Pandemi döneminde solun sesizliği eleştirinin odağını emperyalist kapitalist sistemden uzak tutan liberallerin her alanda etkinliklerini sürdürmelerini sağlıyor. Otoriterleşen devleti sorgulamaktan çok onu savunma duruma düştüler. İstenilen de zaten oydu
Bazı radikal sol grupların liberal sola mutasyonundan sonra sesizliğe bürünmesi ile faşizmin ayak sesleri daha net duyulmaya başladı. Parlamento içi muhalefetin Mart 2020’de yürütme gücünü iki partiye bırakması ve parlementoyu işlevsiz hale getirmesinden sonra, radikal sol bir seneye yakın bir süre bırakın bir reaksiyon göstermeyi bir tartışma ortamının yaratılmasını dahi gerekli görmedi. Vitesi boşa atıp yokuş aşağı gitmeye devam ediyor. Kimsenin vitesi değiştirme diye bir sorunu yok anlaşılan. Alınan önlem paketlerinin neoliberalizmin yeniden inşası ve krizlerinin çözümüne hizmet ettiğini ya okuyamadılar ya da okumak istemediler. Topluma siyasi, ideolojik önderlik yapmak yerine geçmişten gelen tecrübelerine rağmen topu sokağa çıkan insanlara bıraktılar.
Fransa’daki Sarı Yelekliler eylemlerinde sol inatla yürüyüşlere katılarak ırkçı, faşist güçlerin etkinliğini kısa sürede engellerken Almanya solu sokaktaki insanların faşistlerin etki alanına kaymasını uzaktan eleştirmek ile yetindi. “Faşistlerle birlikte olunmaz” derken, kiminle birlikte olunacağını belirtmek zahmetine katlanmadılar. Hamburg’da G20 protestolarına, savaş ve ırkçılık karşıtı karşı yapılan eylemlere katılan sol ile yürüyen binlerce insan solun sessiz kaldığı pandemi dönemindeki yürüyüşlere de katıldı. Bu insanlar bunu fırsat bilen bazı NAZİ gruplarının bu yürüyüşlere katılımı gerekçesi ile hedefe konuldu. “Ben susuyorsam sen de susacaksın” mantığı ile neoliberal politikaların herkesin gözü önünde hayata geçirilmesinde alınan önlemleri savunur hale gelen radikal/liberal sol, ana akım medyanın en yakın destekçisi durumuna geldi. Ne verilen haberler sorgulandı ne de yeni nesillere yol gösterecek devrimci düşünceler belirtildi.
Güvenin olmadığı yerde şüphe başlar, şüphenin olduğu yerde ise ortak mücadelenin zemini çatlar. Sol yarattığı fay hatları ile toplumdan uzalaştığının farkında bile değil. Son üç aydır bazı platformlarda tartışmanın önünü açmak isteyen bazı yazılar çıktı. Liberal sol öyle bir noktaya gelmiş ki her bir yazıya birkaç yazı ile cevap veriliyor ve düne kadar birlikte oldukları yol arkadaşlarını susturmaya çalışıyor. Tartışmaya dahi tahammülü olmayan liberaller polisin, ana akım medyanın arkadaşlarına yapamadığını kendi sayfalarında yapıyorlar. Krizin sorumluluğunun kapitalizme değil de bir virüse yüklenmesini en iyi mutasyona uğramış radikal sol yapar hale geldi. Bu yeni bir hastalık değil. 80’li yıllarda Avrupa’nın Afrika ülkelerine yaptığı yardımları göstererek yayılan “Afrika bizi sömürüyor” tartışmalarını hatırlayanlar vardır.
Bazı radikal sol hareketlerin sessizliği ve tavırsızlığı, kâğıttan bir kaplan olduklarını korona krizinde hepimize gösterdi. Kesin olan şey korona krizinin yalnız toplumda değil aynı anlamda sol içinde de safların yeniden belirlenmesine sebep olacağı. Kimi dostluklar telafisi olmayan ayrılıklarla son bulurken yeni saflarda yeni ilişkiler gelişecek. Yakın gelecekte her açıdan zor günlerin geleceğini göreceğiz. Neoliberalizmin son hızla gittiği bir zamanda boş vitesle sadece yokuş aşağı ilerleyerek bir yere varılamayacağı gerçeği geç de olsa birilerinin kafasına dank edecek. Ama o zaman da çok geç olacak.
Neoliberalizmin bu krizi kullanıp atak yapacağı, gerektiğinde de sol içinden bazı çatlak seslerin yükselmesini gündeme getireceği eski krizlerden biliniyor. Kuzuların sessizliğini bozacak her girişimin bastırılacağı da. Radikal sol kendini toparlayamadan liberal sol çeşitli alternatiflerle ortaya çıktı. “Zero Covid” tartışması bunlardan biri. Tartışmalar birbirini kırıcı ve yıpratıcı bir şekilde devam ederken fikir belirtmek isteyen kişilerin sayısı ya gün geçtikçe azalıyor ya da ete kemiğe dokunmadan yazanlar gündemi belirliyor.
“Zero Covid” kısaca devletin aldığı önlemleri az gören/eleştiren ve COVID sıfırlanana kadar tam kapanmayı öneren bir tez. Hayatın her alanına yayılmak istenen bir kapanmayı öngörüyor. Tabii bu çok kısa bir açıklama, tartışmalar çok yönlü ve karmaşık.
Bence sorun şurada yatıyor: dünya sömürüsünden kendine düşen payı alan bir refah toplumunun fertleri olarak yani tuzu kuru olanların dünyanın ya da Avrupa’nın fakirlerine kapanmayı reva görmesi.
İkinci bir kesim de geniş yelpazeye yayılmış Anti-Almanlar (Anti-Deutsch) diye adlandırılanlar. Bunların kökü 68 kuşağının Almanya’nın Nazi dönemi ile yeterince hesaplaşmadığı tartışmalarında yatıyor. Ve solun da böyle bir hesaplaşma yapması gerektiği tezine dayanıyor. O gün anlamlı bir tartışma gibi görülse de bugün bu kesim solun birlikte eylemliliği için en büyük engeli teşkil ediyor. Nasıl mı? Anti-Almanlar her tartışmanın odağına alakası olsun ya da olmasın İsrail’i oturtuyor. Emperyalizmi tartışanlara siz Amerika’da çok zengin Yahudi var diye aslında İsrail’i tartışıyorsunuz gibi saçma sapan ‘semit’-‘anti-semit’ tartışmasına yönlendiriyorlar ve tartışmaların dağılmasına sebep oluyorlar. Kendilerinin davet edilmediği yerlere de saldırarak eylemin/toplantının dağılmasını sağlıyorlar. Bu tipler özellike Anti-Fa gibi küçük gruplarda ya da partilerin yerel örgütlemelerinde aktifler. Göze çarpan Alman Sol Parti’deki yoğunlulukları. Prensipte her şeye karşı olan bu grupların esas hedefi kendileri dışındaki sol. Yapılan her toplantıya, her gösteriye, her etkinliğe ya katılıp provakatörlük yapıyorlar ya da saldırıyorlar. Bunlara ilişkin burjuva basınında birçok kez “Radikal solla radikal solun çatışması” ya da “Radikal sol birbirine girdi” gibi haberler çıkmıştı. Bu da yeni bir fenomen değil, sadece korona krizinde dozu artırıldı. Bunların 1980 öncesi Aydınlık hareketinin tavırları ile benzerlikleri şaşırtıcı düzeyde.
Şimdi soru şu; bunların peşine katılan gençler, (özellikle Anti-Fa) sözüm ona faşizme karşı mücadele ettiklerini iddia ediyorlar. Krizlerin esas sorumlusu olan kapitalizmin, emperyalizmin ve devlet yapısının eleştirisi yapılmadan, kaşılarındakilerin kim olduğunu bilmeden eylemden eyleme sürüklenen bu gençler kimler tarafından yönlendirildiklerini biliyorlar mı? Anti-Fa gruplarının diğer kesimlere saldırmasının altında yatan Anti-Alman ideolojisiden haberleri var mı? Kimisine göre herkes faşist, herkes anti-semit. Gençler bilmiyorsa, bilenler niye susuyor?
Korona krizinden önce IMF ve Dünya Bankası’nın kredi vermeden önce devletlere dayattığı şartları üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. Korona ile yeni olan kapanma şartının da eklenmesi. “Kapanma yoksa para da yok” deniyor.
Bu neden böyle? Dayatılan şartlar zaten ağırdı. Ülkelere İtalya kapanma örneğinin dayatılmasının altında ne yatıyor?
Avrupa’nın büyük devletleri kendi merkez bankalarının (sürekli piyasaya para sürmeleri) yardımı ile bu tür krizleri aşacak güçteler. Almanya’nın borcu korona öncesi 2 trilyondu. Bu borç 75 yılda birikti. Pandeminin ilk üç ayında buna 2 trilyon daha eklendi. Avrupa Birliği dışında kalan, dünyanın birçok ülkesinde ekonomilerin durdurulması daha fazla borçlanmak zorunda kalmaları anlamına gelecek. Yeni özelleştirme şartlarıyla verilecek kredilerle ülkelerin içi daha da boşaltılacak. Özelleştirmeler kredi alan ülkelere daha geniş bir biçimde dayatılacak ve mali sermayenin yatırım yapmasının önü açılacak. “Great Reset” programı ile giderleri azaltılmış “Zayıf Devlet” politikaları hayata geçirilecek.
Özelleştirmelere bazı örnekler vereyim. Türkiye için yeni bir şey değil ama daha özelleştirilecek çok şey var: Hastaneler, cezaevleri, sağlık ve emeklilik sigortaları, okullar, üniversiteler, otoyollar, demiryolları, deniz ve hava limanları, doğal kaynaklar, tarım alanları, ormanlar, devlet bankaları, paranın dijitalize edilmesi ve para akışının kontrolü… Ayrıca yeni iş yasaları çıkarılıp, uluslararası ticaret anlaşmaları dayatılacak. (Bu konuda bir önceki yazımda Pakistan’ın başına gelenleri yazmıştım).
Great Reset programının başını Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum) çekiyor. Yunanistan’da olanlar buzdağının suyun üstüne görülen kısmı idi. İlginç olan bunu “yoksul olmayan bir dünya yaratmak” sloganı ile yaymaya çalışıyor olmaları. Konu bu yazının sınırlarını aşacağı için bunlara bir örnek vererek burada kesiyorum.
Şubat 2020’de Belarus kredi almak için IMF’ye başvurmuştu. Onlara dayatılan ilk koşul İtalya gibi tam kapanmaydı. Lukaschenko özellikle bu koşulu reddedince neoliberalizmin tüm şiddetini ensesinde hissetti. Belarus uzun zamandır eski Sovyet cumhuriyetlerinden büyük özeleştirmelere gitmeyen bir ülke olarak göze batıyordu. Lukaschenko Avrupa’ya böylelikle de NATO’ya yanaşsaydı ve Rusya’nın her yandan sarılmasına ve kendi sınırlarının arkasına kapatılmasına göz yumsaydı yıllardır iktidarda olması kimseyi rahatsız etmeyecekti. Ama neoliberallerin evde yaptığı hesap çarşıya uymadı. ABD’nin Ukrayna’da karşıdevrimi finanse etmek için yaptığı 5 milyar dolarlık yatırımın yanında Lukaschenko’nun istediği kredi devede kulak sayılırdı.
Birçok Afrika ülkesi onlar kredi istemeye başlamadan önce IMF kapılarına dayandı ve kredi karşılığında kapanma dayatıldı.
Ortada bir virüse karşı savaş veriliyor algısı yaratılsa da aslında ciddi bir paylaşım savaşı sürdürülüyor. Çin ve Avrupa Birliği ekonomik güçleri ile ABD ise askeri gücü ile yayılma ve sömürü stratejilerini sürdürüyorlar.
Pandemi döneminde solun sesizliği eleştirinin odağını emperyalist kapitalist sistemden uzak tutan liberallerin her alanda etkinliklerini sürdürmelerini sağlıyor. Otoriterleşen devleti sorgulamaktan çok onu savunma duruma düştüler. İstenilen de zaten oydu.
İşlerini kaybetme pahasına alınan önlem paketlerini eleştiren insanlar sol taraflarına baktıklarında mutlak bir sessizlikle karşılaşıyor. Sol ne onlara yapılan haksızlıkları görüyor ne de fikir belirtiyor. KHK’ler ile işlerinden olan Barış Akademisyenlerinin sol tarafından görmezden gelinmesi gibi bir durum Almanya’da bugün yaşanan.
“İleri demokrasi” diye bilinen Almanya’da polis tarafından doktorların muayenehanesi basılıyor ve yüzlerce hastanın dosyaları götürülüyor. Bu doktorlar hastalarına sağlık sorunlarından dolayı maske kullanmalarının için sakıncalı olduğuna dair rapor verenler. “Kapıyı açmazsanız, kırar gireriz, sizi de tutuklarız” tehdidi ile ellerinde ne olduğu belirsiz buruşuk bir kâğıdı arama izni diye gösteriyor ama okunmasına dahi izin vermiyor. Parlamenter sol hala sessiz ve her şey yolundaymış gibi davranıyor. Polis devleti böyle bir sessizlikte istediği gibi at koşturuyor. Yeni polis yasalarını son sınırlarına kadar zorluyorlar. Sol hala sessiz ve her şey yolundaymış gibi tavır alıyor. Polis devleti böyle bir sessizlikte istediği gibi at koşturuyor. Bu faşizmin ayak sesleri değil de nedir.
Otoriterleşen rejimin polisinden daha ne beklenir. Keyfi aramalar, ceza yazmalar, trafik kontrolleri, engellemeler gündemden kalkmıyor. Her yerde polis varlığı ile korku ortamı yaratılmak isteniyor.
Kurt Tucholsky’in sözü ile yazıyı noktalarsak: “Almanya’da pisliğe dikkat çekenler pisliği yapanlardan daha tehlikeli görülüyor.” O zamandan bugüne değişen bir şey yok.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.