Su savaşları çıktı çıkacak derken barajlar kültür mirasını yok etmektedir. Su diplomasisi kimi bölgelerde barışın anahtarı olacaktır. Kimilerine göre su savaşı bir efsanedir ama bu kaynak birçok gerilimin kaynağında olsa da, suyun iyi yönetimi en azından bunu kullanan halkların yaşamı için çatışmaları yatıştırabilir. Su piyasası denince neler aklımıza geliyor? İlk başta herhalde içme suyu geliyor. Ama piyasa o kadar geniş ki şişe suyu önceliği alıyor. Oysa su şişeye girmeden önce birçok yol kat ediyor
Su yaşamdır, doğanın can damarıdır. Su sağlık sorunudur. Üç gün su içmezsen sonu ölümdür. Günlük içilecek su miktarı 2,5 litredir. Tarımdan sanayiye savurganlığı yasak edilmesi gereken bir kaynaktır. Bu nedenle korunması, düzenlenmesi, gözetilmesi gereken bir kaynaktır.
Akarsu, göl ve yeraltı suları toplam erişilebilir tatlı su kaynaklarının sadece yüzde 0,25’idir.
Ama halen susuzluktan kıvranan ve ölen milyonlarca insan vardır. Birleşmiş Milletler’e göre 2025 yılında dünya nüfusunun 3’te 2’si önemli su sorunları olan yerlerde yaşayacaktır. Dünya nüfusunun yüzde 20’si içecek suya erişememektedir ve nüfusun yüzde 40’ı da su arıtma sistemlerinden yoksundurlar.
Her gün kirli su nedeniyle dünya genelinde ölen insan sayısı 25 bin kişidir.
Hastalıkların yüzde 19’u su ile ilgili bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Her gün 6 bin kişi suya bağlı ishal nedeniyle ölmektedir.
Bugün dünyada dinozorların yaşadığı dönemdeki kadar su vardır. Ama küresel ısınmayla suyun dağılımı gelişigüzel olacaktır. Nereye daha fazla yağmur yağacak, hangi sıklıkla ve hangi miktarda yağacak gibi sorular giderek önem kazanmaktadır.
İçme suyu ile sulama suyu kavgası giderek keskinleşecektir.
2005 yılında her dünyalı kuramsal olarak 6450 metreküp suya sahipken bu miktarın 2025 yılında 4800 metreküp olması beklenmektedir. Su mekânsal ve zamansal olarak eşitsiz koşullarda paylaşılmaktadır. Tatlı su miktarının yüze 60’ı 10 ülke tarafından paylaşılmaktadır ve ilk beş sırada Brezilya, Rusya, Çin, Kanada ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti bulunmaktadır. Bu ülkeler içinde de su yönünden fakir ve zengin bölgeler bulunur.
Asya dünya nüfusunun yüzde 61’ine sahipken tatlı suyun yüzde 36’sına sahiptir. Bu oranlar Avrupa için yüzde 12 ve yüzde 8, Güney Amerika için ise yüzde 6 ve yüzde 26’dır. Rusya’da bulunan Baykal Gölü dünya tatlı su (göller ve akarsular toplamı) miktarının yüzde 20’sini içerdiği gibi Rusya’nın tatlı su gereksiniminin yüzde 80’ini içerir. 1620 metre derinliğiyle Akdeniz’in ortalama derinliğine sahiptir. Sadece Amazon havzası, akarsu kollarıyla bu kadar geniş bir su rezervine sahiptir.
En çok su kullanan sektör tarımdır ve suyun yüzde 70’i kullanır. Sonra yüzde 20 ile sanayi ve yüzde 10 ile içme suyu gelir. Su kaynağı kadar suyun dağıtımı da çok önemlidir. Su farklı bir metadır; soyutlanamayan, yıpranmayan, kolayca yer değiştiren metadır ama korunması gerekir. Suyun mülkiyeti dünya genelinde kamuya (yüzde 90) aittir.
ABD-Avustralya’da kişi başına 5000 metreküp su stoklama kapasitesi varken bu oran Etiyopya’da 50 metreküptür.
Su savaşları çıktı çıkacak derken barajlar kültür mirasını yok etmektedir. Su diplomasisi kimi bölgelerde barışın anahtarı olacaktır. Kimilerine göre su savaşı bir efsanedir ama bu kaynak birçok gerilimin kaynağında olsa da, suyun iyi yönetimi en azından bunu kullanan halkların yaşamı için çatışmaları yatıştırabilir. Ortadoğu’da Fırat-Dicle havzaları, Şeria nehri, Tiberya; Afrika’da Nil havzası, Kuzey Amerika’da Kanada-ABD arasında Colorado havzası, Hindistan-Pakistan arasında İndus havzası belirli aralıklarla su gerilimlerine neden olmuş, olmaktadır ve olacaktır.
Bugüne kadar su savaşı çıkmamış ise gelecekte çıkmayacak anlamında değildir. Çatışma, savaş, gerilimlerin altında kimi kez su neden, bahane, bileşen olarak yer alır. Su piyasası denince neler aklımıza geliyor? İlk başta herhalde içme suyu geliyor. Ama piyasa o kadar geniş ki şişe suyu önceliği alıyor. Oysa su şişeye girmeden önce birçok yol katediyor.
Suyu barajlarda toplamadan evinizde şehir suyunu filtreleme sistemine kadar su çok geniş bir piyasaya sahiptir. Su piyasasının öğelerini önce özetleyelim ve sonrada her biri hakkında kısa bilgiler verelim.
Suyun evimize gelmesi ve sulama amaçlı kullanılması için barajların ve göletlerin yapılması gerekiyor. Yapımında dikkate alınması gereken birçok ölçüt bulunur. Yer seçimi, baraj havzasında kalacak yerleşim alanları ve bunların yer değiştirilmesi, yapımdan önce yapılması gereken arkeolojik çalışmalar (Birecik barajı ve mozaikler, Ilısu barajı ve Hasankeyf), baraj gövdesi yüksekliği ve genişliği, sulama ve elektrik üretimi, baraj gölünün çevreye etkisi, sulama kanalları ve sulama bölgesi seçimi vb. Son dönemlerde sözü edilen konu ise barajların özelleştirilmesidir. Piyasanın gözü doymaz. Daha çok özelleştirilecek alan vardır: Kıyılardan ormanlara kadar, müzelerden arkeolojik alanlara kadar.
Baraj çevresi ormanlaştırılarak toprak erozyondan korunmalı ve baraj gölünün dolmasının önüne geçilmelidir. Ayrıca baraj yüzeyine yüzer güneş santralleri kurulmalıdır.
Suyu en çok kullanan alan ise öncelikle tarım sonra da sanayidir. Kağıt sanayi çok su tüketirken ilaç sanayi daha az tüketir. Tarımda sulamada barajlardan tarlalara kanaletler döşendiği gibi yeraltı sularından yararlanmak için kuyular açılır. Son kullanım ise evlerimizdedir. Bunun içinde altyapı gerekir. Sulama kanallarından altyapıya döşenecek boru (Ankara’da Asbestli boru örneği) ve türü önemlidir. Sulamanın maliyeti olacaktır. Burada en çok dikkat edilmesi gereken konu ise suda savurganlığı ve kaybı önlemektir. Bir diğer konu ise köylünün suya erişimidir. Sulamadan en çok yararlanan kimlerdir? Büyük çiftlikler mi yoksa küçük üretici mi? Devlet desteği de önemlidir. Nasıl yakıta destek veriyorsa, ziraat kredilerinde yardımcı oluyorsa sulamada da destek gereklidir.
En fazla suyu tarım sektörü kullandığından suyun en verimli şekilde kullanılarak yanlış-aşırı sulamadan kaçınılmalıdır. Genel sulama verimi yüzde 35-40 artırırken, püskürtmeli ya da bir İsrail buluşu olan damlama sulama ile verimlilik yüzde 70-90 arasında artabilir.
Tarım sektöründe ise en fazla su kullanan kesim et-süt sanayidir. 1 kg. patates 500-1550 litre su isterken bir kg. sığır eti için 15.000-70.000 litre suya gereksinme vardır.
Dünyada sulanan alanlar giderek artmaktadır. Sulanan alanların yüzde 60’ı Asya’da iken bu oran Afrika ve Latin Amerika’da yüzde 10’dur. Sulanan alanın artması gıda ile ilgili değil daha çok kâr amaçlı olan hayvan yemi, biyoyakıt, GDO içindir.
Su kıtlığı ile su fakirliğinden farklı bir konudur.
Suyu golf alanında, yeşil çimenlerde, havuzlarda değil öncelikle geçim tarımında israf etmeden kullanmak gereklidir.
Bugün tarım alanında bitkiler toprak üstü ve su ile beslenen hidrofoni adı verilen teknik ile üretilmektedir. Su tüketimi biraz fazla olsa da tarım alanından kazanılmakta, tarım çöpü azalmakta, hastalık ve böcek zararları aza inmektedir. Kentsel tarımda da suyun tasarruflu kullanımı önemli yer tutar.
Kente gelen suyun arıtılması ve içilebilir niteliğe kavuşabilmesi için altyapı-arıtma sistemi- ve bu arıtmada kullanılacak malzeme ve ilaç-ürün gereklidir. Arıtıldıktan sonra da suyun dağıtımı gerçekleşir. Son yıllarda su şebekesi önemli ölçüde değişik ülkelerde çok uluslu şirketler tarafından özelleştirilmektedir. Özelleştirme su arıtmadan çok dağıtımıyla ilgilenir. Piyasa suyu en iyi kullanana, en ihtiyacı olana değil en güçlüye verir. Ama en güçlü suyu ve çevresini korumaz. Piyasa taraftarlarına göre su nadir kaynak olup, optimal kullanımını sadece piyasa sağlar. Klasik iktisadın ölçek ekonomilerine göre kent büyüdükçe suyun metreküp fiyatı azalmalıdır. Oysa piyasa özelleştikçe suyun fiyatı artmaktadır. Örnek olarak da hep Şili örneği verilir. Diktatör Pinochet döneminde su dağıtımı özel şirketlere devredilir. Köylünün su hakkı azalırken sanayi ve maden işletmelerinin su hakkı artar.
Örneğin Şili Atacama’da Quillage köyü bir akarsu ve bir vahadan yararlanır. İki maden şirketi (Codelco, Soquimich) suyu özelleştirir ve madenlerinde kullanırlar. Akarsu kurur, hem de kirlenir. Köye su ise artık tankerle gelmeye başlar. Tankerle suyu taşıyan şirkette özel bir şirkettir.
Piyasada farklı uygulamalar vardır. Su bankasından, su mahkemelerine su kiralamadan değişik su sözleşmelerine kadar giden uygulamalar vardır. Amaç piyasanın su üzerindeki tekel ya da spekülasyon eylemlerini engellemektir. İngiltere ve Şili’de de su yönetimi yüzde 100 özel şirkette iken Hollanda’da yüzde 40, Fransa’da yüzde 71, Almanya’da yüzde 67, Polonya’da yüzde 3’dir.
Su ile ilgilenen bakanlık sayısı çoktur: Ekoloji, Orman, Tarım, Sağlık, Ticaret. Yerel yönetimler su kaynağı ve dağıtımında sorumludurlar.
Semt çeşmeleri suyun ücretsiz dağıtıldığı ve insanların başında buluşup dayanışma gösterdiği önemli yerler olarak tarihe adlarını yazdırmışlardır. Bugün kimi kentlerde hala varlıklarını sürdürseler de giderek kaybolmaktadırlar. Semt dokusunun oluşumu ve gelişiminde önemli yere ve mimari özelliklere sahip olan alanlardır. Anadolu’nun çoban çeşmeleri hayvanların, yolcuların su gereksinimi sağladığı gibi kimi aşk efsanelerinin de kaynağındadır. Faruk Nafız Çamlıbel’in “Çoban çeşmesi” unutulmaz.
Kayaları yarıp sevdiği Şirin’e su getiren Ferhat unutulur mu?
Bir diğer önemli nokta şehir suyu ile şişe suyu arasında süren mücadeledir. Şehir suyu sağlıklı değil diyerek şişe suyu piyasası alıp başını gitmiştir. Şişe suyu yanında maden suyu ile meyve suyu piyasası önemli yer tutar.
1973 yılında Dupont’un keşfettiği PET şişesi ve suyu yaşamımıza girer ve susuzluk paraya dönüştürülür. Her an yanımızda şişe taşır olduk. Otobüste su ikramı yoksa kızar olduk. Su taşınır mülkiyet haline geldi.
Şişe suyu piyasası yıllık 100 milyar avroya sahiptir. Sadece Nestle’nin payı 80 milyar avrodur.
Şişe suyu şehir suyundan 1000 kat daha fazla enerji kullanır ve fiyatı da 100-300 kat fazladır.
Şehir suyu iyi arıtıldığı takdirde içilebilir niteliktedir. Önemli olanda arıtma sistemidir. Yoksa ilaç kalıntısından zirai ilaç kalıntısına sanayi çöplerinde farklı maden kalıntılarına kadar kalıntı bulunabilir. Su ile ilgili tahlillerin sürekli yapılması ve halkın aydınlatılması gerekir.
Özel şirketler şişe suyu piyasasına egemendirler ve birkaç firma tekel konumundadır. Su kaynaklarını satın alıp özelleştirdikleri gibi kuyu suyunu kaynak suyu diye satarlar.
Şişe suyu genelde plastik şişelerde satılır. Hangi plastikten üretildiği önemli olduğu kadar şişelerin güneşte bırakılmaması da önemlidir. Şişe suyunun plastiklerinin geri dönüşümlü olup olmadığı da çok önemlidir. Güneşte kalan su maddecikleri daha çabuk serbest kılarak suya zarar verir. Güneşte kalan şişe suları almayın ve satanı da ikaz edin.
Boş plastik şişesini yeniden kullanmayın. Doğaya atmayın. Size zarar verdiğini unutmadan doğaya da zarar vermeyin. pH’ye dikkat edin ama şişe suyunu cam şişede alın (tabii varsa).
Şehir suyunun evde arıtılması konusunda da büyük bir piyasa vardır. Suyu aktif kömür içeren sürahilerden filtre sistemine kadar değişik teknikler kullanılmaktadır. Ancak kimi filtreler sadece kloru önlerken nitrat, kalker, glifosat gibi tarım ilaçlarını önlemez. Ayrıca filtreler değiştirilmezse bakteri birikimlerine yol açabilir. Uzay istasyonunda kullanılan ters osmos sistemi en iyi sistem olup pahalıdır ama ağır metalleri, kloru, radoaktiviteyi, tarım ilaçlarını, bakteri ve virüsleri engeller, kimi kez de yararlı olan mineralleri. Sistem pahalıdır ve ayrıca 1 litre osmoslu su elde etmek için 2 litre su tüketimi gereklidir. Fransa’da filtre piyasasının yıllık cirosu 5,1 milyar avrodur.
Japonlar ubame gürgeninden (Quercus phillyraecides) ürettikleri ve Binchotan adını verdikleri aktif kömürlü çubuğu bardaklarına koyarak suyu temizlerler. 17. yüzyıldan beri kullanılan doğal arıtma aracıdır.
Kullanılan suyun (banyo, mutfak, ayakyolu) yani atık suyun yeniden kazanılması son yıllarda çok önem kazanmakla birlikte atık su teknikleri de ön düzleme çıkmıştır. Atık suyun arıtılması teknikleri önemlidir. Genelde atık su tarımda kullanılır ama arıtma sisteminin tekniğine göre kimi tehlikeli maddeler sulama yoluyla toprağa karışır ve tarım ürünlerine zarar verebilirler. Ülkemizde atık su donanımları ve teknikleri yerel yönetimlerde az sayıdadır ve genelde atık su nehir ve denizlere akıtılmaktadır. Ayrıca arıtma sonrası elde edilen atık su çamuru gübre olarak kullanılmaktadır. Atık suyun arıtılması deniz suyunun tuzdan arıtılmasından iki kat daha ucuzdur.
Atık suyun doğal yolla arıtılması teknikleri de vardır. Bitkiler yoluyla su arıtılır. “Yeşil çözüm” adı altında çevreye etkisi olmayan biyofiltreleme kullanılır.
Tatlı su elde edilmesinde bir diğer teknik deniz suyunun tuzdan arıtılmasıdır. İçilen suyun yüzde 1’i deniz suyundan gelir. Her yıl yüzde 10 artış göstermektedir. 40 yılda maliyeti 10 kat düşmüş olsa da çok enerji tüketir ve pahalıdır. Kimi ülkelerde kullanılan bu teknik çok pahalıdır ve tuz tümüyle elenememektedir. Deniz kenarında oturanlar için yararlı olabilir ama bu suyun diğer kentlere aktarılması maliyeti daha da artırabilir. Ancak Kanarya adalarındaki El Hiero adasında 2014 yılında kurulan su-rüzgâr karışımı yenilenebilir enerji üretimiyle deniz suyunun tuzdan arıtılması ve kullanılması daha ucuza gelmektedir. Rüzgâr enerjisi ile deniz suyu baraja aktarılmakta ve sonra da barajdaki deniz suyu burada arıtılıp kullanılmaktadır.
Su turizm, balıkçılık gibi sektörlerin can damarıdır. Bunun içinde suyun kirletilmemesi gereklidir. Fakat ne yazık ki yoğun kitle turizmi ve tatlı suda balık yetiştiriciliği su savurganlığı ve kirliliğine yol açmaktadır.
Gördüğümüz gibi su çok geniş bir piyasaya sahiptir ve yaşam damarı olan bir alanda özelleştirme ya da su tekelleri barajdan şişe suyuna ve arıtmadan su kanallarına kadar başını alıp gitmektedir.
Su sorunu başta kirlilik olmak üzere daha çok dağıtım konusunda sorun yaratmakta ve özel sektöre geçtikçe su faturaları kabarmaktadır.
Suya erişim hakkı Anayasa’da yer almalı ve su özelleştirilemez maddesi bulunmalıdır. Uruguay ve Güney Afrika anayasalarında bu yazılıdır. Dünya mirası listesinde korunacak varlık olarak yer almalıdır. Eşit, hakkaniyetli kullanım ve dağıtım kavramları yer almalıdır.
Bir bardak su içerken ya da suyu kullanırken tüm bunları düşünün ve savurganlığı önlemeye çalışın. Siz yeterince içtiniz, biraz da çocuklarınıza bırakın. Ama temiz, içilebilir bırakın.
Bir kitap:
Kaynaklar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.