“Sermayesiz-varlıksız” TVF, kurulduğu 2016 yılından bu yana bir tasarım hatası. Yasalarla çelişiyor, kamu varlıklarını karşılık göstererek bazı tasarruflarda bulunuyor ama kamu varlıkları üstünden yapılan işler hiçbir biçimde denetlenemiyor
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetiminin “buluşları” arasında yer alan Türkiye Varlık Fonu (TVF), eleştirilerin hedefi olmaktan bir türlü kurtulamıyor.
Yeni yılda Milli Piyango’dan ikramiye çıkan üç biletin satılmamış olduğu anlaşıldı. Ancak bu biletlere çıkan 75 Milyon TL’lik (yaklaşık 10 milyon USD) ikramiyenin de mevzuat gereği Milli Piyango’nun lisans haklarını elinde tutan TVF’ye devredilmesi, 2021’e yine tartışmayla girilmesine yetti. Sosyal medyadan, Varlık Fonu’na kalan ikramiyenin SMA hastası çocuklar için kullanılması için kampanya başlatıldı. Kampanyaya yoğun bir katılım oldu, birçok sanatçı ve siyasetçi destek verdi. TVF’nin yönetim kurulu başkanı da olan Erdoğan ise kampanyaya anında tepki gösterdi: “İnsan sağlığı üzerinden kampanya yürütüyorlar. Bu nasıl bir ahlaksızlıktır. Bizim bu konuda ne kadar hassas olduğumuz bilinmiyor mu? SMA hastalarının tedavisi için ne gerekiyorsa yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.”
TVF, 2020 biterken de gündemdeydi. Borsa İstanbul’un yüzde 10’luk hissesinin Erdoğan’ın çok yakın ilişkiler sürdürdüğü Katar’ın varlık fonuna satılması eleştiri konusu yapılmıştı. TVF’nin anayasal denetim organı Sayıştay’ın denetiminin dışında olması ise sürekli parlamento gündeminde.
Gelin görün ki 20 kamu kuruluşunu, bazı lisansları, bir dizi gayrimenkulü çatısı altında “varlık” olarak tutuyor görünen TVF, gerçekte neredeyse “varlıksız”. Çatısı altındaki kuruluşların çoğu Hazine ve Maliye Bakanlığı’na ya da farklı bakanlıklara bağlı ve gelir yaratırlarsa gelirleri merkezi bütçeye gidiyor, sermayeleri azalır ya da “görev gereği” zarar ederlerse de zararları merkezi bütçeden karşılanıyor. Daha da ilginci TVF, kamu denetçisi Sayıştay tarafından denetlenemiyor ama hisselerini elinde tuttuğu bu kuruluşlar, kamu bankaları Sayıştay denetiminde.
Türkiye’nin varlık fonu, daha çok petrol zengini ülkelerin cari fazlalarını değerlendirmek üzere kurdukları varlık fonlarına ismi dışında pek benzemiyor. Kronik cari açık veren ve dış kaynakla ekonomisi dönen AKP iktidarı, bir varlık fonu kuruluşuna bir nevi öykünerek farklı amaçlarla yöneldi. Hukuk otoritelerinin “garip” ya da “ucube” olarak nitelediği TVF’nin örgütsel mimarisinde ciddi tasarım hataları var. Bu çarpık yapı bir dizi hukuksal kaosa yol açtığı gerçeği bir yana, çeşitli komplo teorilerinin üretimine ve sağlıksız, yararsız tartışmalara da kapı aralıyor, sorun üstüne sorun üretiyor.
Formun Üstü
Formun Altı
Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) statüsünde olan ve TVF’ye devredilen boru hatları şirketi BOTAŞ, petrol arama şirketi TPAO, denizcilik kuruluşu TDİ, çay işleme kompleksi Çay-Kur, madencilik sektöründeki Eti Maden gibi kamu kuruluşları, 233 sayılı KİT kararnamesi çerçevesinde faaliyet gösteriyorlar ve TVF’nin bunlar üstünde her tür tasarrufta bulunması, öncelikle bu yasal çerçeveden çıkmaya bağlı. Örneğin, özelleştirme hedefiyle bazı KİT’leri devralan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın devraldığı kuruluşlar üstündeki tasarruf yetkisi TVF’de yok. Olmadığı için, yönetim kurulu üyelerini TVF atayamıyor, kuruluşların bütçeleri Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca hazırlanıyor, kârları Hazine’ye aktarılıyor.
Fonun kuruluş yasasında “Fon, değer yarattığı şirketlerden lisans, kâr ve kira geliri elde ederek kendini finanse edebilen bir yapı oluşturmayı hedefler. Türkiye’nin vizyoner projelerine de sermaye desteği sağlamak için çalışır” deniliyor. Oysa bu şirketlerin gelirleri fona değil, yasa gereği merkezi bütçeye aktarılıyor.
Örneğin, Merkez Bankası’nın aktardıkları dışında, kamu kuruluşlarınca temettü, kâr, hâsıla payı adı altında 2018’de 4,6 milyar TL, 2019’da 4,5 milyar TL, 2020’nin ilk dokuz ayında da 2,3 milyar TL gelir TVF’ye değil, merkezi bütçeye aktarıldı.
Aynı şekilde, 2019 yılında Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın zayıflayan sermayelerini güçlendiren TVF değil Hazine oldu ve 28 milyar TL’lik (22 Nisan 2019’un kuruyla 3,7 milyar Avro) kaynak, Hazine’den bankalara aktarıldı.
Devralmış göründüğü şirketlerin kendi özel yasalarının olması da TVF’nin bu kuruluşları “varlığa” dönüştürmesinde engel oluşturuyor. Örneğin, Borsa İstanbul, PTT, Türksat, Halk Bankası, Ziraat Bankası özel kanunla kurulan ve/veya yönetilen şirketler. Bunların her birinin bağlı olduğu bir bakanlık var. TVF’ye devredilmiş görünen Ziraat Bankası ve Halk Bankası ile ilgili 4603 sayılı kanunun 2’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında “Bankalardaki kamu paylarının satış işlemleri tamamlanıncaya kadar, bu hisseler Türk Ticaret Kanunu’nun hükümleri uyarınca, bankaların bağlı bulunduğu Bakan tarafından idare ve temsil edilir” deniliyor. Dolayısıyla TVF bu bankalar yönünden pay sahipliğinden doğan hakları kullanamıyor.
TVF konusunda ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Sekreteri iktisat profesörü Selin Sayek Böke 2017’de şu saptamayı yaptı: “Bu koşullarda kurulan bir fon ancak şunu yapabilir: Kamu kurumlarını kendine alır, ipotek eder, teminat gösterir ve bu ipotek ettiği kamu kurumları üzerinden borçlanır. Yani kurulan fon, bir kaynağı yatırıma dönüştürme fonu değildir. Kurulan fon, kendi üzerine aldığı kamu kaynaklarını ipotek ederek, yani bizim geleceğimizi ipotek ederek, yeniden borçlanma mekanizmasıdır. Bu bir borçlanma fonudur, bir varlık fonu değildir. Daha da acısı ülkenin kurumlarını, devletini, 80 milyonun ortak kaynağını ipotek ettirir ve ne için kullanacağını dahi söylemez. Bir yeniden borçlanma mekanizması kurar.”
Böke’nin işaret ettiği kamu varlıklarını ipotek ettirip borçlanma, bugüne kadar ancak 1 milyar avroluk bir dış kaynak için olabildi. TVF, bu dış borçlanmaya girerek İstanbul Finans Merkezi’nin inşaatını üstlenen şirketleri kurtardı. Al-Monitor okuyucularına 1 Ekim 2019’da duyurduğumuz haberde Fon, Hazine’nin garantörlüğünde borçlanmıştı. Borçlanmayı sağlayan kreditörler Citibank N.A. London Branch ile Çin bankası ICBC liderliğindeki bir bankalar konsorsiyumuydu ve 1 milyar avroluk kredi iki yıl vadeli verilmişti.
Kısa sürede bu kaynakla ne yapılmak istendiği de anlaşıldı. Fon, batık durumdaki İstanbul Finans Merkezi projesinin üstlenici inşaat firmalarından “yükümlülük” satın almaya karar vermişti. Hem de 1,7 milyar TL’ye yakın bir meblağ tutarında. Yükümlülükleri satın alınarak kurtarılan üç firma, adı AKP dönemi ile neredeyse özdeşleşen, hızla palazlandırılan Ağaoğlu İnşaat ile İntaş ve YDA idi.
“Sermayesiz-varlıksız” TVF, kurulduğu 2016 yılından bu yana bir tasarım hatası. Yasalarla çelişiyor, kamu varlıklarını karşılık göstererek bazı tasarruflarda bulunuyor ama kamu varlıkları üstünden yapılan işler hiçbir biçimde denetlenemiyor. O zaman kamu denetiminden kaçarak devlet yönetmenin, belki de haksız servet transferinin, çıkar sağlamanın aracı hâline gelmekle eleştirilen bir Fon var ortada.
Belki de bundan dolayı CHP’li Böke Türkiye Varlık Fonu’nun “Denetimsiz paralel bir hazine” olarak kurulduğunu ifade ederek, “Türkiye’de hiçbir şeyin paraleline izin vermeyeceklerini” söylüyor. CHP’nin en yakın müttefiki İyi Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener de Varlık Fonu’na ilişkin, “İktidar olduğumuzda derhal Hazine’ye bağlanması ve ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyoruz” diyor.
Kaynak: Al Monitor
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.