Bu ülkede pek çok akademik kurum, rektörlerini seçme konusunda kifayetsiz ve düzene uygun davranmış, en nihayetinde iktidara fırsat verilerek, rektörlerin partili bir cumhurbaşkanı tarafından atanmasına dayalı yasal düzenlemeye ses çıkarmamıştır. Rektörlük seçimlerindeki paye dağıtarak seçim kazanmayı amaçlayan ve bu nedenle de başı dik olamayan akademiler, haliyle son 40 yıldır ama özellikle son 20 yıldır akademisyen sıfatına hiç yakışmayan tipleri öğretim üyesi adıyla üniversitelere doldurarak, bir anlamda içten fethedilmiştir
Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanan ve atanması nedeniyle de protestolara neden olan kişinin, kişiliği veya akademik niteliği bu yazının tartışma konusu değildir.
Ama şunu belirtmeden de geçmemek gerekir; bilindiği üzere, son yıllarda sayısı oldukça artan “Profesör” unvanı almış birçok akademisyenin, akademisyenliği değil ama “bilim insanı” olup olmadıkları tartışmalıdır. Hele hele azımsanmayacak oranda akademisyenin uluslararası düzeyde yeterliliğe ve niteliğe sahip “bilim insanları” olup olmadıkları gerçekten tartışmalıdır. Hatta şüphelidir.
Akademisyen ve akademik nitelik, ülkemiz üniversiteleri için kanayan bir yaradır. Siyasi, ideolojik, ahbap-çavuş ve işin bilimsel gereği/esası ile hiç uyuşmayan ilişkilerinin en yoğun yaşandığı alanlardan birisi de akademisyen kadroları ve akademik unvanlarındaki yükselmeler ile ilgilidir.
Aslında Boğaziçi Üniversitesi özelinde yaşadığımız olay ve olgunun temel nedenlerinden birisi de budur. Diğeri ise herkesin bildiği üzere, üniversitelerin belli bir ideolojinin, partinin veya görüşün egemen olması arzulanan ve ele geçirilmesi gereken yerler olarak görülmeleridir. Bu bağlamda ne yazık ki, özellikle AKP iktidarı sürecinde önce “FETÖ” sonra da AKP’nin bu konuda aktif bir rol alarak, üniversiteleri ele geçirme pratiklerinin neler olduğunu yaşayarak öğrendik.
Şimdilerde ise farklı bir çeşitlemesini yine yaşayarak görmekteyiz.
Rektörlerin partili cumhurbaşkanı tarafından atanırken, neredeyse hepsinin bir şekilde partiye bağlantısı olan kişilerden seçilmesi, parti ile olmasa da belli bir tarikata, inanışa, ideolojiye ve dünya görüşüne yakın kişilerden tercih ediliyor olmaları, Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atanan kişiye yönelik tepkilerin nedensellikleri arasındadır.
Peki, neden Boğaziçi? Ya da böylesi bir tepki niçin Anadolu üniversitelerinden gelmedi de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden, mezunlarından ve bazı akademisyenlerden geldi? Çünkü Boğaziçi Üniversitesi, ülkemizdeki üniversiteler sıralamasında birçok açıdan ön sıralarda yer alan seçkin bir üniversite. Dahası olması gerektiği şekilde belli bir geleneği olan ve bu geleneği oluşturmaya çabalamış (kimilerinin “elitizm” kavramı ile tanımlamaya çalıştığı) bir üniversitemiz… Tıpkı ODTÜ gibi, İTÜ ve sayıları çok az bazı akademilerimiz gibi. Dolayısıyla burada okuyan, mezun olan ve çalışan öğrenciler ve akademisyenler çürümeye ve talana karşı bilişsel düzeylerinin bir sonucu olsa gerek, “toplumsal duyarlılıklarının” bir sonucu olarak daha tepkisel olabilmişlerdir. Bir önceki rektör atamasında da en çok oyu alan değil, alamayan kişinin atandığı ama bu kadar tepki almadığı Boğaziçi Üniversitesi’nde, şimdiki reaksiyonun nedeni ise, buradaki yapıya çok yabancı, iç işleyiş ve gelenekten çok uzak olduğu düşünülen birinin atanmış olması ile ilgilidir. Konuya sadece Boğaziçi Üniversitesi özelinden bakmak için bunların ifade edilmesi de gerekiyor. Teslimiyetlerin başladığı yerdeki konumlanışlar, sonraki daha büyük teslimiyetlere karşı tepkileri tutarsız kılsa da teslimiyetlere karşı geç kalınmış da olsa gösterilen her türlü karşı duruş, stratejik açıdan değerlendirme bir yana bırakılarak öncelikle olumlanmalı ve haklı bulunmalıdır. Ki buradaki esas, “bilimsel özerklik” konusu ile ilgili bir işleyişin teslimiyetine karşıdır ve kesinlikle haklı görülmeli ve desteklenmelidir.
Genel olarak birkaç değerlendirme notu paylaşmak gerekirse;
Taşra veya Anadolu üniversitelerinde durum daha da vahim… Bırakın rektörlüğü, il ve ilçe teşkilatları ile ilişkisi olmayanlar, idareci, memur veya taşeron veya kadrolu işçi dahi olamıyorlar.
Bu bağlamda “Boğaziçi üniversite de diğerleri üniversite değil mi?” diye düşünmek de gerekir. Çünkü tepkiler tekil veya öznel olduğu sürece amaçsız ve sonuçsuz olmaya mahkûm oluyor.
Dememiz o ki, üniversiteler kendini yönetecek insanları, partili bir yetkili kişinin atamasına ses çıkarmamakla ve boyun eğmek ile kendilerini zaten bitirdiler. O üniversitelerde okuyanlar ve çalışanlar da zamanında boyun eğerek kendilerini ve kurumlarının çürütülmesine onay erdiler. Lakin biz yine de gerçekten Boğaziçili üniversite öğrencilerini ve bazı hocaları takdirle karşılıyoruz. Bunu fırsat bilen bazı kişilerin ise bu tepkisel eylemleri kullanmaya çalışmalarını elbette tasvip etmiyoruz. Ama bunlar birbirine karıştırılmamalı ve asıl tepkiye odaklanarak saygı duymak gerektiği düşünülmelidir. Aksi iktidarın yaptığı gibi tepkisel eylemlere karşı “kurunun yanında yaş da yanar” misali önüne geleni derdest etme mantığına uygun düşmüş bir tavır içine girmiş oluruz.
Gelelim şu elitlik meselesine. İroniktir, iktidar ve iktidarın kalemşörleri tarafından en çok kullanılan kavramlardan birisi de “elit” ve “elitist”… Elit, elitist, elitizm hepsi de benzer kökten türetilmiş siyaset, sosyoloji, ekonomi, spor ve daha pek çok alanda kullanılan bir kavramlardır. Doğru ve yerinde kullanılmadığı zaman, kullananlar kim olursa olsun, kullananları cahil ve ikiyüzlü kılar.
Sözde “halk seviciliği” gösterisi yapanların veya birilerini halka olumsuz göstermek adına elit, elitist kavramlarını kullananların söylemleri doğru olsaydı, son 18 yılın elitleri de ülkeyi yönetenler olurdu. Peki, ülkeyi yönetenlerin hangisi elittir? Ya da elitlik, gücü elinde bulundurmayla ilgiliyse, o halde hepsi de elittir. Olur olmaz yerde elit veya elitist demek, bu kavramı aynı zamanda yanlış kullanmak demektir. Sözde ayrıcalıklı kişileri ve kurumları betimlemek için kullanılan elit kavramı söylendiği gibi sadece olumsuz anlamda kullanılan bir kavram değildir. Elit kendine özgü olumlu ve ayrıksı özellikleri olan, en üstte yer alacak özelliklere sahip, uzun yıllar özgün bir yapı oluşturabilmiş kişi veya kurumlar, verimlilik açısından en üstte yer alan, üretken, yaratıcı olan bağlamlarında da kullanılan bir kavramdır. Elitlik aynı zamanda sıradan, ortalama ve averaj olmamak demektir.
“Elit, siyaset ve sosyoloji kuramlarında, fazlasıyla büyük miktarda sermayeyi veya iktidarı elinde tutan küçük bir insan grubudur. Sosyolog C. Wright Mills’a göre elit sınıf, egemen sınıftan farklıdır. Mills’e göre elit sınıf, politik güce sahip küçük bir gruptur. Bu sınıfa politikacılar, siyasi yöneticiler ve askeri liderler dahildir.”
Şimdi soralım; Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış, orada okumayı başarmış Anadolu’nun her yerinden gelmiş akıllı ve çalışkan öğrenciler mi elit, yoksa ülkeyi 18 yıldır yönetenler, ayrıcalıklı bir hayat sürenler, ihaleden zengin olanlar, sözcülük yaparak beslenenler ve devlet kurumları içinde çöreklenerek iş tutanlar mı elittir?
Ayrıca öte yandan üniversiteler, yani akademiler elbette elit yerler ve kurumlar olmalıdırlar. Yoksa sübyan mekteplerinden, tarikat medreselerinden veya mahalle okullarından ne farkları kalır?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.