Bu yılın başlarında Spotify, sanatçılara ve plak şirketlerine daha düşük bir telif hakkı oranını kabul ederlerse -ki oranlar zaten çok düşük- tanıtımlarını artıracağını duyurdu. Sanatçılara bedel ödenmesi konusundaki kavgalar ve podcast şirketi çalışanlarının sendikalaşması, dijital yayın dünyasının kalbinde bile sınıf çatışması olduğunu bizlere kanıtlıyor
Ekim ayının sonlarında “Spotify’da Adalet” kampanyasını başlattıktan birkaç gün sonra, Müzisyenler ve Müttefik İşçiler Sendikasına [Union of Musicians and Allied Workers (UMAW)] kampanyayı ilk etapta neden başlattıkları hatırlatıldı. Spotify, Kasım ayı başlarında sanatçıların kendilerini platformda tanıtma şeklinin değişeceğini duyurdu.
Spotify, “yeni bir özellik” olarak ilan ederek, sanatçıların ve plak şirketlerinin daha fazla görünürlük için ödeme yapması gerekliliğini uygulamaya sokacak. Daha düşük bir telif bedeli karşılığında, seçilen şarkılar ve albümler dinleyicilerin önerileriyle yukarıya itilecek. Spotify’dan gelen açıklama şöyle:
Bu yeni deneyde, sanatçılar ve plak şirketleri kendileri için öncelikli olan müziği belirleyebilir ve sistemimiz bu sinyali, kişiselleştirilmiş dinleme oturumlarını belirleyen algoritmaya ekler … Bu, algoritmalarımızın sanatçı için neyin önemli olduğunu hesaplamasına olanak tanır.
Tüm halkla ilişkiler konuşmalarında olduğu gibi burada da üstü kapalı sözler büyük önem taşıyor. “Sanatçı için neyin önemli olduğu”, tanımlaması “sanatçının maddi olarak gücünün neye yeteceği” olarak daha iyi anlaşılacaktır.
“Payola [Rüşvet]” terimine aşina olanlar onu kesinlikle burada fark edeceklerdir. Bir avanta karşılığında belirli şarkıları diğerlerinden daha fazla çalma pratiği, 1959’da rock and roll öncüsü DJ Alan Freed’in kariyerini mahvetti.
O zamandan beri, haklı olarak en iyi veya en orijinal sanatçıları değil, cepleri en dolgun sanatçıları ve plak şirketlerini destekleyen bir pratik olarak görülüyor. Pratiğin adı bile -özellikle kelimenin sonundaki “ola” eki- müziğin kontrolünü sanatçıların elinden almak için kullanılan ürünleri hatırlatıyor: Victrola, Pianola, Motorola, Payola.
Bu, Spotify’ın şarkıyı oynatmak için para almakla suçlandığı ilk olay değil. Geçtiğimiz ağustos ayında Daily Dot, şarkılarını yayıncılık servislerinin sahip olduğu etkili çalma listelerine eklemek için plak şirketlerinden ve sanatçılardan fahiş ücretler alan halkla ilişkiler şirketlerinin hızla büyüyen karaborsasına ilişkin derinlemesine bir rapor yayımladı.
Bu durum teknik olarak hizmet şartlarını ihlal etse de Spotify bu şartların zorunlu olduğuna dair hiçbir belirti göstermedi. Zaten reklam kabul ediyor olmalarının ötesinde bu harcama, büyük bir yapım sisteminin dışında yer alanlar için satın alınamayacak kadar büyük bir masraftır.
Eğer Spotify, ticareti müziğe tercih ederken bu kadar küstah olabiliyorsa, bunun nedeni şirketin bir süredir hiçbir yaptırım görmeden sanatçıları dolandırıyor olmasıdır. Bir sanatçının şarkısı platformda her yayınlandığında, sanatçıya ortalama olarak yaklaşık 0,004 ABD doları veya yarım sentin biraz altında ödeme yapılır. Gerçek bir tek dolar görmek isteniyorsa, şarkının yaklaşık 250 kez çalınması gerekir. Doğal olarak, hatırı sayılır bir tanıtım olmadan bunu elde etmek zordur.
Dahası, yarım sentten daha bile az olan bu ödeme bir ortalamadır, yani ödeme daha az da olabilir. Spotify, yayınlardan elde edilen tüm parayı tek bir havuza koyan ve ardından bunu her bir sanatçının aldığı yayın sayısına göre bölüp sanatçılara ücretlerini dağıtan ve böylelikle daha küçük sanatçıların payını düşüren orana dayalı bir sisteme (pro rata) sahiptir. Spotify ayrıca sanatçıları sürekli olarak mahkemeye veriyor ve telif ücreti olarak zaten az olan ödemesini daha da azaltmanın yollarını arıyor.
Bu nedenle UMAW “Spotify’da Adalet” adıyla bir kampanya düzenliyor. Talepleri arasında, oynatma başına en az yüzde bir artış ve yayıncıların oynatmak için ödeme yapmayı zorlayan düzenlemelerine bir son vermesi var. Ayrıca, kayda dahil olan herkesin listelerde yer almasını ve daha şeffaf, adil bir ödeme modelini talep ediyorlar.
“Spotify’da Adalet” Ekim ayı sonlarında ortaya çıktığında, yaklaşık dört bin sanatçının desteğine sahipti. Şimdi sayı yirmi beş binin üzerinde. Çoğunlukla bu destekçiler, büyük marka değerleri olan büyük isimler değil. Birçoğu kariyerlerini bağımsız yapımlarla veya kendi yayınını yapmakla uğraşarak geçiren kişiler.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, listede politik açıdan lafını esirgememesiyle tanınan birçok sanatçı yer alıyor: Ted Leo, Moor Mother, Televangel, Fugazi’den Guy Picciotto, Downtown Boys ve Sheer Mag. Ayrıca Thurston Moore, deerhoof, Zola Jesus ve yaklaşık yirmi beş bin kişi daha var.
UMAW’ın açıklaması şöyle: “Çoğu kişi, bu tür ücretlerin Spotify’ın mevcut ekonomik sistemiyle uyumlu olmadığını iddia ediyor. Talebimiz, bu modelin sanatçılara adil bir ödeme yapılabilecek şekilde ayarlanmasıdır. Spotify’ın modeli sanatçılara adil bir ödeme yapamıyorsa, var olmamalıdır.”
Sert mi? Evet, ama böylesine korkunç bir suçluya başka nasıl davranılmalıdır? Bazılarına göre, Spotify’ın yok olması hoş olmayan bir fikir; bu, hareket halindeyken veya evdeyken sevdiğimiz müziği dinleyemememize sebep olabilir. Ancak bu da müziğin hayatımızda oynadığı rol ve Spotify gibi yayıncıların on yıl önce görüldüğü gibi hâlâ kayıtsız şartsız faydalı olup olmadığı hakkında bir dizi soruyu gündeme getiriyor.
UMAW’ın, bir şarkının prodüksiyonunda yer alan tüm işçilerin listesinin Spotify’dan talep edilmesi ihtiyacını görmesi, yayıncılık hizmetinin etkisinin durumunu yansıtıyor. Dinleyiciler, şimdiye kadar kaydedilmiş neredeyse her şarkıya erişebilir ve bunu dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar sanal olarak yapabilirler, ancak bu sesi mümkün kılanların tam listesine erişemezler.
Bu, müziği demokratikleştirmekten çok izole eder. Emek olarak tanınmayan bir şarkı, anlamlı bir ilişki ve anlayış ortaya çıkarma konusunda daha az başarılı olur. Bir meta olarak, daha unutulabilir, daha tek kullanımlık, yabancılaşmaya daha açık hale gelir.
Tek kullanımlık bir meta olarak bile, hâlâ hayal gücümüze hükmediyor. Şu anda Spotify’ın algoritmaları, bir yıllık “Beğenebileceğiniz” önerilerinin ardından zevklerimizi kendimize göstermeyi amaçlayan “2020’de En Çok Dinlediklerin” oynatma listelerimizi bize sunuyor. Ve yeni tanıtım modelleri geçerse, bu tercihler gerçek zevklerimize giderek daha az, kimin ödediğine ise daha çok bağlı olacak ve bu durum araştırma ve keşfetme yeteneğimizi daha da bastıracak.
Son yıllarda kültürel araştırmalar sözlüğüne “spotifylaşma” teriminin girmesi boşuna değil, bu aslında, tam zamanında üretim ve talep üzerine dağıtımın günlük hayatımızın içine sızdığı, “ya uy ya da öl” zihniyetinin bir özeti.
Bu, genel yayıncılık yönteminin terk edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Diğer hizmetler, örneğin Tidal, sanatçılara daha adil bir şekilde bedel ödemeyi başardı. Bandcamp’ın modeli yalnızca indirmelerin, plakların ve diğer ürünlerin doğrudan satın alınmasını sağlamıyor, aynı zamanda sanatçı ve dinleyici arasında doğrudan bir iletişim hattı da sağlıyor.
Tidal ve Bandcamp hâlâ kapitalist işletmelerdir, bu nedenle bir noktada sanatçılara ne kadar alan sağladılarsa kapatmak konusunda muazzam bir baskı hissedeceklerdir. Fakat şimdilik o alan orada ve Spotify’ınki gibi modeller tarafından gelişmesi engelleniyor.
Spotify’la savaşan örgütlü emeğin sahip olduğu tek ses UMAW değil. Şirket duyduğumuz her şey üzerindeki etkisini genişlettikçe, podcast yayınında da agresif bir aktör haline geldi. Sadece kendi podcastlerini üretmeye başlamakla kalmadı, diğer podcast yapım şirketlerini de satın almaya başladı.
En son Parcast ağı satın alındı ve ağın çalışanları Writers Guild of America – West aracılığıyla sendikalaşma niyetinde olduklarını açıkladılar. Bu, onları Spotify’ın yörüngesine girdiklerinden beri işgücünün sendikalaşmasını görmek açısından The Ringer ve Gimlet Media’dan sonra üçüncü podcast ağı yapıyor.
Dijital yayın dünyasında bu sınıf çatışmasının ortaya çıkışı önemlidir. Yirmi yıl önce, internetin müzik bulmak ve dinlemek için kullanılabileceği fikri devrim niteliği taşıyordu. Bazı yorumcular, bildiğimiz şekliyle müzik endüstrisinin sonunun geldiğine ve onu ticaretin ve plak yöneticilerinin ulaşamayacağı bir şeyle değiştirme fırsatının olduğuna inanacak kadar ileri gittiler.
Onlar yalnızca bir noktaya kadar haklıydılar, servet sahibi “bölücülerin” bu yeni formatı çitleyeceğini ve bundan para kazanacağını tahmin edemediler. İşçilerin ve sanatçıların haklarını talep etmeleri, yalnızca çevrimiçi dünyanın hiçbir zaman kapitalizmin üzerinde olmadığının kanıtı değildir; bizi bunun nedenini ve sanatı kamusal bir hak haline getirmek için ne gerektiğini sorgulamaya zorluyor.
Çoğu daimi çalışana ve programlara sahip olan podcast şirketlerini sendikalaştırmak bir şeydir, sanatçıları örgütlemek ise bambaşka ve tartışmasız çok daha zor bir şeydir. Anlaşılan o ki Spotify, sanatçılarla olan ilişkisini işveren-çalışan ilişkisinden çok bağımsız yüklenicilerin ilişkisine yakın görüyor.
Gig işçileri* etrafında devam eden mücadele, bu tanımın nasıl her yöne çekilebilir olduğunu gösteriyor. Bu yazı yazılırken Spotify, UMAW’ın taleplerine hâlâ yanıt vermemiş durumda. UMAW, talepler karşılanmazsa kampanyasını “tırmandıracağını” belirtiyor.
Bu tırmanmanın neye benzeyeceği henüz netleşmedi. Ancak bu tırmanma her neyse, sanatla, emekle ve birbirimizle ilişkimizi yeniden tahayyül etmemize bir fırsat yaratma potansiyeli taşıdığı için mutlu olmamız gerekiyor.
* İngilizcedeki gig kavramının Türkçede tek bir kelimeyle tercih edilen bir karşılığı pek yaygın değil. Kavrama sıklıkla bir kişinin bir işverene bağlı olmadan çalışması gibi olumlu bir atıf yapılırken, eleştirel tartışmalarda gig geçici, güvencesiz ve sıklıkla mekândan bağımsız işler için kullanılıyor (ç.n.).
[Jacobin’deki İngilizce orijinalinden Müge Ertürk tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.