Siz ayağınızı uzatana kadar Mesut çoktan çıkarmıştır ayağından topu. Sizin kapatmaya çalıştığınız alanın tam tersine yuvarlamıştır topu veya sizin göremediğiniz demarke konumundaki arkadaşıyla buluşturmuştur bile. Mesut Özil, kariyerinin son yıllarını Türkiye’de tamamlamayı planlayarak da hamle ve zamanlama becerisini bir kez daha göstermiştir. Çocukluk aşkı Fenerbahçe için bazı yaşları ve bazı paraları beklemiştir
İki haftadır memlekette bir hareketlilik bir hareketlilik, ne oluyor acep dedim? Mehdi mi geliyor, kurtuluyor muyuz? Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektör öğrencileri dinleyip kenara mı çekilecek? HDP’nin insan hakları/demokrasi/eşit yurttaşlık talepleriyle arasına mesafe koyması istenmeyecek mi artık? Yoksa…
Hamza Yerlikaya şu kayıp diplomasını koyduğu yeri mi hatırladı birden? Ahh şu belli bir yerde dursun diye bir yere konup sonra unutulan eşyalar ne çok aksiliklere yol açıyor değil mi Hamza pehlivan? Allah’ı var şimdi kazandığı güreşlerden sonra da iyi takla atarak gösterirdi sevincini! Hiç gören duyan var mı Adalı Halil’in, Koca Yusuf’un, Yaşar Doğu’nun taklalar attığını?
Önce fısıltılar yayılıyor “Gelir mi, gelmez mi” diye. Sonra “Bir gün gelir elbet neden gelmesin, burası onun da memleketi”, “Çocukluktan beri hayaliymiş” yumuşatıcıları atılıyor makinaya. Karşılıklı görüşmelerin sürdüğünü, iki tarafın da birbirine karşı boş olmadığını fısıldıyor spor programları. Hâlâ TRT’den tam olarak kaç para aldığını bilemediğimiz Ersin Düzen, fısıltıları bir bir düzüyor ve gelebileceğini müjdeliyor kamuoyuna.
Fenerbahçe için düzenlenen bir yardım toplantısında Acun Ilıcalı ve Ali Koç manidar manidar gülüşüyorlar. Acun Ilıcalı “Adamın kulübüyle sözleşmesi var, ciddi paralar alıyor kulübünden, şimdi gelemez ama ileride bir gün mutlaka gelecektir” diyor. Ali Koç “Yani bu sezon gelemez mi diyorsun?” diyerek maske altından gülümsüyor Acun’a. Aslında epeydir futbolcunun geleceğini bildiğini sözde belli etmemeye çalışarak meraklanmamızı istiyor. Para böyledir işte, insanı gizemli konuşmaya iter, incelikli söz oyunları yapacak zarafeti verir. Ali Koç elindeki maddi gücün tadını çıkarıyor kısacası. Ama onun da Allah’ı var, kapitalizmin ne kadar kötü bir sistem olduğunu söylemişti birkaç yıl önce. Ne dersiniz kitaplara merakıyla bilinen Ömer abisinin kitaplığına mı girdi yoksa gizlice?
Baba Rahmi Koç da bilgisayarla haşır neşir öğrencileri kastederek gençlere tavsiyelerde bulunmuştu yakın zamanlarda: “Bu Bill Gates’e, Steve Jobs’a özenip derslerinizi ihmal etmeyin, herkes dahi değildir.” Çok haklı değil mi Baba Rahmi Koç? Hayalci olmayın, çıtayı yüksek tutmayın, hayatta gelebileceğiniz en iyi yer onun şirketlerinin birinde çalışanı, hadi diyelim orta düzey bir yöneticilik “pozisyonu” olacaktır. Adam geleceğimizi görüyor; çünkü nereden geldiğimizi ne mezunu olduğumuzu ne yapabileceğimizi gösteren binlerce iş başvurusu var ellerinde. “Her bişeyciklerimizden” haberdarlar. Yani… WhatsApp kişisel bilgilere erişebilecek diye kaygılanan insanlar, kendilerine ait bilgileri zaten, özene bezene yazılan CV’lerle bu gibi ailelerin/holdinglerin ellerine vermiş değiller mi? Koç ailesi “çalışmaktan” çok CV okumaktan yorulmuştur herhalde.
Memleketin insan kaynaklarını okuyunca ne hissediyorlar acaba? Üniversite bitirmiş, dil bilen, iyi yetişmiş yüzbinlerce insanın razı geldikleri çalışma şartlarını, ücret düzeyini önlerine gelen CV’lerde gördükçe ne düşünüyorlardır sahiden? Ne olacak, sayısız insana iş kapısı ve “ekmek” verdiklerini düşünüyorlardır tabii ki.
Futbol sadece futbol değildir denir ya çok doğruymuş; nerelere götürüyor insanı şu kozmik yuvarlak!
Özel uçaklar havalanıyor futbolcuyu getirmek için. Futbolcuya ait önceden hazırlanmış hayat hikayeleri bir bir yayımlanıyor televizyon kanallarında. Canlı yayına bağlanan yorumcular sevinç ve coşku içindeler.
Ne oldu acep diyorum. Barbaros Hayrettin Paşa seferden mi döndü? Dağıtılacak bir ganimet kokusu mu aldı tebaa? En son memlekete bu şekilde bir Kemal Derviş gelmişti 2001 krizinde: Şu günde şu kadar yasa çıkarın, şu hapları aç karnınıza sabah akşam için, kısa zamanda iyileşeceksiniz! Sonrasında ver elini düzenli kapitalizm! İyileştik mi onca acı reçeteye rağmen? Yoksa önümüzdeki maçlara/krizlere mi bakacağız artık?
Yok hiçbiri değilmiş, Alman milli futbolcu Mesut Özil geliyormuş. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu sevinçten ağlarken Alman mevkidaşına “Bu sefer engelleyemeyeceksiniz Mesut’la Cumhurbaşkanının görüşmesini… Siz bizi kıskanıyorsunuz itiraf edin haydi” dedi… Hele şu fani parasal konular bir halledilsin kulüple futbolcu arasındaki, sıra o büyük buluşmaya da gelecek. Büyük buluşma derken seyircilerle futbolcunun buluşmasını değil kastettiğim. Saray’daki büyük buluşmayı diyorum. Tarihi şimdilik belli değil ama millet kenetlenmiş Saray’da sahnelenecek büyük buluşmayı bekliyor. “Koç” ailesi de bu buluşmayı birkaç ihale ile taçlandırır artık önümüzdeki seçimlere kadar. Hem ne öyle bütün büyük ihaleleri hep aynı kişiler/gruplar alıyor! Seyirci yeni yüzler görmek ister sahada değil mi?
Mesut Özil ne yapar diye soracak olursanız vaktiyle reddettiği milli formayı zaten giyemez kurallar gereği. Ama ilerde hoca olur, Hidayet Türkoğlu gibi bir federasyon başkanlığı olur, yukarısı yürü ya kulum dedikten sonra olur da olur.
Zaten oyun bilgisi buna müsait Mesut’un. Toplu oyunu, topsuz oyunu çok iyi biliyor. Tüm sahayı görebiliyor, bir kadastrocu gibi sahayı parselleyebiliyor. İkinci önemli özelliği de Mesut Özil’in topu ayağından çıkaracağı anı, topla buluşacağı zamanlamayı diğer futbolculardan bir yarım/çeyrek saniye önce yapabilmesidir. Futbolda bir saniye çok uzun zamandır, o yüzden yarım/çeyrek saniye dedim, sihirbazın el çabukluğu gibi düşünün hamle zamanını. Siz ayağınızı uzatana kadar Mesut çoktan çıkarmıştır ayağından topu. Sizin kapatmaya çalıştığınız alanın tam tersine yuvarlamıştır topu veya sizin göremediğiniz demarke konumundaki arkadaşıyla buluşturmuştur bile. Mesut Özil, kariyerinin son yıllarını Türkiye’de tamamlamayı planlayarak da hamle ve zamanlama becerisini bir kez daha göstermiştir.
Futbolun en iyi yanlarından biri herkesin futbol hakkında rahatça konuşabilmesidir. Futbol oyununun içine teknolojilerin girmesi, yeni antrenman ve taktiksel gelişmelerin yaşanması, oyunun sayısal verilerle “bilimsel” kılınması istense de son söz yine seyircinindir. Yayıncı kuruluşlar, yüksek bilet fiyatları, sponsorluklar ve benzeri profesyonellikler yeşil sahaların büyüsünü soldursa da hala oyunun kendi doğası milyonları peşinden sürüklemeye yetmektedir. Gezi Direnişi’nde, Ergenekon sürecinde, bazı bakanların bariz kulüpçülük yaptıkları zamanlarda tribünler iktidara karşı net bir tavır almışlardır. Bu muhalif tezahürat ve sloganlar gazetelere, spor programlarına yansımasa, gündeme getirilmese de seyirci çok şeyin farkında olduğunu belli etmiştir. İktidar mahalledeki tek topun sahibi olmanın verdiği şımarıklıkla oyuna müdahil olmaktadır. Ümit veren atak girişimlerini faullerle kesmektedir. Sahada tarafsız adil olması gereken hakem bir türlü kartını göstermemektedir iktidar takımına. Bu durumda seyircinin hakeme gözlük istemesinde sakıncalı bir yan neden olsun ki!
Niye rahatsız eder ki bir konuda herkesin fikrini söylemesi? Keşke başka konularda da halk fikrini söylese, tepkisini ortaya koysa! Size şunu söyleyeyim, bir seyirci iyi oynamayan futbolcu öz kardeşi bile olsa onun sahada durmasını istemez, gerekiyorsa yuhalar, taraf tutmaz, objektiftir davranır. Seyirci yıldız oyunculara bayılır ama; formasını ıslatan, terinin son damlasına kadar mücadele eden futbolcuya da ayrı bir değer verir kişisel koleksiyonlarında. Mesut Özil’e getirilen en önemli eleştirilerden biri de budur: formayı yeterince ıslatmamak, ikili mücadelelerden kaçmak, ruhen takımın bir parçası olmamak…
Mesut Özil, Almanya doğumlu bir Türk. Ailesinin zorluklar yaşadığı aşikâr. 1988 doğumlu olduğuna göre ikinci kuşak bir gurbetçi çocuğu. Almanya’da açmış gözünü, on yedi yaşında ilk defa gezmek için geldiği ailesinin memleketi Zonguldak’a ısınamadığını kendi anlatmış. Bir Alman gibi düşündüğünü, yaşadığını belirtiyor. Gurbetçi çocuğu olmanın sıkıntılarını yaşamış olsa da kendi ülkesinin çocuklarından bazı konularda daha rahat ve avantajlı olduğu açık. Mesut bu futbol stili ile Zonguldak’ta dünyaya gelse ve top oynasaydı pek dikkati çekmezdi kanaatimce. Çünkü Mesut’un farkını yaratan sahayı kullanma becerisini görecek, yorumlayacak bir hocaya denk gelmesi zayıf bir olasılıktır. Alman ekolü, disiplini, altyapısı ve yansızlığıdır Mesut’u sivrilten. Mesut da bunun farkında zaten. O yüzden de gelişimini borçlu olduğu ülkenin, Alman milli takımı formasını seçerek göstermiştir tercih sebebini. Almanya milli formasıyla daha çok göz önünde olacaktır. Kariyeri ve kazanacağı gelir açısından bakmıştır milli takım seçimine. Kariyerlerinin zirvesine İspanya’da çıkmış bir Nihat Kahveci, bir Rüştü Reçber, bir Arda Turan ile kıyaslanamaz görünürlük ve aşması gereken zorluklar açısından. Zirveye giden yol Mesut için daha kısadır diğerlerine göre. Türk futbolu, futbol pazarına daha uzaktır sonuçta.
Gençliğinde, kariyerinin başında Türkiye için oynamayı seçmedi Mesut, seçmek zorunda da değildir. Bu tercihe mili hasletler/duygular açısından bakmıyoruz elbette. Daha iyi hayat koşulları sağladığı için Almanya’da çalışmayı/yaşamayı seçen işçilerin tercihinden çok da farklı bir durumu yoktur Mesut’un tercihinin. Burada bir farklılık yaratan durum varsa ya da şöyle söyleyeyim bir futbolseveri burada rahatsız eden bir şeyler varsa Mesut’un seçtiği formanın/takımın gücüyle ilgilidir. Mesut “arsadan”, “arsa kültüründen” gelmediği için şunu bilmiyor: Arsada olan çocuklar belli bir güç dengesine göre karşılıklı hakkaniyet ölçüsünde birbirlerini paylaşarak takımları kurarlar. Oyunu bilenlerle daha az iyi oynayanlar eşit bir dağılıma sokulur, takımların güçlerinin dengeli olmasına çalışılır. Kazanmak ve kaybetmek bu paylaşımdan sonra ikincil bir süreçtir. Hep kazanmak değildir öncelikli olan, hak ederek kazanmaktadır. Mesut diyelim Finlandiya, Malta, Ukrayna, Avustralya, Japonya gibi bir ülkede doğsaydı, yaşasaydı bu ülke milli takımlarından birini mi seçerdi yoksa o ülkelerden daha ileri bir futbol ülkesi olan Türk milli takımını?
Mesut arsa kültüründen gelen bir topçu olsaydı onu zayıf takıma seçerlerdi ya da kendisini o an daha güçsüz görünen takıma koyardı. Adalet duygusu bunu gerektirirdi ve adalet duygusu böyle yaparak çocuklarda içsel bir davranış biçimine dönüşürdü. Mesut’ta ben bu adalet duygusunun kırıntılarını bile göremiyorum nedense. O daha çok, çok sevdiği PlayStation oyunundaki yapay-mekanik futbolcuları hatırlatıyor. Oyun bilgisi gelişkin, en iyi hamleyi hesaplayan bir Deep Blue. Bir an için şöyle bir düşünce deneyi yapın. Yaklaşık yirmi yıl geriye gidin ve kendinizi futbolcu seçen bir teknik direktör/tek seçici olarak hayal edin. Seçmeye katılan oyuncuların hepsi de sol ayaklı/solak futbolcular. Liste şu: Sergen Yalçın, George Hagi, Emre Belezoğlu, Cevad Prekazi, Ergun Pempe, Hakan Ünsal… Şimdi hepsinin kariyerlerini, futbol geçmişlerini unutun silin hafızanızdan. Ve unutmayın siz Türk mantalitesinde bir hocasınız, hangisi seçilirdi sizce, hangisi size daha yakın ve sıcak gelirdi bu gençlerden? Sol beke, yere çok daha sağlam basan Hakan Ünsal’ı mı seçerdiniz yoksa rakip futbolcunun arkasından koşacak gibi durmayan Mesut’u mu? Ya da orta sahaya Sergen, Emre, Hagi üçlüsünden birini mi seçerdiniz yoksa Mesut’u mu? Mesut Özil yatıp kalksın Almanyalı işçi ailesine, Alman ekolüne, altyapısına, hocalarına, Alman milli takımını yöneten J. Löv’e, Merkel’e dua etsin onu bu günlere getirdiği için.
Mesut Özil, Arsenal’de yıllık sekiz milyon avro alıyordu. Bir önceki takımı Real Madrid’den yıllık beş milyon avro alıyormuş. “Çocukluk aşkı Fenerbahçe’den yıllık dört milyon avro alacağı söyleniyor. Beş milyonluk imza parası da üç buçuk yıllık sözleşmesi boyunca eşit taksitle ödenecekmiş, bonuslar da hariç. Yani neredeyse on yıl önce 22 yaşında Real Madrid’e transfer olduğu, futbol hayatının en diri zamanlarındaki rakamlarla gelmiştir Fenerbahçe’ye. Şair Behçet Necatigil’in Açık şiirinin bir dizesi şöyledir: “Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları” … Mesut Özil de çocukluk aşkı Fenerbahçe için bazı yaşları ve bazı paraları beklemiştir.
Diego Armando Maradona niçin büyük futbolcu biliyor musunuz? İngilizlere ilk golü Tanrı’nın eliyle, ikinci golü (yüzyılın golü) de Arjantin halkını temsilen topu yaklaşık altmış metre sürerek ağlara bıraktığı için değildir. Arjantin dünya kupasında finallere taşıması, 1986 yılında dünya şampiyonluğu yaşatması da değildir. Arjantin 1978 yılında Dünya Kupasını “matador” lakaplı Kempes ve teknik direktör Menotti yönetiminde zaten daha önce kazanmıştır. Dünya Kupası kazanmak bir hayal değildir Arjantin için. Maradona 1.65 santim boyundadır, futbol için bile kısa bir boydur. “A” takımla abileriyle sahaya çıkan genç bir çocuk görünümündedir. 1978 dünya kupasının uzun saçlı, fuleli, uzun boylu, yürek hoplatan Kempes’le fiziksel olarak kıyaslanamaz bile. Onu futbolcu olarak farklı kılan topla yapışık olmasıdır. Topu vücuduna ayaklarına yapıştıran Maradona bir anda futbol topunun yüksekliği kadar boydan ve enden yükselmekte genişlemektedir.
Futbol sahasını Newton fiziğiyle oynayanların yanında o Aynştayn’ın uzay-zamanı büken kütlesel çekim alanıyla oynar sahada. Top, Maradona’da ise etrafını büken, kendine çeken, diğer futbolcuların yanına sokulmasını engelleyen bir uzay-zaman içerisinde hareket eder. Aynı futbol sahasında, benzer formalarda, eşit koşullarda, aynı sürelerde oynar görünebilir ama o kendi uzay-zamanında yalnız oynamaktadır. İngilizlere attığı asrın golünde altı İngiliz iri kıyım güçlü futbolcunun bir türlü Maradona’nın ayağındaki topa uzanamamaları, onu belli bir mesafeden takip etmek zorunda kalmaları, hatta tam olarak kaleye giden son dokunuşu kimin yaptığının tespit edilememesinin nedeni de Maradona’nın kütlesel çekim gücüyle sahayı kendi etrafında döndürmesi, bükmesindendir… Ama bu bireysel yetenekleri de değildir Maradona’yı benzersiz kılan…
Maradona doğduğu çalkantılı Arjantin’i, Buenos Aires sokaklarını, çevresindekilerin, ailesinin yaşadığı yoksulluğu, eşitsizliği, çaresizliği hiç unutmadı. Bin tane hatasına rağmen çocukluğunun geçtiği yere benzeyen Napoli kentini seçti. Kül ve is kokan bir şehri sırtladı, İtalya ve Avrupa kupalarını kazandırdı ilk kez. Kuzeylilerin aşağıladığı bir suç şehrine unutulmaz zamanlar yaşattı. Büyük bir şehirde büyük bir takımda yıldızlar ve imkanlar topluluğunda başarılı olmak kolaydır. Menottinin dediği gibi Maradona Napoli’de, bir bando takımından dünyaca bilinen bir orkestra yarattı. Real’de, Barcelona’da herkes şampiyonluk yaşayabilir ama Napoli’de bunu yapabilmek için hayata başka yerden bakan, ezilenlerin dilini bilen, muktedirlerin elini değil direnenlerin elini sıkan, onların yanında yer almayı seçen biri olmak gerekiyor. Diego Maradona için Napoli sıkıntılı geçen çocukluk günleriydi ve içindeki adalet duygusu ona zayıf/güçsüz takımı seçmesini söylüyordu, ona bu yakışırdı zayıf bir takımla güçlülere karşı savaşmak.
Yıldızların futbol hayatlarından sonra savruk bir hayat yaşanmalarının bir nedeni de futbol sahalarında varlıklarıyla dengeledikleri adaletsizliği daha sonraki hayatlarında gideremeyecek olmanın verdiği çaresizlik hissidir. Maradona’yı veya Metin Kurt’u içten içe kemiren bu duygudur. Hayatı yenmek için yıldız olmak yetmemektedir. Doğrudan veya dolaylı bireysel çabalar bir yere kadardır. Çare her zaman olduğu gibi takım oyunuyla gelecektir, halkın sahaya inmesiyle olacaktır.
Doksan dakika bitmek üzere hakem her an düdüğü çalabilir. İş karambole kalmadan son gol vuruşunu deneyelim:
Benim gibi mahalle takımının yıldız futbolcuları için Mesut “düz” bir topçudur, spectaküler/artistik bir yanı yoktur. Sol ayağının içi ile akan oyunda boşa koşan adamın önüne topu yuvarlamak kimseyi büyük futbolcu yapmaz. Bir seyir zevki yoktur, nokta.
Düüüttt
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.