Türkay, daha önce de 2911’den 4,5 ay tutuklu kalıp beraat ettiğini hatırlatarak “Ben şimdi yine cezaevine gönderilirsem muhtemel birkaç ay sonra beraat edeceğim ve ben yine tazminat alacağım devletten çünkü devlet Anayasa’ya göre suç işliyor” diyor ve elektronik kelepçeyi reddederek devletin böyle sessiz sedasız suç işlemeye devam etmesinin önüne geçmeyi amaçladığını söylüyor
Koray Türkay, elektronik kelepçe uygulamasını reddettiği açıklamasıyla dikkatleri çekti. 2 Şubat’ta Kadıköy’de düzenlenen Boğaziçi direnişine destek eyleminde gözaltına alınan Türkay hakkında, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle elektronik kelepçe ile ev hapsi kararı verilmişti.
Türkay, 1974 Erzurum doğumlu, 41 yıldır İstanbul’da yaşıyor. Marmara Üniversitesi Turizm Otelcilik bölümünden mezun. Kadıköy HDP ilçe yöneticisi, aynı zamanda emek ve doğa mücadelelerinde, yerel meclislerle ve dayanışma ağlarında da faaliyet yürütüyor.
Elektronik kelepçeyi neden reddettiği ve beyanının ardından neler yaşadığına dair Sendika.Org’un sorularını yanıtlayan Türkay, daha önce de 2911’den 4,5 ay tutuklu kalıp beraat ettiğini hatırlatarak “Ben şimdi yine cezaevine gönderilirsem muhtemel birkaç ay sonra beraat edeceğim ve ben yine tazminat alacağım devletten çünkü devlet Anayasa’ya göre suç işliyor” diyor ve elektronik kelepçeyi reddederek devletin böyle sessiz sedasız suç işlemeye devam etmesinin önüne geçmeyi amaçladığını söylüyor.
Elektronik kelepçeyi neden reddettiniz?
Boğaziçi Üniversitesi’nin demokratik anlamdaki taleplerinin destekçisi olmak için 2 Şubat tarihinde Kadıköy’deydim. Bugünkü iktidar yıllarca “milletin iradesi sandıkta belli olur” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri de iktidarın bu sözünden farklı bir şey söylemiyor. Diyorlar ki, biz seçim istiyoruz, rektör seçimle, demokratik bir biçimde belirlensin. Ancak seçim isteyenleri terörist ilan eden bir iktidar var. Seçimle gelenin yerine kayyumu geçiren, halkın iradesini yok sayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Bunu en son yerel seçimlerde gördük, İstanbul yerel seçimlerine darbe yapıldı. Halkın bu konuya dair çok büyük bir farkındalığı ortaya çıkmasaydı, AKP İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne el koyacaktı.
Dolayısıyla seçim isteyen öğrencilerin yanında olmak da suç kapsamında değerlendiriliyor. Seçim isteyenler bugün sanık durumunda. Mahkemeler tutuklamalarla, ev hapisleriyle seçim isteyenlere ceza yağdırıyor. Sanki suçlularmış gibi. Aslında tam tersi. Suçlu olanlar demokratik talepleri cezalandıranlardır. Anayasa’ya göre de suç işliyorlar. Anayasa’nın 34’üncü maddesinde her vatandaşın bildirimde bulunmaksızın toplantı, yürüyüş ve gösteri yapma hakkı vardır. Yani öylesine komedi, öylesine garip bir durumla karşı karşıyayız ki savcılar, hakimler, anayasa, hukuk falan yok. İki dudak arasından emir alan ve bu emri Anayasa’ya bağlı kalmaksızın uygulamaya çalışan bir garabet var. 2018’de yine 2911’den tutuklandım, 4,5 ay cezaevinde yattım, beraat edip çıktım. Çıktıktan sonra Yargıtay’a gittim. Yargıtay da beraati onayladı. Şimdi bana tazminat ödeyecekler. Yani mahkemeler Anayasa’ya karşı uygulamalar gerçekleştirdiklerini daha sonra kendileri tescilliyor. Orası bir bataklık artık onlar için.
Aslında bugün demokratik talepleri nedeniyle gözaltına alınanlar, tutuklananlar, işkenceye uğrayanlar, elektronik kelepçeyle ev hapsine maruz kalanlar, bunların tamamını çok meşru bir şekilde reddedebilir. Bunun somut hukuki dayanakları var. Ben kendim yaşadığım için biliyorum. Şimdi yine cezaevine gönderilirsem muhtemel birkaç ay sonra beraat edeceğim ve yine tazminat alacağım devletten. Çünkü devlet Anayasa’ya göre suç işliyor ve suçunu para ödeyerek kapatmaya çalışıyor.
Elektronik kelepçeyi reddetmemin üç sebebinden birisi Anayasa’ya aykırı olmasıdır. Ayrıca bu cezalar bir psikolojik harekattır. İktidar muhalefete bu şekilde üstün gelmeye çalışıyor. “Sizi hareketsiz bırakmak için özel alanınızı hapishaneye çevirebilirim, siz de gönüllü olursunuz” diyor ve burayı hapishaneye çeviriyor. “Ayağına da pranga vururum. Köle sahip ilişkisini bir hatırla bakalım, sen kölesin, ben sahibinim” diyor.
Bunların tamamına baktığınız zaman burada kabul edilebilecek bir şey yok. Biz ne köleliği kabul ederiz ne de bu suç işleyen iktidarın belirlediği adalet sistemlerini… Hukuk da değil bu. Ne bu “hukuk”u kabul ederiz ne de psikolojik harekatı. Gelsin tutuklasınlar. Cezaevine mi atıyorlar, atsınlar. Bu bir alıkoymadır aslında. Silah var bellerinde, diyorlar ki “Sen uymuyor musun evini hapishaneye çevirmemize, izin vermiyor musun, o zaman biz seni tutuklarız.” E tamam, silahınız var, bunun adı artık “alıkoyma”, bunun adı “adam kaçırma”, bunlar hep suç, bunlar evrensel hukukta da suç, insanlık suçu.
Bunlar insanlık suçlarını işlemeye devam etsinler, yarın öbür gün hukuk özgürleştiğinde, bu iktidar da gittiğinde, geriye kalan hakimler savcılar adalet önlerinde hesap verecekler elbet. Biz bunlarla ilgili davalar açıyoruz, bu davalar devam edecek. Bize uygulanan işkenceler, haksız yere aylarca cezaevlerinde tutulmamız, bunların hepsinin bir bedeli olacak. Biz bu ülkeden kaçmıyoruz, demokrasi mücadelesini bedel ödeyeceğimizi bilerek veriyoruz. Bunlar da işledikleri bu suçların cezasını çekecekler.
Elektronik kelepçeyi reddettiğinizi açıkladıktan sonra bir sorun yaşadınız mı?
Ben günlük hayatıma devam ediyorum. Polisler arıyor, adreslerime gidiyorlar, işyerime falan ama beni bulamayınca arıyorlar, “Biz sizi bulamıyoruz” diyorlar. Ben de “Ben günlük hayatıma devam ediyorum” diyorum. Onlar “Ev hapsin var” diyor, ben de “Yok,” diyorum, “benim ev hapsim yok.” Yani ben bu kararı zaten kanuni bulmadığım için reddediyorum. Onlar da en son dedi ki, “Biz bunu savcılığa bildiriyoruz, yakalaman çıkar, hapis kararın çıkar.” Ben de “Siz de eğer bununla ilgili suç işlemek istiyorsanız sizin kendi kararınızdır” diyorum. Şu anda bana ulaşamadıkları için gözaltına almadılar ama ben sonuçta kaçmıyorum, işime gidiyorum, evime geliyorum. İş çıkışı gelirlerse eve beni bulurlar, gözaltına almak isterlerse alırlar. Ben normal hayatıma devam ediyorum, evde durmuyorum, ev hapsini fiili olarak da hukuki olarak da vicdani olarak da reddediyorum.
Bu tavrınızın ne gibi sonuçları olabilir?
Muhtemelen tutuklama kararı çıkarırlar. Belli bir süre tutsak kılınırım ve yine beraat ederim, yine tazminat alırım. Ama bunların suç işlediğini bizim toplum olarak ortaya çıkarmamız lazım. Nasıl çıkaracağız? Birileri bedel ödeyecek ve kamuoyunun dikkatini çekecek, kamuoyu sorgulayacak.
Suç işlediysem beraat vermemesi lazım. Neden veriyor? Çünkü benim elimde silah yok, herhangi bir şiddet unsuru yok, görüntüler ortada, hiçbir kanıt yok ellerinde, mecburen beraat veriyorlar. Şimdi de mecburen beraat verecekler ama biz onların yaptıklarını suç olarak kayda geçiriyoruz. Benim orada üç ay, dört ay, bir yıl cezaevinde yatmam önemli değil. Önemli olan bunların böyle sessiz sedasız suç işlemeye devam etmesinin önüne geçmek. Bunu kabullenmemek lazım, bu sessizliğin kırılması lazım. Aksi takdirde bu sessizlik suçluya cesaret verir. Toplum cesaretini toplayıp suç işleyenlere karşı birlikte hareket etmeli.
Açıklamanızdan sonra herhangi olumlu veya olumsuz tepkiyle karşılaştınız mı?
Çok olumlu tepkilerle karşılaştım. Özellikle sosyal medyadan birçok insan bunu yaygınlaştırdı. Normalde benim çok az bir takipçim var ama bakıyorum birçok insana ulaşmış, yani olumlu bir tavır sergiliyorlar, bu da umut verici bir şey.
Elektronik kelepçeyle ev hapsine mahkum edilmiş insanlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Birlikte gözaltına alındığımız arkadaşlar zaten ilk günden itibaren elektronik kelepçeyi bir mücadele aracı haline getirdiler. Sosyal medyada o kelepçelerin üstüne Boğaziçi Üniversitesi’nin amblemini yapıştırarak, başka mücadele sembollerini yapıştırarak, onları bir mücadele aracı haline getirdiler. Aslında buna Gezi yaratıcılığı diyebiliriz. Biz evde, dışarıda, içeride, her yerde bu mücadeleyi verebiliyoruz. Kelepçe olsa da biz mücadele ediyoruz, bu şekilde de sürüyor, sürecek. Bütün arkadaşların bu süreçte sergilediği mücadele biçimlerinden ben de güç alıyorum ve saygı duyuyorum.
Söyleşi: Ceylan Bulut