İspanyol diktatör Francisco Franko’nun ailesi nihayet 1938’den beri işgal ettikleri yazlık saraydan atıldılar. El değiştirme İspanya’nın geçmişine nasıl karşı çıktığını gösteriyor ama aynı zamanda Franko’nun destekçilerinin hala ellerinde tuttukları gayrimenkul ve iş dünyasındaki muazzam güce işaret ediyor
10 Aralık’ta Pazo de Meirás malikanesi İspanyol devletinin eline geçti, nihayet Franko ailesinin mülkü olmaktan çıktı. Mahkemeler bu mülkün 1938’de kendisini devlet başkanı ilan eden Franko’ya bağışlanması kararını iptal edince yaygın bir şekilde kutlanan bu el değiştirme Eylül’den beri beklenmekteydi.
Ama bu haber Franko’nun yazlık sarayının kaderinden daha fazla şeyi ifade ediyor. Bu [karar], tarihsel anlatı üzerine verilen savaşın -Franko dönemine ilişkin hakikat, adalet ve tazminatlarda kaydedilen küçük ilerlemelerin yanında- İspanya’nın travmatik geçmişinin ele alınışı medyadaki tartışmanın anahtar konularından biri haline geldiği bir zamana rastladı.
Pazo de Meirás’ın dönüşü İspanya’nın tarihini nasıl ele aldığında bir dönüm noktası olabilir -ve onunla bağlantılı politikalarla da. Medyanın spot ışıkları ilk defa diktatörlük ve onun görevlileri tarafından yürütülen ekonomik yağmalamaya, baskıya ve emek sömürüsüne çevrildi.
Bu dönüşün bütün sonuçlarını henüz bilmiyoruz. Şimdilik, Franko’nun mirasçıları ailenin zenginleşmesini araştıran çeşitli gazeteci ve araştırmacıların güya “nefret söylemi”ne karşı yasal işlem başlattılar. Madrid’deki bir mahkeme davayı kabul etti.
Diktatör’ün ölümünden bu yana geçen kırk beş yılda -şimdi İspanya’da telafi etme çağrılarını olumlu karşılayan bir hükümet olsa da- gerçekten ne değişti? Yapılması gereken nedir ve bu İspanya’nın kurumlarına, tarihsel-hafıza hareketine ve genel olarak topluma neleri dayatmaktadır?
Uzun zamandan beri tarihçiler arasında Frankoculuğun doğasına ve tarihsel gelişmesine dair karmaşık tartışmalar olageldi. Akademik olarak yapılan ilerlemelere rağmen, toplum henüz ortak bir anlatıyı kucaklamıyor. Bir dizi sembolik anının, problemin kurumsal tanımının olmayışının, pek çok on yıl boyunca süren susturmanın yan yana olması kamuoyunun anahtar tartışmaları anlayıp kabul etmesini zorlaştırdı. Travmatik bir geçmişin yaralarını ele almak -ve iyileşmek- isteyen demokratik toplumlar için bu [tartışmaları anlamak ve kabul etmek] temel bir gereksinim.
Ancak, tek problem bu değil. Çünkü bugünün İspanya’sında bile, ana destek kalelerinde hala var olan Franko yanlısı pazarlıkçılık ile yaşıyoruz. Frankoculuk savunmacılığı kamusal alanda dayanıklı, kurumlaşmış bir varlığa sahip ve hatta diktatör tarafından miras bırakılan kurumlar devletin politik, sosyal ve ekonomik hayatının örgütleyici ilkesi olarak kalmaya devam ediyorlar.
Geçmiş onyıllarda, demokratik hafıza kültürü için mücacelelerin serpilmesi -aslında rejim tarafından “kaybedilen” binlerce insanın kalıntılarını bulmak ve bilgi alma hakkında ısrar etmekle bağlantılı olan- bir anlamda tarihsel akademik ilerleme ile eş zamanlı gelişti.
Bu dönüşüm süreci uzun ve karmaşıktır, ama bazı anahtar karakteristiklerinin tanımlayabiliriz. Tarihsel akademik çalışmalar söz konusu olduğunda, kurbanların toplam sayısına odaklanan sayısal çalışmalardan, baskının pek çok somut ve spesifik yanlarına doğru yeni odaklara kayma oldu.
Sosyal anlamda, açıkça politize olmuş bir geçmişe bağlılıktan -tek düze ama marjinal- tarihsel hafıza diskorsunun İspanyol toplumunda göreli hegemonya kazandığı bir duruma doğru ilerleme oldu. Bir toplumsal çoğunluk tarihsel hafıza hareketinin taleplerini kucakladı -ve kurumların vakit geçmeden eyleme geçmesi gerektiğini anlamaktadır.
Ama burada çelişkiler var. Bu süreç, özellikle, İç Savaş’ın bilhassa politik mirasını artan bir şekilde azımsama ile elele işleyegeldi. Çünkü geçtiğimiz onyıllarda bu travmatik geçmişin kavramları dönüştürüldüler. İç Savaş “demokratlar ve faşistler arasında savaş”tan veya “toplumsal dönüşüm (devrim) ve faşizm arasında” bir savaştan, basit bir “insanlık trajedisi”ne, “kollektif hata”ya veya bir “trajik episod”a döndü.
Eğer 1975’te Franko’nun ölümünden sonra inşa edilen demokratik düzen anlaşmazlıkların üstesinden gelmek (ki artık rızaya dayalı olmalıydı) üzerine inşa edilecekse, İç Savaş bize dersleri, değerleri veya içinde bulunulan an için içgörüleri olmadan sunulmalıydı. Bu kardeşin kardeşi öldürdüğü bir çatışmaydı ve gerçek derinliği sadece onu bağlamından sıyırmakla anlaşılabilirdi.
Böylece o [İç Savaş] kurbanları ve suçluları; ekonomik ajandası veya sosyal adalet talepleri; halkı ve oligarşisi; istila edicileri ve istila edilenleri olmayan bir çatışma olarak gözükür. O sadece bir hata, unutulması gereken bir geçmişti: “uzun bir çatışmalar ve bölünmeler dönemi”, şimdiki kral VI. Felipe’nin söylediği gibi. Bir yandan bu anlatı işleyiş kazanırken diğer yandan da travmatik geçmiş medyanın artarak dikkatini çekmeye başladı.
Tarihsel hafızayla bağlantılı yasama tedbirlerinin bir önceki raundunda bu aslında görünürdeydi. Ekim 2007’de, söz verildikten üç yıl sonra, İspanyol parlamentosu kurbanların haklarını tanıyan ve genişleten bir yasa geçirdi. Yasa, İç Savaş ve diktatörlük sırasında kovuşturma ve şiddetten mağdur olanlara destek vermeyi vaat eden tedbirleri de beraberinde getirdi.
Bu “52/2007 Yasası”, 1990’ların ortasından beri 1975’i takiben demokrasiye geçildikten sonra diktatörlüğün yararına işleyen cezasızlığı sınırlamak gerektiğinde ısrar etmiş olan, büyüyen tarihsel hafıza hareketinin taleplerine bir cevaptı. Hareket, İç Savaş’ın ve Frankocu baskının etkileri hakkında toplumun farkındalığını arttırmak için mekanizmalarla beraber, akademik çalışmalara destek verilmesi ve kaybolanların kalıntılarının bulunması için çağrıda bulundu.
Teklifi verenlere göre, 2007 Yasası, ‘’kamu otoritelerinin tarihimiz hakkında farkındalığa yönelmiş politikaları icra etmesi ve demokratik bir hafıza kültürünün temellerini atacak’’tı. Ancak, sonundaki maddeler İspanyol toplumunda büyük tepki yarattı. Muhafazakarlardan gelen tahmin edilebilir eleştirirlerin ötesinde, tarihsel hafıza hareketinin geniş bir kesimi yasanın çekingenliğinden ve cesaretsizliğinden yakındı.
Asociatión Para la Recuperación de la Memoria Histórica’ya [Tarihsel Hafızayı Geri Kazanma Derneği] göre, yasa “diktatörlükten demokrasiye geçerken adalet için gerekli programların üç unsurunu tatmin etmiyordu.” La Guerra Civil como moda literaria’nın yazarı David Becerra’nın sözleriyle, yasa itaat etti ve “tarihsel olmayan, depolitize edilmiş mantığı yeniden üretti.” Devamla, “her bakımdan yetersiz” olan 2007 yasası, “İç Savaş’ı kazananların bugün hala yararlandıkları ayrıcalıkları sonlandırmak gibi geçmişle bir kopuş yaratmak bahanesine bile gerek duymadı, ama bunun yerine, geçiş [1975 sonrası] sırasında kurulan anayasal birlikte varolma modelini daha da kuvvetlendirdi,” diye ekledi.
Eğer bu diktatörlüğün cezasız kalmasına karşı mücadele ve sosyal mobilizasyonda bir dönüm noktası idiyse, yasanın kendisi, teklif edenlerin söz verdiklerinin yakınına bile varamadı. Takip eden on yılda İspanya’daki bölgesel ve ulusal etnik azınlık otonom yönetimleri bu ulusal yasayı bir gerçeklik yapmak ve hatalarını yamamak için bir dizi yasa geçirdiler. Ancak, onüç yıl sonra, hala büyük ölçüde ölü bir belgedir.
Çeşitli hükümetlerin, medyanın ve yasal otoritelerin eylemleri -veya eylemsizlikleri- Frankoculuktan suçlu olanlara cezasızlığı garanti ettiler. Bu arada, kaybolanların kalıntılarını bulmak ve diktatörlüğün kurbanlarına, onların yakınlarına dikkat çekmek için sadece minimal ilerlemeler sağlandı. Başlangıçtaki öneri ne kadar ılımlı olsa da icraat olarak hemen hemen hiçbir şey elde edilmediğinden kimse şüphe etmemeli.
Bu dinamiği değiştirebilen tek şey üretilen kültürel içerik ve politik propoganda oldu -sergiler, ders dizileri, TV ve film, herkese açık konferanslar ve kültür ve politika dünyasından önemli isimlerin sembolik katkıları. Bu faaliyetler geçtiğimiz yıllarda bir demokratik hafıza kültürü çağrısının güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Hatta, bazıları, maddi tazminat eksikliğini telafi etmek için kültürel kavgaya döndüler.
Bu anlamda, mevcut hükümetin 2021 başında geçirmeye niyetlendiği Demokratik Hafıza Yasası toplumun geniş katmanları arasında büyük umutlara yol açtı. Yasa metni, diktatörlüğü övmekten Frankocu kararları silmeyi cezalandırmaya, devletin ortak mezarları açmak sorumluluğundan Frankocu şiddetin suçlularına verilen ünvan ve madalyaların geri alınmasına kadar bir dizi önlem getiriyor. 52/2007 Yasası’nın tersine etkin yaptırımlar sistemi de içeriyor.
Ancak, bazı en önemli tarihsel hafıza dernekleri yasa metnini kamuoyu önünde eleştirdiler. Foro por la Memoria [Hafıza Forumu], kaydedilen ilerlemelere rağmen, ‘’yasanın cezasızlığın İspanyol modeliyle bir kopuşu’’ içermediğini ve önerdiği çözümün, ‘’maddi olmaktan daha çok sembolik’’ olduğu fikrinde. Asociación por la Recuperación de la Memoria Historicá [Tarihsel Hafızayı İyileştirme Derneği] yasanın pek çok unsurunun havada asılı bırakılmasından şikayetçi, bahsedilen tedbirlerden kimin sorumlu olduğu veya hangi mekanizmalar yoluyla yerine getirileceği bilinmiyor.
Bazı adımlar atıldı. Ekim 2019’da Franko’nun cesedinin Kavgada Düşenler Vadisi’ndeki mezarından çıkarılması (her ne kadar burası için yeni bir amaç belirtilmediyse de) ve Demokratik Hafıza Yasa Taslağı’nın hemen geçirilmesi (yukarıda belirtilen kısıtlamalarına rağmen) İspanyol toplumunun hakikat, adalet ve tazminat için mücadele eden kesimleri içinde umudu tazeledi.
Acı, suskunluk ve kabullenmeyi yaşamış toplumlarda, travmatik geçmişle baş etmek ve onu geçen zaman üzerinden yansıtmak çok karmaşık bir süreçtir. Parlamentodaki çatışmaların arkasında içinde bulunulan anın bireysel ve kollektif kimlikleri tarafından taşınan geçmiş okumalarının üzerine derin bir toplumsal çatlak var. Ama, aynı zamanda acı, yağmalama, ölüm ve baskı üzerine inşa edilmiş bir gerçekliği gizliyor.
Bu kendi zamanımıza ait bir bir problemi. Çünkü, travmatik geçmişi bugünkü gerçekliğimizden güvenli bir mesafedeki uzaklığa koyabileceğimiz kollektif bir hataya indirgemek, Frankoculuktan suçlu olanlara politik, sosyal, kültürel ve ekonomik cezasızlık bağışlamak demektir. Suçu suçluya temlik etmek -veya bir onarmaya erişme olasılığını reddetmektir.
Bugün hala Frankoculuğun devam eden öneminin pek çok belirgin emaresi var. Franko tarafından yeniden tesis edilen monarşiden çeşitli yasal organlara ve askeri yapılara kadar uzanıyorlar. Aynı şekilde, sevenleri tarafından bulunmayı bekleyen binlerce ölü gövde ve tabii ki, İspanya’nın her yanındaki sadık Franko takipçileri tarafından haraç, yağma ve hırsızlıkla meydana getirilmiş servetler. Büyük mülk sahibi aristokrat ve burjuva aileler ve darbeyi finanse edip, destekleyip on yıllardır onun başarısından kazanç elde edenler hala Frankoculuğun etkilerinden yararlanıyor.
Diğer yandan bu, tartışmayı neden gerçekten önemli sorular üzerinde odaklamak ve sadece, birey olarak Franko’yu açıktan kutlayan küçük vakıfları yasaklamak hakkındaki bir tartışmadan kaçınmak için de önemlidir. Böylesine marjinal, azınlık enstitüleri Franko’nun gözdelerinin ve varislerinin hala İspanya’daki en büyük özel işletmelerin liderliğiyle övündükleri ve monarşi de dahil olmak üzere resmi ve gayri resmi gücün ana kaynakları üzerinde kontrol sahibi oldukları gerçeğinden dikkatimizi uzaklaştırmamalıdır.
Tazmin edici bir perspektif inşa etmeye tartışma için yeni bir çerçeve oluşturmakla başlamalı. Bu da geçmişe dair vizyonumuzu çerçevelemenin yeni ve ortak bir yoluna ulaşmak için bir dizi sosyal gücü dahil etmek anlamına gelir. Bu ise, oligarşi ve ordunun İç Savaş ve uzun diktatörlük yılları aracılığıyla gömmeye çalıştıkları tarihsel miras olan sosyal adalet, özgürlük ve servet dağılımını ön plana almayı gerektirir.
Bu anlamda, Frankocu baskının jenosidci bir karakterinin olduğu ve bunun toplumun daha sonraki evriminde çok önemli bir rol oynadığının farkına varmakla başlamalıyız. 1936 darbesinden sonra muhaliflerin sistematik olarak yok edilmesiyle, Frankocu rejim, önemli toplumsal desteği ve gücü olan -ve İspanyol oligarşisinin ayrıcalıklı konumunu tehdit eden, toplumsal dönüşümcü talepleri silmeye çalıştı.
Frankoculuğun jenosidci yanının, baskıcı eylemlerinin kollektif hafızadaki yeri üzerinde etkileri oldu. Ama, aynı şekilde, 1936’yı takip eden -ve öncesindeki- sosyal ve siyasal mobilizasyonun kollektif hafızadaki yerinde de. Bu anlamda, baskı ve şiddet Franko rejiminin bel kemiği ve muhalefetin yok edilmesi de rejimin köktenci temellerinden biri olarak anlaşılmalı. Bazıları buna karşı çıkabilir, ama benim görüşüm, “içimizdeki düşmanın” yok edilmesi, ekonomik baskı ve alternatiflerin olmadığı bir rejim inşa etmek konusundaki kültürel çaba Frankoculuğun yüzlerinden biri değil, bel kemiğiydi.
Bugün, İspanya’nın travmatik geçmişinin günümüzdeki ele alınışının yeniden yönelimini becerebilecek güçleri bir araya getirmek meydan okuması ile karşı karşıyayız. Bunun anlamı yeni ve sembolik bir hafıza tanımlamaktır: “bir daha asla”yı garanti edecek, ama aynı zamanda şimdi için kurtuluşçu bir anlatı taşıyacak. Kurbanlar ve yakınları için tazminat (kısmi veya sembolik) vaadine -ve ortak mezarları elden geçirmek ve kaybolanları tanımak gerektiği üzerine yapılan vurguya- rağmen, mevcut çoğunluğun anlatısı İç Savaş’ın şimdiyle ilişkisini küçültmek ve travmatik geçmişin siyasal dayanaklarını silmek sonucuna varıyor.
“Tarafsız” hafıza fikri geçmişi anlamak ve genç nesillere demokratik değerleri öğretebilmek için önemli anahtarları saklayacak. Böyle bir tarafsızlık 1936’daki demokratik hükümeti, onun dönüştürücü, modernleştirici, yeniden dağılımcı projesini, ordunun bir kısmının dışardaki faşist güçlerle işbirliğinin sonucunda meşru hükümeti yenen anti demokratik bir oligarşi ile eşitlemek demektir. Bu aynı zamanda, savaş bittiğinde toplumun birçok kesiminin sistematik olarak yok edilmesini, ekonomik baskının etkilerinin susturulmasını ve bugün hala iş dünyasını domine eden yeni bir ekonomik-mali elit tabakasının konsolidasyonunu gizlemek demektir.
Öyleyse, bugün bir dönüm noktasındayız. Opsiyonlardan biri, demokratik hafızaya dair yeni bir vaadle devam etmek, ama kısmi, kendi çıkarıyla ilgili ve muhafazakâr olacağını bilerek. Veya yeni bir analitik çerçeve talep edebilir ve inşa edebiliriz, sadece geçmişin Frankoculuğuna değil, onun sorumlularına da -ve bugünkü İspanyol toplumunda devam eden güçlerine de ışık tutan bir yapısal yaklaşım.
* Vincent Galiana i Cano: Valencia’daki kamu eğitim sistemi içinde öğretim görevine devam etmekte olan bir tarihçidir. Valencia’daki “İç Savaş’ın ve Franko Diktatörlüğünün Kurbanlarını Destekleme Ofisi”nde araştırmacı olarak çalıştı.
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.