Af buyrun öpüşme sahnesi çeken, erkeklere sarılıp fotoğraf çektiren kadınlara cinsel taarruzda bulunmayı hak gören erkekle, gecenin bir yarısı mini eteği ile sokakta olduğu için tecavüzü hak gören ya da toplu taşımaya mini şortuyla binen kadına yumruk atmayı hak gören erkek ve erkeklik durumları arasında fark yok, bu böyle biline!
Elit İşcan’ın dizi setinde cinsel saldırıya maruz kaldığını açıklaması ve şikâyeti sonucu başlayan dava, geçtiğimiz günlerde beraat kararı ile sonuçlandı. Karar duruşmasının ardından beraat kararından daha çok, Efecan Şenolsun’un avukatı Nail Gönenli’nin sinema ve dizi setlerinde çalışan kadınlara ilişkin cinsiyetçi saldırısı, itham ve yakıştırmaları konuşuldu.
Ne bu dava ne de yaşananlar gölgede kalmamalı. Bu nedenle yazmaya karar verdim.
Her şey dijital platform için çekilen “Yaşamayanlar” dizi setinde, rutin çekim gecelerinden birinde yaşanıyor. Elit, hayli alkollü olan ve anlaşıldığı kadarıyla içmeye de devam eden Efecan Şenolsun’un önce “Elit, Allah belanı versin” sözü ile irkiliyor. Şenolsun, ifadelerinde senaryoya çalışırken bunu söylediğini belirtti ama ne kendisi tarafından dosyaya sunulan 1 sayfalık dökümde ne de senaryonun tamamında böyle bir replik vardı. Hadi yanlış anlama diyelim, beddua diyelim, iddia ettiği gibi Elit’i kastetmedi diyelim.
Ama uzun gecede yaşananlar bununla bitmiyor. Aynı gece içinde farklı zamanlarda ve farklı yerlerde birden çok cinsel saldırıya maruz kalıyor Elit. “Hayır” diyor, itiyor. Kendisinden uzaklaştırıyor, saldırıyı defediyor. Ancak sanık/fail bir başka noktada yine karşısına çıkıp tabiri caizse musallat oluyor.
Elit’in itmesi uzaklaştırmaya çalışması nedeniyle, yakası açılmadık diye tabir edilen cinsten, son derece ağır ve cinsiyetçi küfürler de cabası.
Görgü tanıkları var, oysa malum cinsel şiddet dosyalarında görgü tanıklarına neredeyse hiç rastlamıyoruz. Çünkü bu suçlar çoğunlukla tanıkların gözü önünde değil kapalı kapılar ardında işlenen suçlar. Ama bu bir dizi seti olduğu için, doğrudan görenler vardı. Doğrusu şanslı olduğumuzu düşünmüştüm. Ancak görgü tanıkları baskı gördüler, ifade vermemeleri konusunda telkin edildiler! Buna rağmen ifade verdiler. İfade veren iki set çalışanı dışında çok daha fazla kişinin gördüğünü biliyoruz. Ancak kimisi işini gücünü, konumunu veya ilişkilerini tehlikeye atmak istemiyor. Zaten “aman sen karışma” diye büyütülen bir toplumda ne zaman tanık arasanız bolca “görmedim, bilmedim” diyen buluyorsunuz. Bir de ‘Efecan asla böyle bir şey yapmaz’cılar vardı. Fail erkekten daha çok, bunu yapmayacağından emin olanlar(!) kategorisi. Her zaman varlar, hep şöyle başlıyorlar söze “ben bir kadın olarak” ya da “benim de kız kardeşim var”. Tıpkı “benim de Kürt arkadaşlarım var” der gibi… Zaten bu memlekette insanlar tanımadıkları erkeklerin yaptıklarını kınıyor, sokak röportajlarına bakın erkek şiddetine herkes karşı (E kadınları, lgbti+ları kim öldürüyor, kim tecavüz ediyor derseniz, söyleyeyim tabii ki marslılar). Mesele tanımadığın X kişisi tacizde bulunduğunda, tecavüz ettiğinde tutum almak, kınamak vs. değil. Mesele tanıdığın biri bunları yaptığında ne yaptığın, nasıl tutum aldığın, nasıl sorular sorduğun aslında.
Görgü tanıkları dışında Efecan Şenolsun’un özür mesajları var. Aynı gün Elit’in, o tarihte bağlı olduğu menajerlik ajansı, yapım firması ve Oyuncular Sendikası’nı araması nedeniyle, yaşadıklarını dizi setinde bilmeyen kalmıyor. Efecan Şenolsun, Elit’i telefonla arıyor. Cevap vermeyince özür mesajı gönderiyor. Yapım şirketinin temsilcilerine de Elit’i arayıp özür dilediğini anlatıyor. Daha sonra Oyuncular Sendikası ile yaptığı görüşmede kamusal alanda özür dilemeyi teklif ediyor. Ben de buna tanığım, çünkü sendika beni Elit’in avukatı olduğum için aradı ve resmi olarak “kamusal alanda özür dileme ve görüşme” talebini iletti. Bu aşamada henüz savcılığa başvurmamıştık, yapım şirketinin tutumunu açıklamasını bekliyorduk. Sadece bu da değil, daha sonraki bir aşamada Efecan Senolsun’un menajerlik şirketi tarafından Mor Yapımcılar ile yüz yüze görüşme gerçekleştiriliyor. Yine kamusal alanda Elit’ten özür dilemesi ve bir kadın örgütü ile ortak proje yapması karşılığında, şikâyetten vazgeçilmesi teklif ediliyor. Bu görüşmeye ilişkin de tanık anlatımları, yazışmalar var. Şayet Efecan Şenolsun, kusurlu bir davranışta bulunmamışsa neden kamuoyu önünde özür dilemeyi teklif etmiş, bunca kapıyı aşındırmış, araya aracılar sokmuş!?
Sete alkollü gelmek ve/veya orada içmeye devam etmek meselesine ilişkin olarak da mahkemede tanık olarak dinlenen “iki tarafa da eşit mesafeli” yapım şirketinin sahibi/sorumlusu; Efecan Şenolsun’a o gece alkollü olduğu ve sözleşmeyi ihlal ettiği için noter kanalıyla ihtarname gönderildiğini açıkladı. Bu tanık dinlenirken, karşı taraf avukatının “peki sette içkiyi çaycı mı temin etmiş” diye sorduğunu da belirteyim.
Evet, görgü tanıkları vardı, Elit’in ilk andan itibaren paylaştığı insanlar, yapım şirketi yetkilileri, set çalışanları vardı, yanı sıra Oyuncular Sendikası’na ve diğer yerlere yaptığı başvurular vardı. Yargıtay kararlarında belirtildiği haliyle söylersem “kadının ilk andan itibaren tutarlı anlatımı” vardı. Vardı da vardı ama tüm bunlara rağmen beraat kararı verildi!
Sosyal medyaya “savcı cezalandırma istediği zaman erkek yargı demiyordunuz” diye yazan isimsiz arkadaş, hayır o zaman da diyorduk, maalesef bu yargı sisteminde kadınlar olarak kendimizi güvende hissetmiyoruz ve erkeklerden yana olan bu eşitsizliği, ayrımcılığı, cinsiyetçiliği hep vurguluyoruz. Hatta herkesin gözünü sokmaya çalışıyoruz.
Biliyoruz ki bu davalarda haklı olmak yeterli değil. Zira hep söylediğimiz gibi yargılananın değil, şikâyet edenin sorgulandığı, yargılandığı bir seyir gerçekleşiyor. Davalarda yer yer hâkim ve savcı, yer yer karşı taraf, yani yargılanan kişi ve onun avukatı buna yol açıyor. Bizim davamızda da örneğin hemen hemen her celse karşı tarafın dosyaya sunduğu, sette dizinin reklam ve duyurularında kullanılmak üzere birlikte çektirilen toplu fotoğraflar gündeme getirildi. Herkesin çok mutlu göründüğü bu toplu fotoğrafları sunup önce Elit ve sanığın aslında yakın arkadaş olduğu, dolayısıyla o geceki sarılmanın, dokunmanın çok normal olduğu tartışması yapılmaya çalışıldı, set ortamı dışında kişisel ilişkilerinin, hiçbir yakınlıklarının olmadığının anlaşılması sonrasında bu kez de sanık avukatı Elit’e “Siz arkadaş olmadığınız kişilerle bu kadar samimi fotoğraf çektirir misiniz” diye sordu. Tıpkı tecavüze maruz kaldım diyen kadına “gecenin o saatinde orada ne işin vardı”, “neden mini etek giymiştin”, “neden kahve içmeye evine davet etmiştin”, “neden telefonuna cevap vermiştin” diye sorulması gibi… İşte tipik erkek sorusu! Soruya itiraz ettim ama hâkim sorunun sorulmasına karar verdi. Aslında bu da tipik hâkim tutumu. Elit elbette gerekli cevabı verdi ama mesele bizim ne cevap verdiğimiz ya da verilecek cevabımızın olup olmaması değil, mesele bu davalarda kadınlara böyle soru soracak cüretin kaynağı. Bu nedenle “erkek yargı”dan söz ediyoruz zaten. Evet, herkesle “samimi” fotoğraf çektiririz veya çektirmeyiz, bunun bir hafta sonra meydana gelen cinsel saldırıyla ilgisi nedir? İlgisi olmadığını herkes gibi soruyu soran kişi de biliyor ama amaç cevap almak değil, amaç şikâyet eden kadını mahkeme önünde itibarsızlaştırmak, kadını rahatsız, huzursuz edip şikayetinden vazgeçirmek, davada psikolojik üstünlük elde etmek. Bu tür davalara gelmeyenler anlayamıyor ve/veya gözünde canlandıramıyor belki ama “şikâyet eden yargılanıyor, sorgulanıyor” derken bu ve benzeri tutumları kastediyoruz. Konu erkek şiddetiyse, sanığın değil şikayetçinin yargılanmasına hazır olmak gerek.
Son duruşmada erkeklik gösterisi en yüksek noktasına ulaşmıştı. Sanık avukatı Nail Gönenli “avukatlar birbirinin kucağına oturmaz, bir bayan avukat benim kucağıma oturmaz örneğin ama oyuncular oturuyor, af buyrun öpüşüyorlar, af buyrun daha da ilerisini yapıyorlar (sevişiyorlar demek istiyor), af buyrun geçen gün banyo sahnesi çekildi… Ben Elit Hanım’a da bir şey demiyorum, sonuçta yönetmen soyun dese soyunur, öpüş dese öpüşür” ve daha nicelerini, setlerdeki ortamın ve kadın-erkek ilişkilerinin ne denli “rahat”, “samimi”, iç içe, sarmaş dolaş ve lakayt olduğunu anlatmak için sıraladı.
Sık sık af buyrulmasından anlayabildiğimiz kadarıyla, setlerde aslında çok ayıp şeyler yapılıyordu. Hem bu kadar ayıp (“toplumun değer yargılarına aykırı”) şeyler yapılırken hem kadınlar setteki erkeklerin kucağında oturacak kadar “rahat”ken, Efecan’ın o gece yaptıklarında ne vardı ki, birazcık sarıldıysa, birazcık dokunduysa ne olabilirdi ki… Bunlar hep samimiyettendi!
Lakin mesele sadece avukat performansında değil, Efecan Şenolsun da savcılığa sunduğu yazılı ifade de “Elit’in bana ilgisi vardı, kendisine kız arkadaşım var deyince bu iftirayı attı” demiş, bu tutmazsa (zira o kız arkadaş da Elit’in yolunu kesip tehdit ettiği için yargılandı ceza aldı) diye de “yedek” argüman olarak eklemişti; “Ben çok popülerim bana çok teklif geliyor Elit’e gelmiyor, beni kıskandığı için bu iftirayı attı” (Kimin hangi projede çalıştığı, geçtiğimiz iki yıl içinde kaç filmde oynadığı, ne ödüller aldığı vs. falan beni aşar, sanat tarihçisi bulsunJ).
Bu ikisi de tutmayınca, sıradaki gelsin şeklinde devam eden “savunma” tufanında sırayı “çok yakındık, Elit hep gelip gelip bana sarılırdı” aldı.
Elit hiç yakın olmadıklarını, arkadaş dahi olmadıklarını söylüyor, ama ilk kez bu çekimlerde tanışıp, set dışında başkaca bir yerde görüşmediklerini geçelim. Diyelim ki pek yakındılar, pek samimiydiler, Elit de her boş kaldığında fırsat bu fırsat deyip, gidip gidip Efecan’a sarılıyordu!? Eeee? Yani? O zaman canının istediği zaman öpmek, istediği zaman dokunabilmek hakkı mı kazanılıyor?
Evet hem Elit’i hem de dizi, sinema ve tiyatro alanında çalışan tüm kadınları aşağılayan, mahkemenin gözünde “rahat kadınlar” resmi çizip itibarsızlaştırmaya, “mesleğin doğası böyle” diyip erkek şiddetini meşru göstermeye çalışan, bir erkeklik şovunu seyretmek zorunda bırakıldık.
Mesleğini icra ederken örneğin sevişme sahnesinde rol almanın, çekim dışında “kolay kadın”, öpülecek kadın anlamına gelmediğini, keza ortamın “rahat” olması ile bir kadının istemediği dokunmalara maruz kalmasının, defalarca hayır deyip, adamı itmesinin, kendisinden uzaklaştırmaya çalışmasının arasındaki farkı bile anlamayanlara, istediğiniz kadar “hayır, hayır demektir” deyin, nafile…
Kimin neyi bildiği ya da neyi anladığı da önemli değil aslında. Amaç, mahkemenin en geri yanına (pardon “toplumun değer yargılarına”) seslenerek bir sonuç elde etmekti! İşe de yaradı. Zira madem toplumun değer yargılarına aykırı bir durum söz konusuydu, e o halde sinema ve dizi setlerinin/ o dünyanın kadınları, toplumun değer yargılarının ortalaması olan hukuk tarafından da korunmamalıydı.
Af buyrun öpüşme sahnesi çeken, erkeklere sarılıp fotoğraf çektiren kadınlara cinsel taarruzda bulunmayı hak gören erkekle, gecenin bir yarısı mini eteği ile sokakta olduğu için tecavüzü hak gören ya da toplu taşımaya mini şortuyla binen kadına yumruk atmayı hak gören erkek ve erkeklik durumları arasında fark yok, bu böyle biline!
O yüzden sadece beraat kararının kendisi değil, maruz bırakıldığımız bu “savunma”nın kendisi de en pespaye erkeklik örneklerinden biri olarak tarihin çöp sepetinde yerini aldı.
Duruşmada üzerimize boca edilen erkekliği de mahkemelerin cinsiyetçi kararlarını da yakından tanıyoruz. Canımız sıkılmadı diyemem, çünkü her gün bunlara maruz kalmak tabii ki canımızı acıtıyor. Ancak bir taraftan da bir yolculuk bu, uzun bir yolculuk, zorlu bir mücadele. Feminist mücadelenin özünde de en çok ısrar ve inat var zaten. Yani vazgeçmeyeceğiz ve bu erkeklik cüretinin karşısında “af buyur”mayacağız!
O. Meriç Eyüboğlu: Feminist avukat
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.