Bu kavram, tarihsellikten yoksun olduğu için, sınıfsallıktan da yoksundur. Siyasi İslamcılık dendiğinde bu, altındaki sınıfsal niteliği gizliyor, hiç değilse yeterince dikkat göstermiyor. Çoğu zaman da siyasi İslamcılığın tek bir türevini, diğerleriyle arasındaki nitelik farklarına bakmaksızın, biricik olarak kabul ediyor
Siyasi İslamcılık, dilimize yapışan bir kavram, belki de hepimiz bu kavramı pek çok benzer durumda benzer anlamlarda kullanıyoruz.
Ancak kavramlar sınıfsal nitelik taşımalıdır. Siyasi İslamcılık, sınıf niteliklerini karartan bir kavram, dolayısıyla yanlış.
Çok basit bir noktadan yola çıkıyorum.
İdeoloji ve ideolojik öğeler başka şeylerdir. Bir ideoloji muhtelif ideolojik öğelerden oluşur, ancak bir bütünselliği ve sınıfsallığı vardır. İdeolojik öğeler ise sınıfsal olmak zorunda değildir ve çoğu zaman da sınıfsal değillerdir; bu öğeleri farklı sınıflar, farklı zamanlarda alıp kullanarak özgül ideolojiler kurabilirler, dahası hep de böyle kurulur zaten ideolojiler.
Geçtiğimiz günlerde Kemalizm ve Jakobenlik üzerine yürüttüğüm bir tartışmada da buna değinmiştim. Bu tartışmanın ayrıntılarına girmeyeceğim ancak şu kadarını söyleyeyim. Jakobenlik, birbiriyle bağlantılı iki ayrı şeydir. Birincisi, Fransız devriminin tabandan yükselen devrimci atılımcı ideolojisidir, bir devrim programıdır, devrimi olası bütün sınırlarına vardırmayı amaçlayan bir devrimci burjuva ideolojisidir. İkincisi, bir program değil ama yöntemdir, devrimci radikalizmdir, tabandan yahut tepeden olabilir, böylece ideoloji değil ama bir ideolojik öğedir. Birinci durumda belli ki apaçık sınıfsal bir niteliği vardır, ikinci durumda ise belli bir sınıfa iliştirilemez; Spartaküs’ten Cromwell’e ve Bolşeviklere ve Kemalistlere ve Nasır’a ve hatta karşıdevrimlere, faşist darbelere kadar pek çok tarihsel eylemde Jakoben niteliklerden bahsetmek mümkündür.
Bu durumla dini akımlarda çok daha sık karşılaşırız.
Hıristiyanlık neyin ideolojisidir? Feodalizmin mi? Burjuva ideolojisi mi? Marksizm vazeden Kurtuluş Teolojisi nedir?
Hıristiyanlık kendi başına sınıfsızdır, sadece bir araçtır; bu aracı her sınıf kendi meşrebine göre kullanır yahut kullanmaz. Binlerce yıllık skolastik birikim, Hıristiyanlığı herkesin elinde araç haline getirebilir.
Marksizm bir işçi sınıfı düşüncesidir, ama biricik işçi sınıfı düşüncesi değildir. Pek çok başka işçi sınıfı düşüncesi de vardır, mücadele ve kurtuluş vazeden pek çok başka ideolojiler de vardır. Bunların kimisinde küçük burjuva komploculuğu (darbecilik), kimisinde aristokrat işçi sınıfı işbirlikçiliği (reformizm), kimisinde düpedüz köylücü özellikler öne çıkar. Ama hepsi de ezilen halkın belli kesimlerinin düşünceleridir. Bunlardan şunu yahut diğerini tercih edebilirsiniz; ama şu yahut diğeri halka düşmandır diyemezsiniz. Hıristiyanlığın Kurtuluş Teolojisi de öyledir; bu teoloji, Hıristiyanlık’ta Marksizm bulmaya yeltenir, Hıristiyanlıkla Marksizm’i buluşturmaya yeltenir, Hıristiyanlığı bütünüyle siyasileştirir, ama dini siyasileştirdi diye halkın davasına zarar vermez. Tersine; bu, Hıristiyanlığın sosyal dokunun temel bir unsuru olduğu ülkelerde, halkın davası için faydalıdır.
Bütün bu kavramlar sınıfsal nitelik taşırlar, anlamlarını da böyle kazanırlar. Darbecilik, reformizm, kurtuluş teolojisi, köylücülük; hepsi de kimi halk sınıf ve tabakalarıyla ilişkilidir. Ama Hıristiyanlık, tek başına bir sınıf yahut tabakayla ilişkilendirilemez. Hıristiyanlık, Jakobenlik gibi, bir ideolojik öğedir, ideolojinin kendisi değildir. Bu ideolojik öğe, P2’de mali oligarşinin halk düşmanı bir ideolojisi olarak belirir, Kurtuluş Teolojisi’nde halkçı bir ideoloji olarak. Her ikisi de siyasidir, ancak “siyasi Hıristiyanlık” kavramı kullanılacak olsaydı eğer, birbirine tamamen düşman bu iki ideolojiyi aynı çuvala dolduracağından, bu yanlış bir kavram olurdu.
İslam da farklı sınıfların ideolojilerine öğe teşkil edebilir. Tıpkı Hıristiyanlık gibi İslam da bin yıldan uzun bir süre, feodal toplumun ideolojik tutkalı olmuştur. Bütün bu dönem boyunca, farklı tonlarıyla, çoğu zaman feodal bir ideolojidir; bununla birlikte para ekonomisi ve ticaret vazetmesiyle de feodalizmde kalıcı ama donuk ve istikrarlı bir gedik de açıyordu.
***
İstiklal Savaşı’nın ardından İslam, feodal karşıdevrimciliğin ideolojisi olarak ortaya çıktı, 1930’lardan itibaren aynı zamanda feodal sınıf işbirlikçiliğinin ideolojisiydi. CHP’nin 1947 kurultayıyla birlikte devlete eklemlendi; bir başka deyişle “sermaye, ordu ve ABD”den önce siyasi iktidar tarafından resmi ideolojinin giderek daha çok pay tutacak olan bir parçası haline getirildi. 1950’lerde bunlara bir de tüccar sermayesi ve feodal toprak ağalarının özgül bir ideolojik bileşkesi eklendi; 1960’larda hâkim sınıf olarak tüccar sermayesinin yerini hemen bütünüyle tekelci burjuvazinin ve banka sermayesinin alması üzerine, taşra tüccarlarının ve tefecilerin ideolojisi olarak karşılaştık. 1970’lerde bu, giderek orta-burjuvaziye benzer bir şey haline gelmişti; iktidar ortaklığının şamar oğlanıydı ve belli bir muhaliflik de besliyordu. Bununla birlikte bu defa, tepede faşist ortaklıklar kurulurken tabanda faşist terörden uzak durma eğilimleri de göze çarpıyordu.
Peki hangisi siyasi İslam’dı bunların?
Hepsi siyasi İslam’dı. Bu nedenle, siyasi İslam, bütünüyle anlamsız bir kavramdır.
Bu kavram, iki nedenle anlamsızdır. Birincisi, tarihsellikten yoksundur. Bu kavramı ileri sürenler, meşum tek bir siyasi İslamcılık tahayyül ediyorlar. Oysa çok kısaca bile görüldüğü gibi, tek bir siyasi İslamcılık yoktu, birden fazla siyasi İslamcılık vardı ve bunlar, farklı tarihi dönemlerde farklılaştığı gibi, aynı dönemlerde bile bir dizi farklı renklere sahiptiler.
İkincisi, bu kavram, tarihsellikten yoksun olduğu için, sınıfsallıktan da yoksundur. Siyasi İslamcılık dendiğinde bu, altındaki sınıfsal niteliği gizliyor, hiç değilse yeterince dikkat göstermiyor. Çoğu zaman da siyasi İslamcılığın tek bir türevini, diğerleriyle arasındaki nitelik farklarına bakmaksızın, biricik olarak kabul ediyor.
Bugünkü bir siyasi İslamcılığı, biricik siyasi İslamcılık olarak tanımlıyor.
***
Ali Şeriati, düpedüz siyasi İslamcıdır, dinler tarihi ve sosyal tarihle ilgili söylediği her şey, materyalist açıdan yanlışlanabilir, öne sürdüğü bütün ilkeler çürütülebilir veya doğruca reddedilir. Bununla birlikte Şeriati, bir siyasi tercih yapmıştır; o, emekçi halkın antiemperyalist mücadelesini desteklemeyi, yükseltmeyi, bu mücadeleye önderlik etmeyi tercih etmiştir. Bu bir sınıf tavrıdır; siyasi İslam, onun dilinde, bu sınıf tavrını desteklemiş, yükselmesine yardımcı olmuştur.
Ekim Devrimi’nin ardından, “Müslüman komünistlerin” kongreleriyle karşılaşırız. Müslüman komünist olur mu? Olur; çünkü komünizm de farklı sınıfsal niteliklerle karşımıza çıkabilir. Babeuf de komünistti, Blanqui de öyleydi, Kurtuluş Teolojisini savunan Hıristiyanlar da komünisttiler. Engels’in Almanya’da “sosyalistlere karşı kanunun” hedef aldığı sosyalistler ile ilk Hıristiyanları nasıl zekice, nasıl istihzayla birbirine “karıştırdığını” hatırlayacaksınız. Müslüman komünistler de komünisttiler ve bunların, Leninist komünistlerle ittifak kurması elzemdi, çünkü ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesi sürüyordu. 1950’li, hatta 1960’lı yıllarda bile özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu komünistlerinin ülkelerindeki ilerici hareketlerle kurdukları bağlar da “siyasi İslamcılığın” hiç de toptan emperyalizm torbasına atılmadığını ortaya koyar.
İyi ki de öyle olmuştur.
Üstelik kelimelerin kavramsal değerine henüz hiç değinmedim. Sözgelimi, Alevilik eğer kendisini İslam içi tarif ediyorsa, halk hareketiyle kurduğu bağ itibariyle, düpedüz siyasi İslamdır. Bu yanlış mıdır? Hayır; bunun ne yanlışlığı ne doğruluğu ileri sürülebilir; bu sadece bir vakıadır. Kuşkusuz, Aleviliğin tarih boyunca ezilmiş ve muhalefette kalmış olmasıyla da ilgilidir bu; ama Arnavutluk’ta da Alevilik karşıdevrimci bir rol oynamıştır.
***
Sınıf, temeldir. Bir kavram ancak sınıfsal olarak ifade edilir, tarihi olarak bir çerçeveye oturtulursa anlam taşır.
Elbette şunu ileri sürmek mümkün ve aynı şekilde bir vakıadır: Sünni İslam, bin beş yüz senedir hemen daima sürekli surette iktidarların ideolojik omurgasının kurulmasına katkıda bulunmuştur, dolayısıyla diğer mezheplerden daha çok çürümüştür, onda bir halk hareketine, bir halk ideolojisine öğe olarak katılmak için belki de pek az şey kalmıştır. Bu, tamamen başka ve genel olarak da bir tarih tartışmasıdır. Ama her din yahut mezhep, içinde ilerici pek az şey kalmış olsa bile, ideolojinin kendisi değil bir ideolojik öğe olduğu için, her sınıf tarafından kullanılabilir. İlke budur, değişmeyecek tek şey budur.
Üçüncü olarak, şu da ileri sürülebilir: iyi ama, bu artık yerleşmiş bir kavram, dolayısıyla her ne kadar sorunlu olsa da belli bir “kullanım değeri” ortaya çıktığı için, kullanmaya devam edebiliriz, nihayetinde hiç de az sayıda değildir, aslında etraflıca kesip biçsen yanlış diyebileceğin halde halde dilimize yerleştiği için kullanmaya devam ettiğimiz kavramlar. Ne var ki bu da doğru değildir; “kullanım değeri”, çünkü sadece bizim açımızdan ortaya çıkan bir değer değildir. Kurşunkalemin bir, tek bir ortak kullanım değeri vardır; ama siyasi İslamcılığın böyle tek bir kullanım değeri yoktur, dolayısıyla hiçbir ortak kullanım değeri yoktur. Herkes onu başka anlamlarda kullanabilir ve kullanır.
***
Özetle, bir tane siyasi İslamcılık yoktur. Bütün siyasi İslamcılıklar da kötü değildir, tıpkı kurtuluş teolojisinin kötü olmadığı gibi. İyi ve kötü, haklı ve haksız, ancak emperyalizm karşısında anlam taşır; yoksa bunlar bütünüyle boş kelimelerdir. Emperyalizme karşı halkların kurtuluşunu ilerletiyor mu? Geriletiyor mu? Hangisi ilerletiyor, hangisi geriletiyor?
Hâkim ideolojinin bir bileşeni olarak İslamcılık (ve her İslamcılık ister istemez siyasi İslamcılıktır) esas olarak CHP’nin 1947 kurultayı ile ortaya çıkmıştır. Ama bunu söylediğimizde bir şey söylemiş olmayız. 1950’lerde ticaret burjuvazisi ve feodal kesimlerin İslamcılığından, 1960’larda (Ulaş Bardakçı’nın altını çizdiği gibi) devrimci mücadelenin yükselişine karşı tekelci burjuvazi tarafından ensesi pışpışlanan tefeci tüccar ve taşra eşrafının İslamcılığından, 1970’lerde tepede faşist koalisyonların ortağı İslamcılıktan, bununla birlikte tabanda bir bölüğü faşist terörden uzak duran bir İslamcılıktan, 1980’lerde Özal’la birlikte iktidarda kendine sürekli yer bulan ve neoliberalizmin yükselişiyle birlikte uluslararası güç haline gelen bir İslamcılıktan, bugün tekelci burjuvazinin hâkim kesiminin, yani AKP’nin ideolojik omurgasını teşkil eden bir İslamcılıktan söz edersek, ancak o zaman anlamlı bir şeyler söylemiş oluruz.
Aksi takdirde, tersine bir Mardincilikle, yani Veberciliğin en şekilsiz, en çarpık, en anlamsız bir türevinin tepetaklak dikilmiş haliyle karşılaşırız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.