İktidar ile halk arasındaki yarılma bu kadar büyük olunca, söylemlerin de inandırıcılığı kayboluyor. Halkın sorunlarına çözüm üretemeyen iktidar trollemeyi tercih ediyor ama halk artık inanmıyor
Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra iktidarın kendi sosyal medya gücünü oluşturma çabasıyla binlerce kişiye para vererek bir araya getirdiği, kamuoyunda ak-troller olarak bilinen yapılanmanın faaliyetleri herkesçe biliniyor. Fakat Türkiye’de özellikle son 1,5 yılda meydana gelen gelişmeler, Cumhurbaşkanı’ndan bakanlara kadar kamuoyuna yansıyan açıklamalar, iktidarın bizzat kendisinin vatandaşı trollediğini açıkça gösteriyor.
Günlerdir “Ordu Katar’a satıldı açıklaması”, “CHP’lilerin terörist cenazesine katılması” gibi konular gündemde mümkün oldukça sıcak tutuluyor ve uzun uzun tartıştırılıyor. CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın Habertürk TV’de iktidarın Katar ile olan ekonomik ilişkilerindeki teslimiyetçi tutumunu eleştirdiği sözleri, “Satılmış ordu dedi”, “Orduya hakaret etti”, “Orduyu göreve çağırdı” gibi söylemlerle günlerdir tartışılıyor. Başarır’ın yayındaki o sözlerini dinleyen aslında hiç de öyle bir tartışmanın olmadığını rahatlıkla anlar. Ancak iktidar Katar meselesinde üzerine çamur bulaştırmamak için olmayan bir tartışmayı günlerdir sıcak tutmayı, bir anlamda hepimizi “trollemeyi” başardı.
Diğer bir gündem ise CHP’li milletvekillerinin “terörist cenazelerine” katıldığı iddiası. Ak-troller tarafından hazırlanan Photoshop görseller yine günlerdir Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere herkesin dilinde. Yani Türkiye günlerdir sahte fotoğraflarla trolleniyor. Sahte fotoğraflar üzerine başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar kanadından gelen pek çok açıklamanın, TV programlarında saatlerce tartışmaya açılması, bu kadar olmayan bir meselenin aslında varmış ve büyük sorunmuş gibi kamuoyunun önüne atılması halkın trollenmesinden başka bir şey değil.
Burada Aziz Güler meselesine parantez açmak gerekirse, Aziz Güler’i hedefe koyanların IŞİD’e dair tek bir cümle kurmaması ise ayrı bir trolleme çabası. Çünkü Aziz Güler, IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybetti. IŞİD’in, Reyhanlı’da 53 kişiyi, Suruç’ta 33 kişiyi, Ankara Garı önünde 103 kişiyi katleden, yılbaşı gecesi Reina’yı kana bulayarak 39 kişiyi katleden, İstanbul’da Sultanahmet Meydanı ve Taksim İstiklal Caddesi’ni intihar eylemleriyle kana bulayan, dahası 2 askeri diri diri yakıp görüntülerini tüm dünyada yayımlayan, Suriye’de Alevi köylerini yakan, kadınlara tecavüz eden, dünyanın dört bir yanında kanlı eylemlerle binlerce kişiyi katleden cihatçı bir terör örgütü olduğunu anımsamakta fayda var.
Peki işler bu noktaya nasıl geldi? Ne oldu da sosyal medya gücü oluşturmak için çalışan, bir trol ordusu kuran AKP birden kendisini trol haline dönüştürdü? 18 yıllık süreci irdelediğimizde pek çok örnek verilebilir belki ama asıl 2019 yerel seçimleriyle birlikte halkı trolleme anlayışı AKP’nin ana politikası haline dönüşmüş görünüyor.
“Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu” diyerek, İstanbul’da kapı kapı polis baskınlarıyla sahte seçmen avına çıkan iktidar adeta halkı yıldırma politikası uyguluyordu. İstanbul’a Başkan yapmak için aday gösterdiği Binali Yıldırım, “Sandık görevlileri karşıdan seçmenin tipine bakıyor, bu AKP’ye oy verir diyerek Büyükşehir oy pusulasını vermiyor” açıklamasıyla yine herkesi trollüyordu. Trolün büyüğü ise İstanbul seçimlerinin (sadece Büyükşehir) iptal edilmesiydi. İktidar, aynı zarftan çıkan oy pusulalarında üstünlüğünü koruduğu ilçe seçimlerinde bir sorun görmemiş, sadece kaybettiği büyükşehir seçimlerini tekrarlatarak sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı trollemişti.
Son tahlilde iktidarın dediği olmuş, İstanbul seçimleri 23 Haziran’da tekrarlanmak üzere iptal edilmişti. 23 Haziran’da bu sefer çok daha büyük bir farkla kaybeden ve artık toplum nezdinde inandırıcılığını yitiren iktidarın söylemleri, COVID-19 salgını Türkiye’ye geldiğinde de silsile halinde devam etti. Bir cuma, gece yarısına 2 saat kala, birden sokağa çıkma yasağı getirildi ve binlerce insan fırınlarda ve marketlerde buluştu. Sonra İçişleri Bakanı bir telefonun “Not” kısmına yazılmış bir metni sosyal medyadan paylaşarak istifa ettiğini duyurdu. Tam da bu sırada sosyal medyada ciddi bir trol savaşı başladı. İçişleri Bakanı’nı destekleyenler ve desteklemeyenler… Bakmayın farklı göründüğüne ikisi de aynı tarafın trolleriydi. Son tahlilde Cumhurbaşkanı istifayı kabul etmedi ve İçişleri Bakanı’nı destekleyenler kazanmıştı.
Tabii artık ekonomide işler de iyice kötüleşiyordu. Pandemi nedeniyle on binlerce kişi işsiz kalırken, küçük büyük binlerce esnaf kepenk kapatırken “Ekonomik Destek Paketi” sermayedarlar için açıklandı. Rifat’ın (Hisarcıklıoğlu) yüzü gülerken milyonlarca vatandaş, bu paketin yükünün sırtına zam ve vergi olarak yükleneceğini biliyordu. Aylar sonra “Acı Reçete” denilerek yeniden trollenecekti.
Tabii dolar 2023 tahminlerine 1 haftada ulaşınca Ekonomi Bakanı da halkın tepkisine “Dolarla mı maaş alıyorsun, dolar borcun mu var?” diye trol bir soru soruyordu. Sonra işin içinden çıkamayınca “Instagram” mesajıyla istifa ettiğini duyuruyor, Bakan’ın tüm sosyal medya hesapları bloke ediliyor, kimse ne olduğunu bilmiyordu. Bir kesim çok emindi ve Bakan’ın hesapları hacklenmişti. Hatta bazı bürokratlar bakan için destek mesajları yayımlamıştı. Türkiye’nin en büyük medya kuruluşlarına, TV kanallarına bakan böyle bir istifanın olmadığını açıkça görürdü. Aradan 2 gün geçti ve nihayet Bakan Bey’in istifa etmediği, aslında “görevden af” talep ettiği ve Cumhurbaşkanı tarafından bu talebin kabul edildiği anlaşıldı. Birden trollendiğini anlayan bürokratlar destek mesajlarını bir klavye marifetiyle anında silmişlerdi. Tabii Bakan Bey gitmeden önce yine halkı trolleyip pandemi döneminde açıkladığı kamu bankalarının kredi uygulamalarıyla milyonlarca insanı bankalara borçlandırmıştı.
Tam da bu sıralar Adalet Bakanı gündemi sarsan o açıklamayı yaptı: “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Yargı konjonktüre bakmaz, yargı hatıra bakmaz, yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya bakar, vicdanına bakar, hukuka bakar, Anayasa’ya bakar.” Adalet Bakanı adaletsizlikten, yargı kararlarının kişiye göre uygulanmasından şikayetçiydi. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi pek çok kişinin, birilerinin hedef göstermesiyle yıllardır hapis yattığı, Alaattin Çakıcı gibi bir suç örgütü liderinin bir parti liderinin talimatıyla hapisten çıktığı bir ülkede Adalet Bakanı da herkesi trollemeyi tercih etmişti.
Ve tabii ki Türkiye’nin pandemi ile imtihanı… İlk zamanlar Sağlık Bakanı’nın kameralar karşısına geçip yaptığı açıklamalar geniş çevrelerce sürecin açık ve şeffaf yürütüldüğü şeklinde yorumlandı. Türk Tabipleri Birliği ise en başından beri ellerine ulaşan verilerin Bakanlığın açıkladığı verilerden çok daha fazla olduğunu anlattı. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İBB Mezarlıklar Daire Başkanlığı’ndan aldığı günlük rakamların, Bakanlığın Türkiye geneli rakamlarının üzerinde olduğu ortaya çıktı. Sağlık Bakanı da aylar sonra “Biz sadece ağır hasta sayılarını veriyoruz, pozitif vaka sayısını vermiyoruz” dedi. Toplam vaka sayısı açıklandığında ise tablodaki sayı 6 kat fazlaydı ve TTB, İBB gibi itiraz eden kurumlar haklıydı. Sağlık Bakanlığı da aylardır herkesi trollüyordu.
Örnekler çoğaltılabilir ama asıl mesele bu tavrın bir politika haline dönüşmüş olması. Kamuoyu araştırmaları da iktidarın toplum nezdinde inandırıcılığını yitirmeye başladığını ortaya koyuyor. İktidar bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek trolleme politikası uyguluyor. Bu durum büyük ölçüde topluma yabancılaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Öyle ki iktidarın gündemi ile halkın gündeminin birbirine taban tabana zıt olduğu gerçeği, Cumhurbaşkanı’nın, Malatya’da kendisini karşılamaya gelen bir vatandaşın “Geçinemiyoruz, evimize ekmek götüremiyoruz” sitemine “Abartılı buluyorum, al keyif çayıdır bu, çay iç” yanıtını vermesiyle herkesin suratına çarpıveriyordu. Son tahlilde vatandaş “Geçinemiyor”, Cumhurbaşkanı oralı dahi olmuyordu.
Kıssadan hisse, iktidar ile halk arasındaki yarılma bu kadar büyük olunca, söylemlerin de inandırıcılığı kayboluyor. Halkın sorunlarına çözüm üretemeyen iktidar trollemeyi tercih ediyor ama halk artık inanmıyor. Vatandaş bu acı reçeteyi kabul etmiyor, Malatyalı vatandaş gibi Türkiye’nin dört bir yanında geçinemeyen binlerce kişi artık sözünü sakınmıyor, konuşmaktan korkmuyor. Ama aynı toplum kime güveneceğini de bilmiyor. Tünelin sonunda bir ışık bekliyor. Derdini anlayan, aynı dili konuşan, sahici, bütünleştirici bir yol arıyor.
Öyle bir yol ki adalet özlemini giderecek, dişini tırnağına takarak harcadığı emeğin hakkını alacak bir yol. Kendini Meclis kapılarında yakmayacak, çarşıya, pazara çıktığında cebindeki parası yetecek, çocuğunun okul masraflarını karşılayacak, “Haydi uzaktan eğitime” denildiği zaman evladının tableti ve interneti olmadığı için derslerinden geri kalmayacağı bir yol arıyor.
Gençler, geleceğini arıyor.
İşsizlikle, açlıkla sınanmayacağı bir yol arıyor.
Barışacak bir yol arıyor, komşusuyla, mahallelisiyle, köylüsüyle… Hiç tanımadığı biriyle siyasal kutuplaşma yüzünden kavga etmek istemiyor.
Bu ülkenin kadınları özgürce yaşayacakları, erkek katliamının, tacizin, tecavüzün ve her türlü saldırının yerle bir edildiği bir yol arıyor.
Son tahlilde herkes yepyeni bir yol arıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.