Malthus’ün hayaleti geri dönüyor ama tartışmanın doğası da değişti. Massachusetts’teki bilim insanları tarafından 1972’de yayımlanan ve 2004’te güncellenen Club of Rome raporunda öne sürüldüğü gibi, insan sayısı bir sorunsa, bu ne temelde gıda nedenleriyle ne de yenilenemeyen kaynakların tükenmesinden kaynaklanmaktadır. Sorun şu anda başta gelişmiş ülkeler olmak üzere çevreye verdikleri aşırı zararlarda yatmaktadır
İngiliz Thomas Robert Malthus “Nüfus ilkesi üzerine bir deneme” (1796) adlı eserini yayımladığında, gezegenin nüfusu yaklaşık bir milyar idi. Çalışmada nüfus asgari geçimden daha hızlı büyüme eğilimindeyken, üremeye engel konulmasaydı, geçinmenin kaçınılmaz olarak eksik kalacağını savunmaktadır. Malthus özellikle geç evliliği savunuyordu.
Bir süre sonra (1817), arkadaşı ve klasik iktisadın kurucusu David Ricardo, Malthus’un tezinden hareket ederek, işçilerin uzun vadede sadece hayatta kalacak bir ücret beklentisinde olacaklarını, bunun ötesinde herhangi bir ilerlemenin tarımsal ürünlere olan talebi artıracağını, bu nedenle ekilmesi gereken düşük kaliteli toprağın tarıma açılmasıyla azalan verim nedeniyle fiyatlarda bir artış olacağını açıkladı. Bu, tabii ki, önceki yıllarda elde edilen satın alma gücünü ortadan kaldıracaktır.
Sahte bilim
O zamandan bu yana, Malthus ve Ricardo’nun karanlık öngörüleri gerçekleşmeksizin dünya nüfusu yedi kattan fazla arttı. Açıkçası bu akıl yürütmenin zayıf noktası, asgari geçimin nüfusun artış hızından daha yavaş artması açıklamasına dayanmasıydı. “Sosyalizm” sözcüğünün mucidi Pierre Leroux, 1846’dan itibaren iktisatçıların sahte bilimini kınadı: “Kıtlık ve nüfusun azalması lehine sürdürüldüğü iddia edilen üretim yasası, Sermaye yasasıdır.” Karl Marx’tan başlayarak, kapitalist sistemin tüm eleştirmenleri tarafından zaman içinde kullanılacak bir argüman: Yoksulluk, sayıların değil, sömürünün meyvesidir.
Sonraki yüzyılda kitle şöyle diyordu: gerçekler karar vermişti ve Avusturya kökenli ünlü iktisatçı Joseph Schumpeter, İktisadi Analiz Tarihi kitabında Malthus ve Ricardo’yla dalga geçiyordu: “Bu yazarlar bugüne kadar görülmemiş olağanüstü bir iktisadi kalkınmanın içinde yaşadılar (…) Bununla birlikte, sadece darda yaşayan, günlük ekmeği için durmadan tükenen bir etkinlikle mücadele edenden başka bir şey görmediler.” İktisatçılar daha sonraki çalışmalarda demografiyi “konu dışı” olarak gördüler.
Bununla birlikte, 1950’li yıllardan beri, 20 milyon kopya satan Road to Survival’ı yayımlayan Amerikalı William Vogt gibi çevre bilimciler tarafından Malthusyen tezler yeniden gün yüzüne çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde “nüfus patlaması” kaygısı güçlü bir şekilde yeniden canlanmaktadır.
Dünya Bankası aile planlamasını önceliğine alırken, Fransız iktisatçı ve tarım uzmanı Rene Dumont (1904-2001), 1962’de nüfusun gıda üretiminden daha hızlı artması nedeniyle “Kara Afrika’nın kötü bir başlangıç yaptığını” savundu. Bu sav daha sonra Amerikalı bilim adamı, 1968 yılında çok satan “La bombe P” (Nüfus Bombası) adlı kitabın yazarı Paul Ralph Enrich (1932) ile küresel ölçekte yayıldı.
Bu yeni Malthusçu savlara itirazlar gelmektedir. Önce, Fransız iktisatçı ve nüfus bilimci Alfred Sauvy (1898-1990) demografik patlamanın 19. yüzyılda Avrupa’da gözlemlenen demografik geçişin üçüncü dünya ülkelerindeki (1952 yılında yarattığı bir deyim olup genç yükselen ulusları belirtir) aktarımı olduğunu savundu: Ailelerin doğurganlıklarını çocuk ölümlerindeki keskin düşüşle aynı hizaya getirmeleri zaman alır. Buna ek olarak, gençler ekonomik dinamikler açısından bir değer oluştururken, yaşlanma hem Güney hem de Kuzey ülkelerinde bir dezavantajdır.
Danimarkalı iktisatçı Ester Boserup (1910-1999) Dumont’un savlarının aksine, üçüncü dünya ülkelerinde, nüfus artışına verimlilik ve ekili alanlardaki artış sayesinde gıda miktarında bir iyileşmenin eşlik ettiğini belirterek Malthus’un tezlerini çürütür. O zamandan beri, istatistikler çoğu kez savaşlara, salgınlara veya kötü hasatlara atfedilebilen istisnalar olsa bile (Alfred Sauvy bu etkenlere “Üç Kader” diyor), onu büyük ölçüde haklı çıkardı.
Bunula birlikte, sondaki etkenler günah keçisi olmaya adaydır. Nitekim etnolog Jared Diamond[1] 1994 yılında Ruanda’da yaşanan Tutsilerin soykırımını etnik gruplar arasındaki ilişkileri şiddetlendirdiği söylenen aşırı nüfusa bağlamaktadır. Angus Deaton[2] bu kaygıyı incelikleriyle belirtir: “Her şey yeni gelenlerin ne eklediklerine bağlıdır, sadece neye mâl olduklarına değil.” Bu olay iyi de olabilir; “Eğer yeni gelenler gıda sağlayıp paylaşılan yemek daha iyi olursa (besleyici ve toplumsal açıdan).”
Benzer bir şekilde, doğal kaynaklar konusunda önemli bir uzman olan Pierre Noël-Giraud[3], doğal kaynakların 2050’de 10 milyarlık bir nüfus için bile yeterli olacağını söylüyor fakat bu sayı ona göre, bundan sonra önemli ölçüde azalacak. Öte yandan, kuşkusuz “kirletici emisyonların sürdürülebilir oranlarını” (özellikle CO2) aşacağız, böylece çok büyük bir yoksulluğun kırsal ve kentsel tuzaklara yol açmasına neden olacağız.
Malthus’ün hayaleti geri dönüyor ama tartışmanın doğası da değişti. Massachusetts’teki bilim insanları tarafından 1972’de yayımlanan (Dennis Meadows’un yönetiminde) ve 2004’te sonrakiler tarafından güncellenen Club of Rome raporunda öne sürüldüğü gibi, insan sayısı bir sorunsa, bu ne temelde gıda nedenleriyle ne de yenilenemeyen kaynakların tükenmesinden kaynaklanmaktadır.
Başlı başına iyi bir haber olan birkaç ülkenin iktisadi sıçrayışı (Çin’in GSMH 1971 ile 2013 arası 34 kat arttı) “Meadows raporunun” alarm zillerine kesinlikle bir tutarlılık kazandırdı ancak sınırlar artık tamamen demografik olmaktan çok çevresel. Çünkü demografik geçiş -ölüm oranlarında gözlemlenen keskin düşüşle aynı hizaya gelen doğurganlık (özellikle bebek)- Afrika da dâhil olmak üzere her yerde gözlemlenmektedir. Pierre Noël-Giraud, Afrika’nın 1500 yılında köle ticareti nedeniyle geride olan dünya nüfusu içinde aldığı yeri bugünlerde yakaladığını söylemektedir. Bununla birlikte, 10 milyar erkek ve kadına, Batı ülkelerine benzer bir standart (ve bir yaşam biçimi) sağlamak, en azından yerel olarak ciddi çevresel ve dolayısıyla insani ve ekonomik felaketlere neden olma riski taşır.
Sorun şu anda başta gelişmiş ülkeler olmak üzere çevreye verdikleri aşırı zararlarda yatmaktadır. Oysa, bu ülkelerdeki iktisatçıların büyük çoğunluğu büyümenin sınırlarını ya da olumsuz etkilerini değil, sadece yararlarını görürler. Böylece demografi kapısından kovalanan Malthus, çevre kapısından içeri girmiş olur.
Dipnotlar:
[1] Effondrement, Gallimard, 2006 (Çöküş).
[2] La Grande Evasion (Büyük Kaçış) 2013, çeviri: Laurent Bury, PUF, 2016.
[3] (L’homme inutile (Yararsız İnsan), Odile Jacob, 2015, s.115.
[Alternatives Economiques’de 17 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.