Devlet, ekonomi ve salt güç-kudret eksenli bir inşaya yönelirseniz ve bu güçlü kaleye yaslanıp sosyalizmi yavaş yavaş tüm dünyaya yaymayı hedeflerseniz, eldekini de kaybedersiniz. Çünkü bu gidişatın nesnel mantığı ve sonuçları altınızı boşaltır, halksız kalırsınız; bürokrasiye savaş açtığınız hallerde dahi bürokrasiyi güçlendirmekten kurtulamazsınız. Stratejide yaptığınız hatayı taktik hamlelerle düzeltemezsiniz
Bu yazıyı Ahmet Kaplan arkadaşın “Stakhanov Bizimdir” başlıklı yazısı üzerine yazıyorum. (bkz. Sendika.Org, 14 Aralık 2020)
Benzer konuları işleyen daha önceki iki yazıma doğrudan atıf yapmadığı için benimle tartışıp tartışmadığını bilmiyorum. Doğrusu pek de içime sinmeden, yazmak gerektiğine tam ikna olmadan oturdum masaya, “Belki bağlam, kapsam ve tartışma yöntemleri üzerine anlamlı birkaç cümle kurmak mümkündür” diyerek kendimi ikna ettim.
Ekim Devrimi’nin yıldönümlerinde neredeyse yüzde 99,9’u sosyalizmin kazanımları eksenli yazılar yazmak adettendir. Geriye dönük bulup çıkarabileceğim yazı ve konuşmalarım da bu külliyata eklenebilir. Hemen hepsi neredeyse aynı şeyleri anlatan bu yazıların ezici çoğunluğunun altına imza atabilirim. Altlarındaki imza ve tarihleri çıkarsanız kimin ne zaman yazdığını anlamakta zorluk çekeceğiniz bu yazıların, silinen bellekleri tazelemesi, belli bir propaganda değeri taşıması da mümkündür. Peki hepsi bundan ibaret olabilir mi? Bir işçi çıkıp, “Bu kadar muazzam kazanımlara sahip sosyalizm neden çöktü peki?” diye sorsa ne diyeceğiz? Bir şey demeli miyiz? “Kazanımlar var ya işte”nin ötesine geçmemeli miyiz? Yoksa, “İlk büyük denememiz şu şu sebeplerle çöktü; dünyanın şiddetle sosyalizme ihtiyacı olan bu yeni dönemde, geçmiş tecrübenin kazanımlarını sahiplenen, fakat açmazlarını da tartışan ve aşan daha gelişkin bir sosyalizm için mücadele etmeliyiz” mi demeliyiz.
Bu anlayıştan hareketle, kazanımlar girizgahına hiç gerek duymadan, sorunları tartışmaya giriştim. Ve ikinci bir yazıyla da sosyalizmin güncel kapsamına, geliştirilmesi gereken yönlerine dair birkaç şey söyledim. “Peki kazanımlar?” diyen arkadaşlara ise; kimin, hangi akımın vs. imzasını taşıdığına bakmaksızın bu bahiste yazılan yüzlerce yazıdan herhangi birini okumasını, onlara katıldığımı; eğer yenilgi diye bir meseleyi önemsiyorsa, benim yazdığım iki yazı (ya da kendisinin önereceği başkaca yazılar) üzerinden tartışmaya başlayabileceğimizi söyleyebilirim.
Meseleye yaklaşımım budur; buradan hareketle yazdım o yazıları. (bkz. Sendika.Org)
O iki yazı sosyalizmin sorunlarını tartışır. Özel olarak Stakhanov ya da Stakhanovizm diye bir gündemi yoktur. Stakhanovizm başlığı, ekonomizm ve kaba determinizm olarak adlandırdığım teorik, devamla politik, ekonomik ve ideo-kültürel yıkıcı sonuçlar doğuran, sosyalizmi sakatlayan ve mantıksal sonuçlarına götürüldüğünde yenilgiye sürükleyen anlayışın eleştirisi bağlamında ele alınan bir örnektir yalnızca, ötesi değil.
70 yıllık koca bir tarihte, on binlerce olay, olgu, belge, tartışma arasında kaybolmadan yolumuzu nasıl bulacağız? Gidişatın ana çizgilerini nasıl yakalayıp sağlıklı yargılar oluşturacağız? Bu karmakarışık yığının karşısında elimizde tek bir silah var: Teori. Teori, ya olayların karmaşık akışı içinde ana çizgileri soyutlama yoluyla yakalamamızı ve kavramlara ulaşarak tanımlamamızı sağlar ya da bazı kavramsal tez/hipotezleri tarihsel bir dönem boyunca olayların mihengine vurur, sınarız. Tezimiz doğruysa bütün o karmaşa mantıklı ve tutarlı bir sistematiğe kavuşarak kavramlarımız etrafında dizilmeye başlar: Stakhanovizm, saptayabildiğim -hipotez diyelim- kavram seti bağlamında kendiliğinden belli bir sistematiğin parçası haline geldi.
Öyleyse o kavramları olabildiğince açık yazalım.
20. yüzyıl sosyalizmi (Küba hariç) güçlü ekonomi, güçlü ordu, güçlü devlet ekseninde inşa edilmeye çalışıldı; “her yönüyle güçlenmesi gereken halk” hedefi ihmal edildi, giderek unutuldu. Kavram setinin son ayağı, yani güçlü halk öne çıksaydı; devlet-ekonomi-bürokrasi üçlüsü, sonunda kendilerini de çöküşe götüren bir yozlaşmaya uğramaz-dı. İnşa edilen şey tastamam “devlet sosyalizmidir”: Devleti ve ekonomiyi her şey haline getirmek yerine insanı ve toplumu güçlendiren bir inşa yolundan yürünseydi; hem devlet dediğimiz aygıt devasa bürokratik makineye dönüş(e)mez ve hem de halkın örgütlü iradesinin ifadesi olarak şekillenen, klasik anlamda devlet olmaktan çıkan, ezcümle adının hakkını veren (olası) sosyalist yapı da 1991’de olduğu gibi utanç verici şekilde çökmez, teslim bayrağını çek(e)mezdi.
1989-91’de, en güçlü kapitalist devletlerden daha büyük devletlere –ki büyüklük ve güç aynı şey değildir- sahipti sosyalist ülkeler. Ordular? Dünyanın en büyük, en güçlüleri arasındaydılar. Ekonomi? Devrim öncesiyle ve devrimin ilk yirmi yılıyla kıyaslanamayacak oranda ileride olan dünyanın iki süper gücünden birinden, SSCB’den söz ediyoruz.
Peki ne eksikti?
Halk eksikti, halk! Çöken halksız ya da önceki altmış yılda yavaş yavaş halksızlaşmış, belirli bir eşik aşıldıktan sonra tamamen bürokratik yozlaşmaya uğramış olan yapıdır. Fırtına kapıya dayandığında o koca aygıta halk sahip çıkmadı. Aslına bakılırsa “mecburen taşınan” o bayraklar, resmî ideolojiler vs. yüzünden halka verilmek zorunda kalınan tavizlere son verildi; burjuva bürokratik aygıt mantıksal sonuçlarına ulaşarak, büyük Rus şovenizmini bayrak edinen milliyetçi-mafyöz rejime dönüştü. Eski parti kodamanları birkaç ay içinde mafya şefleri ve oligarklar olarak karşımıza dikiliverdiler. Başlarına taş mı düştü? Nasıl bu kadar hızlı ve yıkıcı oldu bu transformasyon? Hayır, hiç de hızlı olmadı. Sadece vakti geldiğinde, “üretim güçlerinin gelişmesinin önündeki kızıl bayraklar, resmî ideolojiye dönüştürülüp kadidi çıkarılmış ‘Marksizm-Leninizm’ engelleri” falan çiğnenip geçilerek; engelsiz, sınırsız, vahşet derecesinde dizginsiz özel mülkiyet dünyasına iltihak edildi: Olan bundan ibarettir!
Devlet merkezli ve halksız(laşmış); halkı devletin, ekonominin, dünyadaki güç ve hegemonya savaşının gerekleri için sırtına basılıp yükselinecek bir nesneye dönüştüren çöküş gerçeğiyle karşılaşmışsanız; sosyalizmin bütün tarihi boyunca çöküşte cisimleşen tabloya yol açan nedenleri aramakla yükümlü hale gelirsiniz. Hele de otantik komünist teoride özgür emekçiyi güçlendiren-devleti zayıflatan ve insanı ekonomiye değil ekonomiyi insana tabi kılan esaslı denklemler varsa, meseleye nasıl yaklaşacağınız -bana göre- apaçık hale gelir.
Meseleye teorik yaklaşımım ya da karınca kararınca teoriyi işlevlendirmeye çalıştığım eksen ve çerçeve budur.
Tartışma konusu gibi görünen ama bana göre başlı başına öne çıkarılacak bir konu olmayan; başka sözcüklerle ne sosyalist inşanın ne de yıkımın yükünü kendi başına taşıması mümkün olmayan Stakhanovizm hakkında birkaç söz söyleyerek noktalayalım.
Stakhanov, eğer yabancılaşmış bir işçi ya da hesap kitapçı bir bürokrat olsaydı, “salla başını al maaşını” çizgisinin bir milim ötesine geçmez, etraftaki aparatçiklerden birine “evet efendimcilik” etmeyle yetinirdi. Hayır. Ancak üretimi ve ülkesini dert edinen, işini ve hayatını seven bir işçi böylesi bir yaratıcılık sergileyebilir; önceki cümlede tariflenen tip değil. O nedenle Stakhanov bizimdir. Stakhanovizm ise bizzat Ahmet Kaplan arkadaşın yazısında pek güzel gösterdiği gibi kısa sürede bürokratik yozlaşmaya sürüklenmiş bir hareketin adıdır. Bana göre bürokratik yozlaşma da bir sonuçtur, yani “bürokratik yozlaşma oldu” deyip geçemeyiz. Peki neden oldu? Yine Ahmet arkadaş çok güzel gösteriyor ki ülkenin en güçlü kişileri Stalin ve Molotov bürokrasiye karşı Stakhanovların yanında duruyorlar. Sonra onlar da ücretlendirme ve kadrolaşma sisteminde bir hata yapıyorlar ve bizzat sosyalist emek kahramanları yarının bürokratlarına dönüşüyorlar. Bu gayet sınırlı bir açıklamadır; semptomu görüp altta yatan devasa nedeni görmemektir. Öyle bir neden ki, karşısında duran Stalin-Molotov gibi güçlü liderleri bile (Ahmet arkadaşın dediğine göre, niyetlerine, hatta iradelerine rağmen) önüne katıp sürükleyen karşı konulamaz bir determinizmle yüklü! Bu nedensellik tastamam sosyalizmi inşa anlayışında yatar: Devlet, ekonomi ve salt güç-kudret eksenli bir inşaya yönelirseniz ve bu güçlü kaleye yaslanıp sosyalizmi yavaş yavaş tüm dünyaya yaymayı hedeflerseniz, eldekini de kaybedersiniz. Çünkü bu gidişatın nesnel mantığı ve sonuçları altınızı boşaltır, halksız kalırsınız; bürokrasiye savaş açtığınız hallerde dahi bürokrasiyi güçlendirmekten kurtulamazsınız. Stratejide yaptığınız hatayı taktik hamlelerle düzeltemezsiniz.
Bana göre hikâyenin şah damarı budur.
Ahmet arkadaşın yazısında öznesiz bir itham var: “Burjuva medyanın sürekli kustuğu Stakhanov nefretinin kaynağı Sovyet bürokrasisidir” (bkz. A. Kaplan agy.)
Burjuva medya bugünlerde “Stakhanov nefreti” kusmaya başlarsa, “yapacak onca iş var, bir de bu mu çıktı başımıza” demeden, Ahmet arkadaşla omuz omuza verir, onurlu bir Sovyet işçisi olan Stakhanov yoldaşı savunurum.
Yok eğer Ahmet arkadaş benim “burjuva medyanın ağzıyla konuştuğumu” ima ediyorsa, (öznesiz ve ortaya yazması, kısa süre önce de benim Stakhanov’dan bahseden iki yazı yazmış olmam bu soruyu kaçınılmaz kılıyor maalesef) bu ithama verecek cevabım yoktur.
Devrim ve komünizm yolunda yürüyen herkese, hepimize kolay gelsin.
İlgili yazılar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.