Lenin, daha 20. yüzyılın başında, Ne Yapmalı’da, “proletaryanın bilincinin, sınıfların birbirleriyle ve devletle ilişkilerinin bütün görünümlerine, herhangi bir açıdan değil, sosyalizmin görüş açısından tavır alabildiği oranda, sosyalist sınıf bilinci olabileceğini” söylemişti
Dikkat çekicidir, bugün pek çok Marksist, ulusal sorun, çevre sorunu, kadın sorunu gibi başlıklarda ihmalleri olduğunu söylemekte pek de beis görmez. Bu tespiti yapmak güzel de -büyük keşif sayılmaz tabii, her şey ortada- “neden” sorusunda derinleşilmeden aynı hatalardan kaçınmak mümkün mü?
Belirli bir Maksizm yorumu işçi sınıfını fabrikaya, işçi-patron ilişkilerine, sendikaya ve sendikalizme hapsetti. İşçi sınıfının tüm (politik) ilgisini kendisine yöneltti, başkaca sorunlarla ilgilenmeyi işçi sınıfı siyasetinden ve proleter sosyalist çizgiden sapma olarak tarifledi. Böylesi bir çizgi nasıl ilgilensin ki çevreyle, kadınlarla, ezilen uluslar ve dinsel topluluklarla? Daha da derinde altyapıcı, ekonomist, kaba determinist ilerlemecilik var tabii: Sosyalizm, kapitalizmin “türev sorunları” olan bahse konu başlıkları, ana meseleyi çözerek (kapitalizmi yıkacak proletarya devrimleri yoluyla) halledecektir nasılsa. Proletaryanın dikkatini “sınıf dışı” meselelerle meşgul etmeye gerek var mı? Proleter sosyalizmin “saflığını” bu karmakarışık meselelerle bulandırmaya gerek var mı?
Bu anlayış toplumsal hayatın bütününü kapsayan envai çeşit mevzuya böylece ilgisiz kalmış, ilgilenenleri de “milliyetçi, feminist, çevreci sapma” olarak nitelemiştir temelsiz bir kibirle. Sonuç, bu anlayışın etkisi altındaki bütün partilerin, sendikaların, sosyalist akımın çoraklaşması, iskelet gibi kuruyup kalmasıdır. (Tek neden bu değildir elbette, ama söz konusu saçmalığın tahribatı da az değildir.) Dahası pekâlâ sosyalist teori ve eylemin kapsayıcılığıyla zenginleşebilecek pek çok mücadele öbeği, tam da yukarıdaki kof kibir ve kısırlık nedeniyle sosyalizmden uzaklaşmıştır.
Halbuki Lenin, daha 20. yüzyılın başında, Ne Yapmalı’da, “proletaryanın bilincinin, sınıfların birbirleriyle ve devletle ilişkilerinin bütün görünümlerine, herhangi bir açıdan değil, sosyalizmin görüş açısından tavır alabildiği oranda, sosyalist sınıf bilinci olabileceğini” söylemişti. (mealen aktarıyoruz.)
Bu cümle, işçi sınıfının çevre, kadın, ezilenler ve kapitalizmden kaynaklı envai çeşit sorunla ilgilenmesine ne tür bir engel çıkarır? Çıkarmaz. Bilakis ilgilenmemek çıkarır ve işçi sınıfını “kendine hapsederek” siyasal alanda burjuvazinin eklentisi olmaya sürükler, sürükledi de!
Bir erkek işçi fabrikada kadın arkadaşlarıyla çalışır. Yemekhanede Kürt, Alevi ya da göçmen işçilerle aynı masada yemek yer. Memleketinde evi baraj altında kalan arkadaşının derdine ortak olur. “Havalar da bir garip” muhabbetinin sonu iklim krizine varır. Kadın cinayetleri konuşulur. Trafikten, kiraların yüksekliğinden yakınılır. Evlenecek genç işçi için dayanışma sandığı kurulur. Somalı madencilerin İzmir depremzedelerinin yardımına koşması takdir edilir. Ortadoğu’da uzayıp giden savaşlardan endişe edilir. Biden’ın neyi değiştireceği tartışılır. Bir TV dizisi, haftasonu oynanan futbol maçı hararetli sohbetlere konu olur. Özel okulların pahalılığı, tecavüzcü tarikat şeyhi… akla gelebilecek her şey işçinin gündemidir. Çünkü işçi hayatın içindedir; hayatı fabrikadan, toplumsal ilişkileri patronla didişmekten ibaret değildir. Öyleyse işçi sınıfı tüm bu sorunlara ilişkin, herhangi bir açıdan değil, sosyalizmin görüş açısından tavır almayı gerek kendi tecrübesiyle gerekse sosyalist arkadaşlarının etkisiyle öğrenebilir.
Peki sosyalistin görüş açısı yukarıdaki gibiyse, yani toplumsal yaşamın olanca karmaşasından süzülüp gelen envai çeşit sorunla ilgilenmeyi “proleter sosyalist saflığın” sulandırılması olarak görüyorsa? İşte o zaman ört ki ölem! Sosyalistin bıraktığı boşluğu, tüm bu sorunlara ilişkin kendi görüş açılarından “çözümler” üreten dinci, tarikatçı, envai çeşit milliyetçi akımın doldurmasının önünde nasıl bir engel olabilir ki bu durumda? Üstelik zaten hâkim ideolojilere sırtlarını yaslamak gibi bir avantajları da varken?..
Kadın sorunu ve iklim krizi gibi çok gecikilen konular bir yana, Türkiye’de “proletarya”, “sosyalizm” ya da sözde anti-emperyalizm adına Kürt sorununda az mı sosyal-şoven günah işlendi?
Son olarak, komünizm yeni hayat-yeni bir uygarlık demek ise, komünistler hayata dair hangi konuda susabilir ki? Ya da hangi konuda konuşurlarsa “proleter sosyalizmini” sulandırmış olurlar?
O halde “proletarya sosyalizmi” olarak sunulan bu iskeleti -elbette bu kavramı kullanan herkes aynı kategoride değildir- bir kenara itip, komünizmi olanca zenginliği ve kapsamıyla tarifleyip eylem kılavuzu haline getirmeden yürütülecek siyaset ne “proleter” olacaktır ne de “sosyalist”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.