Devrim kavramının, zamanımızdaki gibi, yani toplumsal düzende radikal değişiklik anlamında kullanılması, Aydınlanma ve 1789 Fransız Devrimi dönemine rastlar. Fransız Devrimi’nden beri geniş kitlelerin katılımıyla devlet iktidarının yeni sınıf ve sosyal gruplara geçişi ve toplumsal ilişkilerde niteliksel değişiklikler anlamında kullanılmaktadır
Dünya solunun iyice gerilediği son yirmi yıl içinde devrim kavramı o kadar kirletildi, üzerinde o kadar tortul tabaka birikti ki, Marksizm’e bağlı olduklarını söyleyenler dahi kendilerini bu cürufun dışında tutamadılar. Sosyalizmin siyasi ve iktisadi mevzilerini gasp etmekle yetinmeyen emperyalistler ve gericiler, kuşatma altında tuttukları Marksist terminolojinin duvarlarını aşarak iç mevzilerine kadar sızdılar. Öyle ki darbeler, sistem içi muhalefet hareketleri, karşıdevrimci isyanlar, devrimler ve devrimci-ilerici toplumsal ayaklanmalar tek bir kavramla anılabiliyor. Şimdilerde devrimler, devrimci ayaklanma ve kitle hareketleri artık gerçek içerikleri ve kimlikleriyle yansıtılmıyorlar, ne denilmesi gerektiğine liberal ideologlar ve ana akım medya karar veriyor. Bundan etkilenen yeni sol akımların devrim kavramını yerli yerinde kullanmadıkları, ne anlama geldiğini tam bilmedikleri görülüyor.
Son on yılları bir hatırlayalım: Çekoslovakya’da Kadife Devrim (1989), Yugoslavya’da Buldozer Devrimi (2000), Gürcistan’da Gül Devrimi (2003), Ukrayna’da Turuncu Devrim (2005), Lübnan’da Sedir Devrimi (2005), Kırgızistan’da Lale Devrimi (2005), Tunus’ta Yasemin Devrimi (2010) ya da renkli devrimler (yeşil, mavi, sarı, mor vs.) Bunlar eski medyadan reklamlara kadar uzanan kadim çarpıtmalarla birleşince her şeyin birbirine karıştığı bir görünüm ortaya çıkıyor. Devrim ile reform ve karşıdevrim, sol tandanslı ayaklanmalar ile faşizan ve gerici gösteriler kasıtlı olarak birbirlerine karıştırılıyor.
Anlam değiştirerek çağımıza kadar gelmiş devrim teriminin kökeni oldukça eskidir. Geç Latinceden alınma “revolutio” (hareket, dolaşım) sözcüğü önce Hıristiyan metinlerinde ve Orta Çağ astrolojisinde, sonra 1543’te Kopernik tarafından göksel kürelerin dolaşımını ifade etmekte kullanılmış, burjuva devrimleri çağına geçişle birlikte siyasi bir içerik kazanmıştır. Burjuva devrimleri çağında saray darbeleri, kent ayaklanmaları, İngiltere’de 1688-1689’da II. James Stuart’ın devrilmesi (“Şanlı Devrim”) devrim olarak anılmaya başlandı. Zamanımızdaki gibi, yani toplumsal düzende radikal değişiklik anlamında kullanılması, Aydınlanma ve 1789 Fransız Devrimi dönemine rastlar. Fransız Devrimi’nden beri geniş kitlelerin katılımıyla devlet iktidarının yeni sınıf ve sosyal gruplara geçişi ve toplumsal ilişkilerde niteliksel değişiklikler anlamında kullanılmaktadır.
Bugüne kadar devrimleri tüm karmaşıklığı, somutluğu, çeşitliliği ve çok yönlülüğü içinde bilimsel olarak analiz edip yansıtabilen tek ideoloji Marksizm-Leninizm’dir. Materyalist tarih anlayışıyla birlikte tarihsel gelişme süreci ve onun lokomotifini oluşturan devrimler ilk defa tutarlı ve kapsamlı bir metodolojik analiz aracına kavuşmuştur.
Karl Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı yapıtının önsözü bile bunu göstermeye yeter:
Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dini, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekir.
Marx ve Engels, emperyalizm aşamasında Lenin, tarihteki sınıf mücadelelerini ve devrimleri derinlikli şekilde analiz eden ve teorileştiren en tutarlı düşünürlerdir. Klasikler devrimlerin ekonomik temelini, itici güçlerini, gelişme ortamlarını, nesnel ve öznel koşullarını, türlerini, yollarını ve uğraklarını (vb.) tüm değişkenleriyle birlikte ele almışlar; maddi ve manevi, felsefi-teorik, siyasi, ekonomik, kültürel bütün yönleriyle açıklığa kavuşturmuşlardır. Devrimler üzerine bu literatür, dün olduğu gibi, bugün de sırtımızı yaslayabileceğimiz yegâne hazinedir.
Devrim kavramının kullanım alanı oldukça geniştir: Neolitik devrim, Kopernik devrimi, sanayi devrimi, bilimsel ve teknik devrim, cinsel devrim, yeşil devrim, kültür devrimi, yukarıdan devrim, barışçıl devrim vb. Doğal olarak burada konu genel olarak devrim ve kapitalizmden sosyalizme geçişte sosyal devrimin bileşenleri ve bunlar arasındaki ilişkilerle sınırlı tutulacaktır.
Devrimin ne olmadığını bilirsek ne olduğunu daha kolay anlarız: Feodalizmin ve kapitalizmin restorasyonu, faşizmin aşağıdan veya yukarıdan iktidara gelmesi devrim değil, karşıdevrimdir. Böyle adlandırılmalarının nedeni, içinden doğup geliştikleri önceki siyasi ve ekonomik sisteme geriye dönüşle veya mevcut düzeni pekiştirmekle ilgili olmaları; devrimin sonuçlarını ortadan kaldırarak ya da bastırarak yolunu tıkamalarıdır. İlerici nitelik taşımayan, gerici isyanlar da bu gruba girer. Eski siyasi elit tarafından veya egemen sınıfın bir kesimi tarafından gerçekleştirilip, özünde burjuvazinin iktidarını ve eski toplumsal ilişkileri sürdüren girişimler de devrim olarak adlandırılamaz (örnek 27 Mayıs darbesi). Bu, egemen sınıfın kendi içindeki bir çatışma şekli olan veya devrimi ezmek amacıyla gerçekleştirilen statükocu darbeler ve komplolar için de geçerlidir.
Devrimin yüzü geriye, eskimişe, çökene değil, ileriye, yeniye, geleceğe, olumluya çevriktir.
Bir fenomenin devrim olup olmadığını anlamak için, diyalektiğin niceliksel değişikliklerden niteliksel değişikliklere geçiş yasasını ölçü alabiliriz. Bu, yalnız darbeyle devrim arasındaki farkı değil, devrimle reform arasındaki farkı da anlamamızı sağlar. Nicel göstergelerdeki artış, yeni bir niteliğin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmışsa devrimden söz edebiliriz. Bu, devrimlerin genel bir özelliğidir.
Bu bakımdan devrim tarihsel olarak miadını doldurmuş bir sosyal sistemden daha ileri bir sisteme geçiştir. Devrimler yalnız siyasi rejimi devirmekle kalmazlar, eskisinden nitelikçe farklı bir siyasi üstyapıyla birlikte yeni ekonomik ve sosyal ilişkiler de kurar ve toplumu yeniden yapılandırırlar. Bu, geriyi ve ileriyi temsil eden sınıflar, ezilen ve sömürülenler ile ezen ve sömürenler arasındaki kıran kırana sınıf mücadeleleri yoluyla olur.
Tarihsel olarak eski çağlara doğru gidildikçe devrimlerde kendiliğindenlik unsuru ağır basar. İlkel komünal toplumdan köleci topluma, köleci toplumdan feodal topluma geçişlerde ezilenlerin hareketleri kendiliğinden oluşan yerel, plansız ve düzensiz isyanlar şeklindeydi. Ulusal bir biçim ve çap kazanması, örgütlenmelerin, siyasi, ideolojik-kültürel araç ve faaliyetlerin, büyük çaplı ayaklanmaların devreye girmesi için feodalizmden kapitalizme geçiş sürecini beklemek gerekecektir. Ulus-devlet ya da ülke sınırlarını, hatta dünyayı kapsadıkça bilinç, irade ve örgütlenme unsuru öne çıkacak, giderek daha büyük önem kazanacaktır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş ve sosyalist sistemin korunmasında bu en üst noktasına ulaşır. Sosyalist devrim asla kendiliğinden gerçekleşmez, onun proletaryanın öncü partisi, çeşitli tipte örgütleri, çalışmaları ile hazırlanması ve devrimci bir savaşla taçlandırılması gerekir.
Devrimlerin genel özelliklerini kısaca şöyle sıralanabilir:
1) Devrim, darbeler gibi, kısa sürede planlanıp yürürlüğe konabilecek bir gecelik bir komplo değildir, belirli bir süreçte olgunlaşır ve ardışık aşamalardan geçerek zirvesine ulaşır.
2) Toplumu saran krizin tepe noktasında gerçekleşirler, dolayısıyla düğümünü yine kendilerinin çözüp sona erdirecekleri bir krizin ürünüdürler.
3) Devrim yerel bir olay değildir. Bölünme ve yarılma ülkeyi ya da toplumu kucakladığı ölçüde devrim karakteri taşır.
4) Devrim ithal edilmez, bir avuç kahramana değil, geniş kitlelerin iradesine ve gücüne dayanırsa zafere ulaşır.
5) Her devrim doğası gereği devrimden yana olanlarla ona karşı çıkanlar arasında çatışmalara dayanır. Lenin’in dediği gibi devrim bir savaştır, tarihin tanıdığı savaşların tek meşru, tek adil olanıdır.
6) Devrim eski toplumun kurum ve yasalarından icazet almaz, kendi yasalarını kendi koyar.
7) Politik ve sosyal ilişkilerde, toplumsal hayatın bütün alanlarında radikal değişikliklere yol açar.
Her devrim kendi çağının damgasını taşır ve ona göre şekillenir. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde gelişen anti-feodal burjuva devrimlerin, diğer bir ifadeyle burjuva demokratik devrimlerin en öne çıkanları 1572 Hollanda, 1648 İngiliz, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi’dir. Bunlara Avrupa 1848-1849 devrimleri de eklenebilir. Bu tip devrimlerin hegemon gücü burjuvazi, itici güçleri başta köylülük olmak üzere kentli orta kesimler ve henüz embriyonik aşamadaki işçi sınıfıdır.
Feodalizmden kapitalizme geçiş biri aşağıdan, diğeri yukarıdan olmak üzere iki yoldan gerçekleşmiştir. Aşağıdan devrimin, daha açıkçası burjuva demokratik devrimlerin klasik örneği, burjuvazinin önderliğinde halk yığınlarının aşağıdan eylemleriyle gerçekleşen 1789 Fransız Devrimi’dir.
1848 Avrupa devrimlerinden itibaren bağımsız bir sınıf kimliği ve talepleriyle ortaya çıkan proletarya korkusuyla aristokrasi ve feodal toprak sahipleri ittifakı altında gerçekleşen devrimlere ise yukarıdan devrim denmektedir. Yukarıdan devrim, alt sınıfların katılımına dayanan bir devrimi önlemek için, devlet eliyle yukarıda kotarılan reformlar serisidir. Uzun vadede burjuva devlete (kapitalizme) geçişi sağlayan bu tür devrimler gerici, tutucu yolu temsil ederler. Yasal yoldan ve şiddet içermeden, aristokrasi ile burjuvazi blokuna dayanarak Bismarck ve Kont Cavour tarafından Alman ve İtalyan birliklerinin sağlanması, Amerikan İç Savaşı (1861-1865) ve Japonya’da Meiji Devrimi (1867-1912) bu türe girer.
Sosyalist devrimlerin ilk örneği 1917 Ekim Devrimi’dir. Farklı tarihsel ve ulusal koşullar gereği sosyalist devrimin tek bir çeşidi, tek bir modeli yoktur. İkinci Dünya Savaşı bitiminde ve sonrasında gerçekleşen Doğu Avrupa halk demokrasileri (proletarya diktatörlüğünün bir biçimi) ve Çin, Küba, Vietnam devrimleri de sosyalizme dönüşen devrimler yolunu izlemişlerdir. Bunlar kendi koşullarından kaynaklı olarak değişik aşamalardan geçtikleri için sosyalist devrimler, halk demokrasileri, anti-emperyalist halk devrimleri olarak sınıflandırılabilirler. Bağlam ve ittifak farklılıkları nedeniyle her blok tür olarak birbirlerinden ayrılmakla birlikte, neticeten sosyalist ya da sosyalizme dönüşen devrimlerdir.
Rusya’da sosyalist devrim kendi has görevleri yanında, burjuva demokratik devrimden kalma sorunlarını da çözerken, kapitalist gelişmenin geri aşamalarında ve bağımlı ülkeler statüsündekiler anti-emperyalist ve anti-feodal demokratik görevleri çözdükten sonra kesintisiz olarak sosyalizme geçmişlerdir.
Sömürge, yarı sömürge ülke halklarının emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı gelişen ulusal kurtuluş hareketleri (“üçüncü dünya” denilen ülkelerinin büyük çoğunluğu) sınıf mücadelesinin özel bir türünü oluşturur. Çünkü, ulusal hareketlere neden olan sömürgeciliğin ve ulusal baskının kaynağında emperyalist sistemin özel mülkiyet ve sömürü ilişkileri yatmaktadır. Ezilen halkların yabancı boyunduruğa, emperyalizme karşı mücadelelerinin sosyal tabanını köylülük, kent yoksulları/orta tabakalar ve aydınlar oluşturur. Ulusal kurtuluş, bağımlı ülke ve sömürge halklarının yaşamında derin siyasi ve sosyal değişiklik demektir. Bundan dolayı Marksist-Leninistler emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yükselen ulusal kurtuluş hareketlerini ve devrimlerini müttefikleri, proleter dünya devrim sürecinin bir parçası olarak görmüşlerdir. Komünist Enternasyonal’in “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin” şiarı bunu ifade eder.
Ulusal bağımsızlık mücadelesinin unutulmaması gereken diğer bir yönü de siyasi bağımsızlığın elde edilmesinin emperyalist sömürüyü ortadan kaldırmaması ve tam bağımsızlıkla sonuçlanmamasıdır. Savaş sonrasında ortaya çıkan üç çeyrek dalyayı aşan yeni ulus-devlet kurulmasına karşın, bunlar yeni sömürgeciliğin pençesine düşmekten kaçınamamışlardır. Bu nedenle ezilen halkların gerçek kurtuluşları bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini sosyal kurtuluş mücadelesiyle birleştirmelerinden geçer.
Kapitalizmin dünya ölçeğinde genişlemesine ve derinlemesine geliştiği, emperyalist burjuvazinin yerli burjuvazilerle iç içe geçtikleri günümüz koşullarında, bağımlı ülkelerdeki ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri proletarya devrimi tipine daha çok yaklaşmışlar, daha derin bir halkçı ve devrimci muhteva kazanmışlardır.
(Sürecek)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.