelenekle kavga ederken düşmanının argümanlarını cephane olarak kullanıyordu.
70’li yıllar boyunca kurulan hükümetlerde yer alan MSP, toplumun farklı kesimlerinde örgütlenme arayışını gençlik içerisinde MTTB ile deneyip istediği sonucu alamayınca tabandan gelen dinamizmin de etkisiyle Akıncılar Derneği’nin doğumu 1975 yılında gerçekleşir. Bir taraftan “Anarşinin dışında kalma” isteği, diğer taraftan diğer siyasal güçlerle girişilen alan mücadelesini birlikte yürütmenin olanaksızlığı kendini gösterir. İslamcı hareket daha o yıllarda “Fetih yürüyüşü”, “Müslüman Kardeştir mitingi”, “Vahdet’e Çağrı Mitingi” “Ayasofya’yı Açacağız Mitingi” gibi sokak eylemleri ile örgütsel gücünü ortaya koyar.
İran’da şeriatçıların iktidara gelmesi, dünya çapında bir İslami dalganın geldiği duygusuna yol açacak Akıncılar’ın pasif duruşuna son verecekti. 1 Nisan 1979’da Sakarya’da yapılan “Dünya Müslümanları Katliamını Protesto Mitingi” 50 bin kişinin katılımıyla kitleselleşmenin vardığı boyutu gösterirken, mitingde Filistinli, İranlı, Suriyeli Müslümanlar adına kürsüye çıkanların olması İslam’ın enternasyonal bir dava olarak görülmeye başlandığının işaretiydi. Çeşitli şehirlerde devam eden miting serisi ile kitle mobilizasyon kapasitesinin ulaştığı boyut izlenebiliyor.
İran’da şeriat rejiminin iktidara geliş biçimi, aynı hedefe kilitlenen Akıncılar’ı taban arayışına itmiş, herhangi bir cemaate dayanmadıklarından bu tabanın camilerden bulunacağına kanaat getirilmişti. Minarelerin süngü, kubbelerin miğfer olarak görülmesi o tarihe götürülebilir.
Radikalizmin mızrak ucu olarak sivrilen ve anında törpülenen Salih Mirzabeyoğlu daha sonra THKP-C’den esinlendiği çok açık olan İslam Kurtuluş Partisi Cephesini (İKP-C) kurar. Örgüt, strateji, metot gibi kavramlar sol literatürden devşirilir.
İslamcı gençlik radikalleştikçe soldan esinlenmek zorunlu hale geliyor, bu durum Akıncıları cemaatlerle karşı karşıya getiriyordu. Afganistan’a destek vermek için yapılmaya çalışılan ders boykotu Yeni Asya’nın boykot kırıcılığı ile karşılaşıyordu.
Şube sayısını 500-600’e kadar çıkaran Akıncılar Derneği sıkıyönetim tarafından kapatılsa da İslamcı kesimin dinamizmi MSP tarafından kullanılmaya devam edilmiş, 12 Eylül darbesinden hemen önce yapılan Konya Mitingi görkemli bir final olmuştu.
80 sonrası ortaya çıkan MGV, Anadolu Gençlik Derneği gibi gençlik örgütleri Akıncılar’la karşılaştırılacak etkinliğe ulaşamasa da buhar olup uçmayan İslamcı taban 12 Eylül cuntasının ile Özal’ın ekonomi ve eğitim alanlarındaki ön açıcı politikalarıyla yükselme trendi yakalayarak nihayet iktidara kadar gelir. İslamcıların bugüne kadar gölgede kalan yüzü iktidar olduklarında ayan beyan ortaya çıktığında kendilerini tanıyamayanlar kadar bu yüzleşmeye cesaret edemeyen birçok “iman sahibi” olduğu muhakkak. Sadece mücahitlerin müteahhite dönüşmesine değil, görülmemiş bir hızla çürüyen İslamcıların dolandırıcılık, sahtekarlık, tecavüz, çocuk istismarı gibi pisliklerinin ortalığı kaplamasıyla dinden soğuyan gençlerin deizm akımına kapılıp, genç kızların başını açmasına da şahit olduk. Şehir yaşamı ve dijital imkanlar sayesinde başka dünyalarla tanışan yeni neslin tercihlerini başka yönde kullanmasına dinbazlık çözüm üretemiyor. Radikalizm ihtiyacı artık cihatçı çetelerle giderilmeye çalışılıyor. Osmanlı Ocakları, Halk Özel Harekâtı, sosyal medya trolleri gibi pespayeliklere bakılınca “dava adamlığının” yerini esen rüzgara göre hareket eden “ortam çocuklarının” aldığını hep beraber izliyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.