Virüse karşı önlem amacıyla kısıtlamalar işleyişini sürdürürken normal koşullarda halkın ve ilgili çevrede yaşayanların taraf olduğu alanlarda madencilik çalışmaları son sürat ilerliyor. Üstelik hızını arttırmış olarak…
Salgın süreci sağlıklı ve insan eliyle tahrip edilmemiş doğal bir çevre hakkını daha çok konuşulan bir gündem haline getirdi. Olanağı olanlar kendilerini doğayla daha yakın temasta olacakları yerlere attı. Ortada salt insanın değil bütün canlıların sağlığını olumsuz etkileyen kirli hava, kirli su ve kimyasal etkilere maruz kalmış gıdalar tahribatın bir sonucu olarak çarpıcı bir şekilde önümüzdeydi.
COVID-19 salgını ile birlikte işsiz, yoksul ve çalışan halk iş, ekmek ve can derdine fazlasıyla düşmeye başladı. Sağlık emekçileri tükendi, öldü. Zorla ve yoğun çalışma koşulları hasta edip öldürürken işsizlik süründüren bunaltan bir hal aldı.
Salgın nedeniyle, dünya genelinde sanayi üretiminin gerileyerek daralması, doğanın kendini yenilemesine dair işaretlerin belirdiği tespitine yol açtı. Söz konusu tespit olsa olsa temiz bir çevre hakkını savunanların çizgisinin doğruluğunu bir kez daha pekiştirmeye yetebilirdi.
“Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” görüşü çokça ifade edilse de bunun kim/kimler için ve nasıl bir anlam taşıdığına ilişkin açık bir mesaj içermiyordu. Evet doğanın tahribatından sorumlu tutulan insandı. Ama sorumluluğu genel olarak insana atmak bu işin faillerini göz ardı etmekten başka bir anlama gelemezdi. Mülkiyete, kâr elde etmeye dayalı ilişkiler dizgesinde insandan insana çok fark var elbet. Mülk ve sermaye sahibi bir avuç insan ile sermaye karşısında emeği, alın teri ile ayakta kalmaya çalışan insan yığınları farklı kefelerde yer alır. O yüzden bu işin sorumlusu, işgücü dahil; canlı yaşamıyla çevreyi, doğal kaynakları sermayesinin bir parçası haline getiren mülk sahibi ve bunlarla birlikte hegemonya kurmuş olan siyasi iktidarlarıdır. Dolayısıyla sorumluluk açlığı, yoksulluğu, savaşları, göç dalgalarını yaratan kapitalistlerdedir.
Ayrıca COVID -19 virüsü bulaşmak açısından zengin yoksul ayrımı yapmıyor olabilir ama bulaş gerçekleştikten sonra zenginin ve yoksulun virüse karşı aynı araç ve aynı şartlarda mücadele etmediğini; hem de hayatın elli metre karelik evlere sığmayacak kadar ağır olduğunu da eklemek gerekir. “Aynı gemideyiz” demek gülünç bir deyim değil midir?
Öteden beri gelip olumsuzluklar doğuran bir şeyin artık tekrarlanmamasını istemek ya da dilemekte elbet bir sorun yok. Hatta çevre ve insan hakkına sahip çıkan bizler belki de bunu hayatın gerçeğine dönüştürme potansiyeli ve anlayışına sahip yegâne güç durumundayız. Kapitalizmin doğadan elini eteğini çekmesi, onu kendi seyrine bırakması, kârından vazgeçmesi gibi varlık koşuluna aykırı bir durumu olamaz. Çünkü çevre felaketlerinin nedeni kapitalist üretim tarzının kendisidir. Eskisinin yetmediği yerde yeni yollar arayışına girecektir. Ülkemizin siyasi iktidarı ve onun eteğine tutunmuş bulunan sermaye çevreleri, patronlar, holdingler salgın gibi kitlesel açıdan ölümcül riske sahip bir olayı fırsata çevirmek gibi bir pervasızlığı soğukkanlılıkla gösterebilmektedirler. Bizi “aynı gemi” masalıyla uyuşturup, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” fikriyle oyalarken atı alıp Üsküdar’ı geçmeyi ihmal etmiyorlar da.
Virüse karşı önlem amacıyla kısıtlamalar işleyişini sürdürürken normal koşullarda halkın ve ilgili çevrede yaşayanların taraf olduğu alanlarda madencilik çalışmaları son sürat ilerliyor. Üstelik hızını batıdan, kuzeyden doğuya doğru arttırmış olarak… Çok değil belki bundan on-on beş yıl önce özellikle Karadeniz’de HES yapımı kapıya dayandığında, öngörüldüğü gibi sürece dair olumsuz sonuçlara bu denli hızlı ulaşılacağını tahmin etmek zordu. Bugün ortaya çıkan sonuçlar yeni HES’lere, yeni barajlara, doğal yaşamı kendisine sermaye gören mülkiyet biçimine neden karşı çıkmamız gerektiği bize daha çarpıcı bir biçimde öğretir oldu. Bugün artık Karadeniz’in derin vadilerinde yok olan endemik bitkilerden, hızla azalmış olan canlı türlerinden ve tabi ki ağzının tadı kaçınca yöresini terk eden insanların varlığı, bizlere ortaya çıkan manzarayı yeterince göstermektedir.
Bilindiği gibi doğal varlıklar üzerinde yürütülecek bir faaliyette çevresel bir değerlendirme raporu gerekliydi. Halk kendini ancak ÇED sürecinde gösterip ifade edebiliyordu. Ancak günümüzde doğayı hedef alan faaliyetlerde, ilgili yöre halkı ve çevre savunucuları için önemli bir dayanak olan çevresel etki değerlendirme raporlarının yatırımcı şirketler lehine zorunlu olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Dolayısıyla ilgili yöre insanları çoğu kez faaliyet tam gaz başladıktan sonra neler olduğuna dair kendi olanakları ölçüsünde bilgi sahibi olabiliyor. Şu süreçte yaşananların önemli bir boyutu budur. Dört bir yanda kurulan HES, JES, RES, termik santraller, inşası devam eden üç büyük nükleer santral, gittikçe çoğalan maden çıkarma faaliyetleri halkın pandemi şartlarında kısıtlamalarla yaşamasına rağmen yaygınlaşmış görünüyor. Sivas, Erzincan, Malatya, Tunceli yörelerinde ocak açmak, maden çıkarmak her şeye rağmen köyünde kalabilmiş bir avuç insanı tedirgin etmeye, kaygılandırmaya fazlasıyla yetmektedir.
Sermayenin doğayı tahrip etme noktasında eski tutumundan vazgeçme gibi bir gündemi yok. Bugün Malatya yöresinde maden şirketlerine yüzlerce maden arama ruhsatı verildiği çevre örgütlerince kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır. Ki şu süreçte dernek statüsü kazanma aşamasında olan Malatya Çevre Koruma Platformu yörede maden aramak için 900 ruhsat verildiği bilgisini paylaşmıştır. Malatya, Sivas ve Erzincan sınırları içine yayılan Sarıçiçek yaylası eteklerinde altın madeni araştırması için köylülerin tarlalarına kuyular açılmıştır. Olayı yetkililere şikayet eden yerel idareciler ve köylüler şirket sorumlularınca tehdit edilmektedir. Maden şirketleri Hekimhan, Kangal, Arguvan, Arapgir kuşağındaki dağlarda da siyanürle altın arama faaliyeti için harekete geçmiş olmasına rağmen olaydan haberdar olan köylülere resmi bir bilgi verilmesinden kaçınıldığı gibi ÇED raporu da oluşturulmadan çalışma başlatılmıştır.
Doğanın talan edilip, dinamik hayatın geri döndürülmez bir sürece sokulması dün gibi bugün de tam gaz sürüyor. Pandemiyi kontrol altına almak için yapılan kısıtlamalar ise halkın elinin kolunun bağlanması; haklarının çalınması, madencilerin sahada rahat çalışması için fırsata çevrilmiş durumda. Akarsu, orman, mera, tarla, dağ, tarihi varlık demeden çarkını çevirmek için hareket eden sermaye düzeni, insanın insana, insanın doğaya yabancılaştırılmasının bir temsili olan COVID-19 dahil gelmiş geçmiş en ölümcül virüslerden daha tehlikeli bir virüse halini almıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.