Cumhur İttifakı içerisindeki gerilimin temel nedeni nedir? Bu soruya verilecek özet yanıt, ABD seçimlerinden sonra ortaya çıkan yeni politik tablo temelinde Erdoğan’ın manevra yapmak istemesi ve bu manevranın da Devlet Bahçeli ile MHP’nin stratejik hedefleriyle uyumlu olmamasıdır
Son dönemlerde hem ülke dışında hem de ülke içinde yaşanan politik olaylar kamuoyunda önemli tartışmaların kaynağı oldular. ABD’de ilk defa bir başkan, yenilgiyi kabul etmeyerek ve anti-demokratik yolları ve psikolojik savaş yöntemlerini kullanarak ABD başkanı olarak kalma arayışında oldu. Bu durum çok haklı olarak dünya kamuoyunda önemli bir tartışmanın da kaynağı oldu. “Trump fenomeni”nin ABD’nin geleneksel (özellikle de Avrupalı) müttefikleri üzerinde önemli etkileri olacaktır.
Bu geleneksel müttefikler, ABD iç siyasetinin kırılgan yapısını ve bu iç politikada yaşanacak köklü bir değişimin kendilerini savunmasız bırakabileceği ihtimalini gördükten sonra, artık yeni arayışlar içerisinde olacaklar ve de eskisi gibi artık ABD’ye güvenmeyeceklerdir. Hiçbir aklı başında büyük Avrupalı devlet (Almanya ve Fransa gibi), kendi güvenliklerini ABD seçimlerindeki birkaç bin belirleyici seçmenin ellerine bırakmak istemeyecektir. Demokrat Parti’nin bu geleneksel ilişkileri düzeltme ve sağlamlaştırma çabaları dahi, özellikle Avrupa’da yeni arayışların önüne geçemeyecektir.
Her ne kadar ABD hegemonyası düşüşte olsa da hala ABD’nin dünyanın geri kalanı ile büyük ve güçlü bağları bulunmaktadır ve dünyanın hiçbir ülkesinin ABD’de yaşanan politik değişimlerden olumlu ya da olumsuz anlamda etkilenmemesi mümkün değildir. Bu durum Türkiye için de geçerlidir ve zaten Türk iç politikasında son dönemde yaşanan olaylar bunun en açık göstergesini oluşturmaktadır.
Son dönemlerde Türk iç politikasında “Cumhur İttifakı” eksenli yaşanan tartışmanın kaynağında da ABD’deki seçimler ve sonuçları bulunmaktadır. Cumhur İttifakı içerisinde yaşanan gerilimin doğasını anlamak için, olayların arka tarihsel planının anlaşılması ve bu arka plandan “ön plan”a doğru düşünsel vektörlerin çekilmesi gerekmektedir.
Cumhur İttifakı içerisindeki gerilimin doğasını anlamak için önce bu gerilimin ana temasını doğru olarak belirlemek gerekmektedir. Cumhur İttifakı içerisindeki gerilimin temel nedeni nedir? Bu soruya verilecek özet yanıt, ABD seçimlerinden sonra ortaya çıkan yeni politik tablo temelinde Erdoğan’ın manevra yapmak istemesi ve bu manevranın da Devlet Bahçeli ile MHP’nin stratejik hedefleriyle uyumlu olmamasıdır.
O zaman başka bir soruyla devam edelim: Erdoğan’ın manevrasının politik hedefi nedir?
Erdoğan’ın yapmak istediği manevranın birbirine bağlı iki politik hedefi bulunmaktadır. Bunlardan ilki göstermelik bir açılım politikasıyla yeni ABD yönetimini oyalamak ve zaman kazanmak; diğeri ise ABD’ye karşı geliştirilen göstermelik politika aracılığıyla ve bu örtü altında MHP’den kurtulmaktır. Erdoğan MHP’den kurtulma politikasını yeni ABD yönetimi ve AB ile sözde açılmak istenen “yeni sayfa” politikasının altına gizleyerek, MHP’yi ürkütmeden ve zamansız karşısına almadan gerçekleştirmek istemektedir.
Bu birbirine bağlı gelişen iki politikaya biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Daha önce başka makalelerde de belirttiğimiz gibi, Erdoğan’ın genel olarak Batı (ABD-AB ittifakı karşısında) ama özel olarak da ABD karşında uyguladığı temel bir politikası bulunmaktadır. Bu politikayı, ABD’yi direk karşıya almadan ve onun genel politikasını kabul ediyormuş gibi görünerek ama dolaylı yollardan da bu politikayı boşa çıkarmak olarak özetlemek mümkündür. Bu politikaya dolaylı strateji denilmektedir ve kaldı ki Erdoğan bu politikasını özetleyen bir de söylem geliştirmiştir: dik dur diklenme!
Bu söylem, ABD gibi büyük emperyalist devletler ile görünüşte işbirliği yapmanın zorunluluğunu anlatırken, öte yandan da bu işbirliğini dolaylı yollarla kendi çıkarına “yontmayı” ve bu temelde görece bağımsız bir politika uygulamayı anlatmaktadır. Erdoğan bu stratejiyi iktidara geldiği andan itibaren başta AB’ye karşı olmak üzere ve bütün ABD başkanlarına karşı uygulamıştır. Bu politika ile amacı zamansız bir şekilde büyük devletleri karşısına almadan zaman kazanmak ve bu zamanı da başka alanlarda onları dengelemek için kullanmaktır.
Erdoğan özellikle G.W.Bush’tan başlayarak bütün ABD başkanları karşısında bu dolaylı stratejiyi uygulamış ve belirli bir başarı da kazanmıştır. G.W.Bush Erdoğan’ı ilk başlarda denedikten sonra ve onun bu ikili politikasını çözdükten sonra 2004-2005’ten itibaren Erdoğan’dan umudunu keserek Türk ordusuna doğru dümen kırmış ancak AKP-Gülen Cemaati İttifakı, Ergenekon Komplosu’nu 2005’ten itibaren devreye sokarak ve bu komplo ile orduyu pasifize ederek oğul Bush’un politikasını baltalamayı başarmıştır.
Erdoğan, Obama gelince daha rahat hareket etmiş, ona da görünüşte sözler vererek ve beklentiye sokarak ve de ABD politikalarıyla uyumlu hareket edeceği izlenimi yaratarak hatta bu noktada 2009’da Kürt sorununda Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi politikasını, 2013 yılında da PKK ile açılım politikasını devreye sokarak, Suriye’de “Eğit-Donat Programı’nı üzerine alarak ve yine İran’a karşı ambargoya görünürde katılarak, bütün bu politikaların içini boşaltarak Obama’yı da boşa düşürmeyi başarmıştır.
Erdoğan, Trump gelince de aynı politikayı sürdürmüştür. Trump’ın İran rejimini devirme stratejisi ve bu temeldeki taktik politikalarına görünüşte angaje olduğunu gösteren birçok adım atmış ve Türkiye’nin ABD ile stratejik işbirliğine gireceği görüntüsünü oluşturmaya çalışmıştır. Erdoğan bu işbirliğinin ürünü olarak Rojava’ya operasyon yapmıştır. Hatta Erdoğan, Trump ile olan bu görünüşteki taktik işbirliğini, MHP’yi kendisine bağlamak için de manivela olarak kullanmıştır.
Devlet Bahçeli ve MHP’nin Erdoğan ile ilişkisi ya da Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’a desteği, Erdoğan’ın Trump’ın ABD’siyle çok kapsamlı stratejik işbirliğine gidileceği anlaşmasına dayandığını varsaymak mümkündür. Trump, Obama’dan farklı olarak, bölgede Erdoğan Türkiye’sinin arzularına ve hırslarına gem vurmak yerine, Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya ve Kuzey Afrika’da onun önünü açan bir politika uygulamaya sokmuştur. Elbette Türkiye’nin önünün açılması ABD stratejisine bağlanan bir yapıya sahiptir. Örneğin ABD diğer müttefikleriyle İran rejimini devirmek isterken, Türkiye’nin Suriye rejimini devirmesine yeşil ışık yakmakta ve geri planda bütün desteği vereceğini belirtmektedir. Bu politika yani Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi Türkiye’nin Rusya ile direk savaşa girişmesi demektir. Zaten ABD İran rejiminin devrilmesi sırasında Rusya’nın Türkiye ile oyalanmasını istemekte ve İran’a müdahalesinin önüne geçerek, Türkiye aracılığıyla onu Suriye’ye çivilemek istemektedir. Böylece Rusya ile savaşan bir Türkiye giderek daha fazla ABD’ye bağımlı hale gelecek ve ABD stratejisinin dışına çıkamayacaktır.
Türkiye’nin Pantürkizm ve Panislamizm aracılığıyla bölgede savaşa sokulması MHP’ye de devlet içerisinde kadrolaşma ve hatta iktidara gelme olanağı yaratmakta ama en önemlisi de iç politikada AKP’nin MHP’ye bağımlılığını arttırarak AKP’nin farklı bir politika uygulama olanağını yok etmektedir. Buradaki ilginç nokta ABD’nin bölge politikasıyla MHP’nin bölge politikasının çakışmasıdır.
Görünen odur ki Erdoğan dolaylı stratejiyi Joe Biden karşısında da uygulamak istemektedir. Biden’ın seçilmesinin kesinleşmesiyle birlikte manevra arayışına girişmeye başlamış ve diğer ABD başkanlarıyla görünürde anlaşma taktiğini Biden’a da uygulamak istemektedir. Erdoğan Biden’ın ABD ile AB arasındaki geleneksel ilişkileri tekrar kurma anlayışı karşısında, taktik bir AB üyeliği söylemi ya da yeni bir sayfa söylemi devreye sokmuş ama bu o kadar samimiyetsiz bir şekilde yapılmıştır ki kimse ciddiye dahi almamıştır.
Erdoğan Obama’ya uyguladığı bir politikanın benzerini Biden’a da uygulamak istemektedir. İki defa aynı politikayı dogmatik bir şekilde uygulanabileceğinin ve Biden’ın Obama gibi hareket edeceğinin sanılması büyük hata olacaktır. Çünkü Biden demokratların geleneksel politikalarından ayrılmak zorunda kalabilir ve ABD iç politikasının dengelerinden dolayı “karma bir politika” uygulayabilir.
Bu karma politikayı, MHP ile AKP ilişkilerini inceleyen başka bir makalede ele almak daha doğru olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.