Bu kadar yoğun çalışan, gecesini gündüzüne katan, aşırı virüs yüküne, iş yüküne maruz kalan hekimden illiyet bağı arayacaksınız öyle mi? Yapmayın efendiler! Uğraştırmayın SGK’nin bürokratik engelleriyle. Bırakmayın bürokratın keyfiyetine. Süründürmeyin mahkemelerde iş kazası/meslek hastalığı tartışmalarıyla. Az bir vicdan yeter! COVID-19 sağlık çalışanları için Meslek Hastalığıdır. Bu kadar zor mu yeni bir yasal düzenleme?
Sayılar üzerinden tanıştığımız COVID-19, salgın hastalığa uygun olarak artık yanı başımızda olmanın ötesinde “içimizde”. Ben de bir sağlık emekçisi hekim olarak “COVID belasına kardaş”, akciğer tutulumu nedeniyle hastanedeyim. Bir hastanın/hastamın ne yaşadığını artık ben de bir nefes sıhhatin önemini, soluksuz kalmanın, konuşamamanın ne demek olduğunu ciğerlerimde hissederek “deneyimliyorum”. Kritik evreyi atlattım. COVID hastalarını, yakınlarını düşünüyorum. Negatif basınçlı odamda derin bir salgın sessizliği. Çaresizliğin, bir umar peşinde olmanın hüznünün geceye vuran ıssız yüzü. Sualsiz odaların, sorgulu ağırlığı; takatsiz bedenim, yorgun, mecalsiz yüreğim. Ay ışıltısında kızımın sesi, umut, direnç, hayata tutunuş…
Meslektaşlarım… Önce uzaktan, meslektaş olarak, isim olarak… Şimdi, yanı başımda, meslektaş, dost, kardeş, ağabey olarak…
***
Dr. Kemal Aslan. Yaş 50. Anestezi Uzmanı. 2018 yılında emekli olmadan önce, Mersin’de bir Özel Hastanede, 2 yıl birlikte çalıştık. Gece gündüz tek başına insanüstü çalıştı. Yoğun emek verdi çalıştığı hastaneye. Direndi 21 gün yaşama tutunmak için. Çok uğraştı meslektaşlarımız onu yaşama döndürmek için. Olmadı. Yakından tanıdım güler yüzünü, sevgi dilini. İşkolikti. Çalışkandı. Güler yüzü, sevgi diliyle geldiği ortamı aydınlığa çevirirdi. İşine sevgiyle, aşkla bağlıydı. 24 saat hazır ve nazırdı. Yüksünmezdi. Acil’de hangi saat ona ulaşsak hemencecik oralarda bitiverirdi. Rahatlatırdı acil servisi.
Şiir edebiyatın şahıdır. Haksızlığa, kötülüğe karşı içimizdeki isyan heyulasını en güzel açığa çıkartır. Adeta başkaldırır. O, doğadan, insandan, hastalardan aldığı aşkı, sevginin, hümanizmanın, Hacı Bektaş’ın diline çevirmişti sevgili Kemal.
Ruhundan gelen terennümleri kâğıda dökerdi.
“Ömür dediğin ne ki…
Gözünü aç kapa…
Sevgi dediğin ne ki…
Kalbini aç… bırak öyle kalsın” diyorsun. Sevgiyi ömre tercih edecek kadar yüce gönüllü insan. Sevgi şifaydı ona göre. Şiirin değil ölümün gücüne yenik düştü.
“Zulüm edenlerden
Zalimlerden
Kinden
Kandan
Uzak durun” diyordun bir şiirinde. Devamında bulmuştu reçetesinde ilacını hümanizma düşüncesiyle, sevginin yanına umudu ekleyerek.
İki yıl önce genç yaşta aramızdan ayrılmıştı kayınbiraderi Doktor Ayhan. Onun gidişi,
“Ben o dosttan ayrı, gezdim ağlarım,
Gezdim ağlarım
Akar gözlerimden, sel gizli gizli” diyecek kadar derinden etkilemişti. Çok ilgilendi onunla hastalığı döneminde. Zaman zaman sohbet ederdik Ayhan’ın hastalığı hakkında. Genç yaşta iki güzel hekim. İki yıl arayla. Kavuştular bir yerlerde birbirlerine.
28 Mart 2020’de temiz ruhundan dökülenlerde “bir varmış bir yokmuş” diyerek karşılıyordu ölümü. Kızıyorsun böbürlenene, kadir kıymet bilmeyene, doğayı betonlaştırana, sağlıkta şiddet uygulayana…
“Bir varmış
Bir yokmuş
İnsanoğlu
Çok böbürlenmiş…
Bastığı toprağı bilmez
Ekmeğinin
Buğdayını tanımaz
Şifa vereni bıçaklayıp…
Gökyüzünü beton ile kaplamış.
Papatya çiçeğini poşete koyup
Arının vızıltısını
Bülbülün sesini unutmuş
Gerisi yalan
Al bir telefon
Sen de oyalan”
Bir ömrü sevgiye feda etti sevgili Kemal. Her zaman o güzel gülüşünle hatırlayacağız seni.
***
Dr. Soyer Şimşek. 70 yaşında. Dahiliye uzmanı. 2008-2016 yılları arasında, 8 yıl birlikte çalıştık Mersin’de bir Özel Sağlık Kuruluşunda. Hastaları ile farklı bir diyaloğu vardı. Her zaman öykü, klasik muayene onun için ön plandaydı. Onun hekimliği eskilerin dediği şekli ile Fransızcadan tıbbi jargonumuza geçen sans klinikti (Fransızca sens clinigue). Adeta hastalığı koklardı. Tıbbi sezgisi güçlüydü. Alışamamıştı ayrıntılı öykü almadan, muayene etmeden hastanın eline bir tomar tetkik vererek onun sonucuna göre hekimlik yapmayı. Onun için tetkikler sadece bir doğrulama aracıydı. Günümüzün teknolojiye bağlı, laboratuvar ve görüntülemeye bağlı hekimlik yaklaşımında, tanı ve tedavide her daim yanılgı payı olurdu. Bir sanatçı duyarlılığı ile hastaya bütüncül bakardı. Arka fonda klasik müziği sürekli açıktı. Hekimlik andı muayene odasının panosunda her daim vardı. “Tıpta hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesi onun hekimlik düsturuydu. Özel hastane koşullarında hasta randevuları yarım saat ara ile olurdu. Yok öyle ayaküstü şipşak veya 5-10 dakika muayene. Hastayı her haliyle sorgular, yaşlı genç demeden oturtur önüne “aşkım, hayatım, bir tanem” diyerek muayenesini yapardı. Hastalar da bilirdi onun bu tarzını. O sağlık kuruluşunun sorumlu hekimiydim. Bir gün odama uzun boylu, 80 yaşlarında, çember sakallı bir hacı amca burnundan soluyarak girdi odama. Söylene söylene şikâyet ediyordu. Rahatsız olmuştu bu tür sözlerinden. Çok da ileri laflar etmişti. Anladım hemen Soyer abiyi şikâyet ettiğini. Oturttum. Bir kahve içimi onu rahatlattım. İlk defa tanımıştı Soyer abiyi. Sonrasında Soyer abinin sürekli hastalarından olmuştu.
Hekimlik muayenede yapılır denilen dönemin hekimlerinden. Okuyanı bol, her ailede bir akademisyenin, doktorun, avukatın, mühendisin olduğu Torosların zirvesi Arslanköy’den. Onur duyduğu, özlemle bahsettiği babası, 12 Eylül öncesi (1973-1980) milletvekillerinden Bülent Ecevit’in yakın çalışma arkadaşlarından Süleyman Şimşek’ti. Köy Enstitülü babasını şerefle yad ederdi. Kendisi de Mersin’de güncel siyasette bir dönem yoğun uğraştı. Mersin siyasetinin renkli simalarındandı. Bir sohbetimizde sormuştum abi niye koptun CHP’den diye. “12 Eylül öncesi CHP’de demokratik yapı vardı, siyasette kalite vardı, artık siyasette kalite düştü, ama bu benim başarısız olduğum gerçeğini değiştirmez” demişti. Vekil olarak hizmet edeceğini düşünürdü. Hevesliydi. Yapanlardan eksiği yok kat be kat fazlası vardı. Mersin’de CHP’nin borçlu olduklarından. Sonrasında hücrelerindeki siyaset virüsü, siyaset yapma hevesini açığa çıkartıp, zaman zaman kabardığı, köpürdüğü oldu. Çok farklı yapılardan gelen tekliflere hayır demedi. Kibardı. Hoş sohbetti. Nüktedandı. Her daim anlatacağı bir anı, sözü bağlayacağı bir fıkrası vardı onun. Demirel ile ilgili bir anısı şöyle: Demirel’in rahmetli babasını arayarak onunla tanışma arzusunu iletmeleri üzerine onun Ankara Güniz Sokak’taki evine eşi ve kız kardeşi ile gider. Tam yolcu ederken, kapıda el sıkışırken, “Sayın cumhurbaşkanım siyasette uzun ömürlü olmanızı neye borçlusunuz?” diye sorduğunda Demirel, “Elini daha kuvvetli sıkar. Bak doktor bunun tek sırrı var. O da ben elimi tutan insanların onlar elimi bırakmadığı sürece hiç ellerini bırakmadım” der. Siyasetteki bu vefa onu çok etkilemişti.
“Hekimliğin emekliliği yoktur. Bir ömür boyudur” derler. Son ana kadar hekimliğe ölümüne âşık olarak çalıştı. Mesleğine, Atatürk’e, tarihine, yörük kültürüne aşkla bağlıydı. Memleketin gidişatından memnun değildi. “Umutsuzluk çare olsa sarılacağım ama bu memleket bizim” derdi. Siyasi çizgisi bana uzaktı, ama farklı düşüncelere, en hararetli kritik tartışmalara karşı saygılıydı karşısındakine. Olgundu. Hiç öyle kırıcı söz yoktu lügatinde.
Spor giyince sarı Meksika şapkası, resmi giyince “papyon” onunla simgeleşmişti. Tiyatro, konsere gitmek, müze gezmek onun en büyük zevklerindendi. Yemek içmek, dost sohbetlerinde buluşmak onun için bir kültürdü. Hiç de rahatsız değildi kilolarından. “Ben sağlıklı obezim” Özkan derdi. İki evladı Amerika’daydı. Ersan ve Sal Saygın. Kendisine benzeyen adı Soyer olan torunu onun neşe kaynağıydı. Dede torun hastaneye gelirlerdi. Onun yarı Türkçe, yarı İngilizce şımarıklıkları, huysuzlukları, ağzı bozuk dili Soyer abi için tatlı eğlenceydi. Sorularıyla şaşırtan, akıllı zeki bir yumurcaktı. Uzakta da olsa şah damarından daha yakın görürdü onu. En son aradığımda konuşabiliyordu. Toros Devlet Hastanesi’nde yatıyordu. “Abi ben de COVID geçiriyorum. Sen ne badireler atlattın bunun da atlatırsın” dediğimde “ama Özkan sen gençsin” diyerek hüzünlü bir ses tonuyla sanki bir kabulleniş, bir yerlere hazırlık vardı sesinin tonunda. Ah Soyer abim ah! Ben senin tatlı dilini, güler yüzünü, hoşsohbetini sevdim. Ben senin insan özünü sevdim. Huzur içinde yat sevgili Soyer abim.
***
Bu kadar yoğun çalışan, gecesini gündüzüne katan, aşırı virüs yüküne, iş yüküne maruz kalan hekimden illiyet bağı arayacaksınız öyle mi? Yapmayın efendiler! Uğraştırmayın SGK’nin bürokratik engelleriyle. Bırakmayın bürokratın keyfiyetine. Süründürmeyin mahkemelerde iş kazası/meslek hastalığı tartışmalarıyla. Az bir vicdan yeter! COVID-19 sağlık çalışanları için Meslek Hastalığıdır. Bu kadar zor mu yeni bir yasal düzenleme? Hekimler Hipokrat’tan bu yana öykü alırlar. Meslek hastalığının babası sayılan Ramazanni ile yeni bir soru eklendi tıbbi anamneze. “Ne iş yapıyorsun?” Bernardino Ramazanni, 1633-1714 yıllarında yazdığı kitapta ortaya koymuş hastalık ile iş bağlantısını meslek hastalığı kavramını. Bugün DSÖ, ILO raporlarında, birçok bilimsel çalışmada, sağlık çalışanları ve diğer meslek gruplarına göre 4-12 kez daha fazla maruziyet olduğu birçok çalışmada gösterilmiş. Ya bizde? Hala toplumda algı yaratmaya çalışmalar… Yok saymalar, yasak savmalar, kör bakışlar… Ama şunu da iyi bilin. Sağlık çalışanları için meslek hastalığı olgusu bir sosyal güvenlik hakkıdır. Bu hak insanlık tarihi kadar eski. Modern anlamda Fransız Devrimi sonrası gündemde ve uygulamada. Bizim Anayasamızda da yazar sosyal güvenlik hakkını. Kavramlar masum değildir, politik dönüşümleri çok güzel açıklar. İlgili bakanlığın adından bile kaldırdılar sosyal güvenlik lafını. Dönüştürdüler Sosyal İşler Bakanlığına.
Çok sağlık çalışanı kaybettik son günlerde Mersin’de de. Üzgünüm. Kızgınım. Virüs yükü, iş yükü, sağlık çalışanları bir bir aramızdan ayırıyor. COVID bir MESLEK HASTALIĞIDIR.
Bu bir sağlıkçı kıyımıdır.
Hayır, uzaktan, alkışlarla, yanan söne ışıklarla sevmeyin bizi.
Sadece ve sadece sizin yakın, sağlığınızı düşünen, endişelenen, çözüm arayan, didişen sevgili bir dost, yol arkadaşı olarak görün ve anlayın bizi.
Size değer verdiğimiz kadar, özen gösterdiğimiz kadar, çocuklarımızdan, eşlerimizden, yakınlarımızdan esirgediğimiz zamanı ve her riski göze alarak bir ölüm pahasına yanınızda olduğumuzun değerini siz de bilin. Bilin ve lütfen artık ne kendinize ne de bize kıyın…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.