Tartışmalar yeni değil, kroniktir ve bugüne kadar bu boyutta tartışılmamasının nedeni temsilcilik-şube-genel kurul seçimlerinde kuruluşundan bu yana hayata geçirilen gruplar arası mutabakat anlayışı sonucu yönetim organlarının bir şekilde oluşması ve sorunların tartışılmayıp, halının altına süpürülmesi nedeniyle, kamuoyuna yansımamasıdır
“Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,
Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında
Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
Seninle yeşerdiler, seninle soldular…
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.”
Özdemir Asaf
2017 yılında yapılan Eğitim Sen 10. Olağan Genel Kurulunu değerlendirme yazımıza; “Genel Kurulda tartışılan konular arasında, 29 Aralık barış grevi ve Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın işlerine geri dönmek için yaptıkları açlık grevi ön plana çıkarken; yaşanan üye kayıpları, silikleşen sendikal etki, daralan eylemlilikler, ihraçlar konusundaki kahredici sessizlik ve adeta ihraçları kabullenme, üyelerin sendikaya yabancılaşması, şube kongrelerindeki yönetici ve delege bulamama sorunu ve en önemlisi de önümüzdeki üç yıllık süreçte bu sorunları nasıl çözüleceğine dair bir yol haritası gibi konular hemen hemen hiç konuşulmadı. Konuşulmayan konular arasına sendikanın yapısal, örgütsel ve programsal bir krizin içinde olduğu gerçeği de eklenebilir” şeklindeki tespitimizle başlamış ve “Eğitim Sen delegasyonu, 10. Olağan Genel Kurulda, adeta mezarlıktan geçerken ıslık çalmayı yeğlemiş, sorunların üzerine gitmek yerine, görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Kuşkusuz bu tercihin geçerli nedenleri ortaya konulabilir; bu hassas dönemde tartışmaların önü bilinçli bir şekilde kesilmiş olabilir ancak, sorunlar ortaya konulup tartışılmaz, halının altına süpürülürse, en büyük kötülüğün Eğitim Sen’e yapılmış olacağı unutulmamalıdır” diye de bugün yaşanan sorunları o günden tespit etmiştik.
Bu sorunlu yapıyla 29-29 Kasım 2020 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen ve bizim de delege olarak katıldığımız Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu, üzerinden bir hafta geçmesine rağmen halen devam eden tartışmalara konu oldu.
Tartışmaların ekseninde; kongreden çekilen sendikal dinamikler, ihraç edilen üyeler, genel başkanlık tartışmaları, sendikanın ideolojik yöneliminin değiştirilmesi tartışması ve anti-demokratik iç işleyiş-seçim sistemi konuları yer aldı.
Öncelikle bu tartışmalar yeni değil, kroniktir ve bugüne kadar bu boyutta tartışılmamasının nedeni temsilcilik-şube-genel kurul seçimlerinde kuruluşundan bu yana hayata geçirilen gruplar arası mutabakat anlayışı sonucu yönetim organlarının bir şekilde oluşması ve sorunların tartışılmayıp, halının altına süpürülmesi nedeniyle, kamuoyuna yansımamasıdır. 10. Kongre sonrası yazdığımız ve girişte alıntı yaptığımız yazıda bu sorunları ve çözüm önerilerimizi dile getirmiştik.
Bu değerlendirmemizde; Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu’nda yaşanan tartışmaların detayına girmeden, kongrede açığa çıkan tartışmaların asıl nedenlerini ve çözüm önerilerimizi dillendirmeye çalışacağız.
Ancak Eğitim Sen üyeleri ve sendikal dinamikler bir tartışma yapacaksa, bu tartışmayı usulüne göre yapmalıdır. Her dinamik; iddialarını, yalın bir şekilde anlatma çabası içine girmeli, diğer dinamikleri sindirme yoluna tevessül etmemeli, birbirini dinlemeli, anlamaya çalışmalı, öneri ve iddiaları çarpıtmamalı ve yeri geldiğinde empati yapmayı bilmelidir. Aynı şekilde, geçmişte yaşanan tartışmalara takılıp, kalmak ve birbirinin açığını aramak da tartışmayı ilerletmeyen yaklaşımlar olacaktır. Bu anlamda her sendikal dinamiğe düşen kendi iddia ve önerilerinin yanında, Eğitim Sen’in krizine yönelik çözüm önerilerinin de ortaya konulmasıdır.
Biz böyle yapacağız.
Öncelikle Eğitim Sen’in, 110 yıllık mücadele geleneği ve sınıf mücadelesindeki konumlanması nedeniyle eğitim emekçilerinin gözbebeği olduğunu belirtelim.
Bu anlamda; Eğitim Sen’in amaçları arasında yer alan ve tüzükte ifadesini bulan; her türlü ayrımcılığı yok sayan, öğretmenlerin sadece ekonomik-mesleki değil demokratik haklarını da elde etmeye çabalayan, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız, kamusal nitelikli eğitim görmesini savunan ve çağdaş demokrasiyi hedefleyen bir içeriğe sahip olan mücadele geleneği, Eğitim Sen’i, eğitim emekçilerinin mücadelesinde vazgeçilmez yerine yerleştirmiştir.
Eğitim Sen, “Tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğu” tespitini tüzüğüne koymuş ve bu doğrultuda sendikal mücadele veren bir örgüttür. Bu noktada insanlığın ortaya çıkışından bu yana sürmekte olan emek sömürüsü her zaman yöneten ve yönetilen sınıfların oluşmasına yol açmıştır. İlkel, ilkel-komünal, köleci, feodal toplum aşamalarını geçiren insanlık; kapitalizmle birlikte kitlesel sömürüye tabi tutulmuş, sermaye tarafından artı ürün elde etmek ve sömürüyü daha da arttırmak için çeşitli yol ve yöntemlerin ortaya çıkmasına tanıklık etmiştir. Bu topraklarda da her dönem var olan sınıf mücadelesi, mücadelenin taraflarını yaratmış ve tarih kesintisiz bir şekilde akmaya devam etmektedir.
Eğitim Sen, öncülleriyle birlikte bu sınıf mücadelesinin hep içinde ve tabiri caizse hep merkezinde olmuştur. Eğitim emekçilerinin İkinci Meşrutiyet döneminde Encümen-i Muallimin ile başlayan mücadele tarihi, 1950’lerde Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF) ve Köy Öğretmen Dernekleri, 1965’te Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS) ve Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikasının (T.İlksen) kurulmasıyla sendikal forma dönüşmüştür. Eğitim emekçileri, 1971 yılında Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) ile yerlerini almışlardır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin Töb-Der’i kapatmasının ardından 1986 yılından başlayarak “abece Dergisi” etrafında ve 1988’den itibaren “Eğitimciler Derneği” (Eğit-Der) tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda 28 Mayıs 1990’da Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikasını (Eğitim-İş) ve 13 Kasım 1990’da ise Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasını (Eğit-Sen) kurmuşlardır. Eğitim İş ile Eğit-Sen’in 23 Ocak 1995’te birleşerek oluşturdukları Eğitim Sen, işte bu yüz yıllık eğitim emekçileri hareketinin günümüzdeki temsilcisi ve sürdürücüsüdür.
Bütün bu mücadele tarihine rağmen gelinen aşamada Eğitim Sen çok boyutlu bir krizle karşı karşıyadır!
Bu krizin nedenlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;
1-Eğitim emekçileri hareketinin ilk sendikalarının kuruluşundan bu yana içinde yer alan ve zaman zaman bu harekete rengini veren, politikalarını belirleyen sol-sosyalist hareketin; 90’lı yıllarda çöken reel sosyalist sistemin yerine yeni bir sosyalizm anlayışı geliştirememesi sonucu zamanı geçmiş ideolojik yaklaşımların tekrar edilmesi, anti-demokratik iç işleyişin devam etmesi, sistemle mücadele yerine grup içi tartışmaların önemsenmesi, işkolunda yetki almak yerine sendikada yönetime gelme anlayışının ön plana çıkarılması, her siyasal grubun kendini dış etkilere kapatarak kapalı devre siyasal faaliyet yürütmesi ve iktidarı hedefleme yerine negatif muhalefeti, yani sürekli itiraz etme yöntemini tercih etmesi sonucu oluşan verimsiz, hiçbir şey önermeyen ve geçmişteki kazanım ve değerleri harcamakla yetinen bir sendikal anlayışı geliştirmeleri sonucu eğitim emekçileri hareketinin tıkanmasıdır.
2-İdeolojik tartışma kültürünün yok olması ve sendikal dinamiklerin önlerine gelen her öneriyi, kendileri de herhangi bir öneri sunmadan, sanki ellerinde Marksizm-ölçer varmışçasına Marksist olmamakla, sınıf mücadelesini reddetmekle, post-modernist ve sol liberal olmakla suçlama anlayışıdır. Bu anlamda Demokratik Emek Platformunun kongreye sunduğu “Faşizmi püskürteceğiz, biz kazanacağız” broşürü okunup, değerlendirilmeden mahkûm edilmiş ve kongredeki kriz nedenlerinden biri olmuştur. (Bu broşürde yer alan iddia ve önerileri bu yazıda tartışmayacağız.)
3-Sınıf ve kitle sendikacılığı yaptığını iddia eden sendikal anlayışların sınıf tanımlamasını sadece kamuda görev yapan eğitim emekçileri olarak algılaması ve bu tanımlamayı tartışmayı zinhar düşünmemesi, kriz nedenlerinden bir başkası olmuştur. Boratav’a göre (Durmaz, 2014); kapitalist sınıf yapısı, kapitalist üretim ilişkilerine tekabül eder, burada üretim ilişkileri sınıf yapılarına dışsal değildir. Kapitalist üretim ilişkileri de artık-değere özel el koyma ile toplumsallaşmış üretim arasındaki birincil çelişki ile tanımlanır. Birincil bölüşüm ilişkileri ücretli emek ile sermaye arasındaki sömürü ilişkisidir. Burjuvazi ve proletarya gibi ana sınıfların dışında bu iki sınıfın alt grupları olarak nitelendirilebilecek olan küçük esnaf, zanaatkar, enformel işlerde çalışanlar ve profesyoneller de vardır. Bunların yanında endüstriyel, ticari ve mali burjuvazi, sermaye sınıfının iç bölümlenmeleri olarak ele alınır. Bunlar da ikincil bölüşüm ilişkileridir. Bu tanımlamada üretim ilişkilerinden koparılmamış, ona sıkı sıkıya bağlı bir sınıf modeli ortaya çıkar. Bu modelin öğretmenlere uygulanması hiçbir sendikal dinamiğin aklına gelmeyen bir konudur.
4-AKP iktidarının, Eğitim Sen’i zayıflatma ve yok etmeye dönük politikaları, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana olanca hızıyla devam etmektedir. Bu politikalara örnek olarak görevde yükselme, yöneticilik, ödüllendirme, atama ve tayinler gibi durumlar söz konusu olduğunda Eğitim Sen’liler her zaman üvey evlat muamelesi görmüş ve bu politikalar, kamu emekçilerinin, Eğitim Sen’den uzak durmasında oldukça etkili olmuştur. Aynı dönemde Eğitim Sen üzerinde uygulanan disiplin soruşturmaları, sürgün ve ihraçlar da benzer şekilde, kamu emekçilerinin Eğitim Sen’den uzaklaşmasına neden olmuştur.
5–AKP iktidarıyla birlikte uygulanması hızlandırılan ve çalışma yaşamını tümden değiştiren neoliberal politikalar, Eğitim Sen’in üye tabanını aşındırmıştır. Bunu biraz açmak gerekirse; kamuda kimi hizmetlerin sözleşmeli, esnek, taşeron işçi, mevsimlik işçi ve ücretli personel gibi çalışanlara yaptırılması, kadrolu ve güvenceli çalışma şeklini dönüştürmüş, kamu emekçileri işlerini kaybetmemek için muhalif bir sendika olan Eğitim Sen’den uzak durma yolunu seçmiştir. Özellikle 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra hükümetin yürürlüğe koyduğu, kamuda personel istihdamına ilişkin yapısal değişiklikler de eğitim emekçilerinin Eğitim Sen’den uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu yapısal değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz;
-Açıktan personel alınmasında, KPSS atamalarında ve en çok istihdam yapan eğitim alanında sözlü mülakat getirilmesi.
– Güvenlik soruşturmalarında hayatının herhangi bir kısmında eyleme katılmış birinin bile fişlenerek istihdam edilmemesi nedeniyle Eğitim Sen’in üye tabanını oluşturan muhalif insanların kamuya alınmaması.
– Kamu kurumlarına açıktan atama için kadro verilmemesi nedeniyle çok az personelin göreve başlaması.
-Bu noktada son yıllarda kamuya eleman alımlarının tümünün sözleşmeli personel olması, bu aşınmayı belirgin hale getirmiştir.
6–Eğitim Sen’in laiklik politikaları konusunda kendini yenileyememesi, özgürlükçü bir laiklik anlayışını geliştirememesi ve Kemalist laiklik anlayışının, din ve vicdan özgürlüğünü zedeleyen kimi söylemlerinin, sendika yönetici kadrolarınca hoyratça dillendirilmesi sonucu, eğitim emekçilerinin %70’lik büyük bir bölümü, Eğitim Sen’in kapsama alanı dışına çıkmış ve Eğitim Sen’in ulaşabileceği taban sınırlanmıştır.
7-Eğitim Sen, son yıllarda şube seçimlerinden, genel merkez seçimlerine, eylem kararlarının alınışından, faaliyetlerin yürütülüşüne, şube yürütme kurullarının çalışmasından, genel merkez organlarının çalışmasına kadar tüzüğünde ifadesini bulan demokratik merkeziyetçilik ilkesinden oldukça uzaklaşmış ve üyelerine yabancılaşmıştır. Bireyin örgüte, alt örgütlerin üst örgütlere bağlı olması; azınlığın, çoğunluğun kararlarına uyması; tüm alt örgütlerin merkeze bağlı olması ve tüm organların seçimle işbaşına gelmesi anlamına gelen demokratik merkeziyetçilik ilkesinin, sadece ‘Merkeziyetçilik’ yönü uygulanır hale gelmiştir. Birçok işyerinde, delege seçimi yapacak kadar üye kalmamış; delegeler, şube yöneticileri tarafından belirlenir olmuş, üyeleri, sendikal eylem ve etkinliklere katmak adeta mucize haline gelmiş, sendikal çalışmalar bir grup aktivist tarafından yapılır hale gelmiştir.
Sorunları bu şekilde tespit ettikten sonra çözüm önerilerimizi de şu şekilde sıralayabiliriz;
1-Eğitim Sen içinde yer alan sendikal dinamikler; sadece kendileri değil, dışarıdan katkılara açık bir şekilde bir tartışma örgütleyerek; yeni, özgürlükçü, özyönetimci, demokratik planlamacı, ifade özgürlüğünün yanında din ve vicdan özgürlüğünü reddetmeyen bir sosyalizm anlayışını tartışmaya açmalı ve bu tartışmayı sürdürmelidir.
2-Eğitim Sen içindeki sendikal dinamikler tarafından ideolojik tartışma yapılırken; Marksizm-ölçer kullanmanın kimsenin tekelinde olmadığı gerçeğinden yola çıkılarak, Demokratik Modernite kavramı, Thernborn’un “Direnişin Toplumsal Temelleri”, Hartdh ve Negri’nin “Duyuru” ve “Meclis”te tartıştıkları önermeler tartışmaya açılmalı ve yürütülmelidir.
3- Eğitim Sen, neoliberalizmin dayattığı esnek çalışma, güvencesiz çalışma, örgütsüz çalışma, kuralsız çalışma ilişkilerine karşı; güvenceli, tam zamanlı ve örgütlü çalışma ilişkilerini öneren, bunların hayata geçmesi için mücadele eden bir perspektif ortaya koymalı ve mücadeleye bu perspektifle devam etmelidir.
4-Neoliberalizm, işyerlerini bölüp, parçalayarak sendikal örgütlenmeleri dağıtma yoluna giderken; emekçiler de önceki dönemin büyük sendikal örgütlenmeleri yerine; yerellerde hızlı ve etkili karar alabilen, emekçileri nitelikli-niteliksiz diye bölen neoliberal mantığa karşı, başta ihraç olmuş üyelerimiz olmak üzere işyerlerindeki bütün çalışanları örgütleyebilen bir ortak örgütlenme modeli yaratmalıdır. Bu anlamda büyükşehirlerde, her merkez ilçeye karşılık gelen bir sendika şubesi kurulmalı, bu sayede daha fazla kamu emekçisi yürütme kurullarında görevlendirilerek, sendikal çalışmaya güç katılmalıdır.
5-Eğitim Sen, neoliberalizmin kuralsızlaştırma, özelleştirme, kamu harcamalarının yok edilmesi, kamu malı ve ortaklaştırmanın lügatten çıkarılması çabalarına karşı; yerellerde kendi kendini yöneten, kooperatif türü yeni modeller ortaya koymalı ve yeni bir kamusallığı tartışmaya açmalıdır
6-Boratav’ın sınıf tanımından yola çıkarak öğretmenler için bir sınıf modeli oluşturan Durmaz’ın (2014) modelinin esas alınarak, Eğitim Sen’in kendini yeniden inşa yoluna koyulması gereklidir. Durmaz’ın modeli şu şekildedir;
i)Devlet okullarında maaşlı çalışan öğretmenler.
-Maaşlı-kadrolu öğretmenler.
Baş öğretmen, uzman öğretmen, öğretmen, stajyer öğretmen.
-Maaşlı-sözleşmeli öğretmenler.
4/B’li öğretmenler, ücretli öğretmenler.
ii) Büyük dershane veya özel okullarda çalışan öğretmenler.
iii) Küçük dershane, özel okul veya etüd merkezlerinde çalışan öğretmenler.
iiii) Öğretmenlik formasyonu almış olmasına rağmen öğretmenlik mesleğini icra etmeyenler.
-Başka sektörlerde ücretli işgünü olarak istihdam edilmiş öğretmenler.
-MEB tarafından atanmayı veya özel sektörde iş bulmayı bekleyen işsiz öğretmenler.
Eğitim Sen; öğretmenlere ilişkin bu sınıf modelinde yer alan öğretmenlerden sadece (d) maddesindeki devlet okullarında çalışan kadrolu ve sözleşmeli öğretmenleri örgütlemeyi önüne koymuştur. Aslında kendi yönelimiyle değil, 4688 sayılı yasanın kapsamının böyle olması nedeniyle bu yasanın içine hapsolmuştur. Oysa Eğitim Sen “Haklar yasalardan önce gelir” şiarı ve “Fiili-meşru mücadele” hattıyla eğitim emekçilerini sınırlayan bu yasayı paramparça etmeli, başta ücretli öğretmenler, özel okul ve dershanelerde çalışan öğretmenler ve ataması yapılmamış öğretmenler olmak üzere alandaki bütün öğretmenleri örgütlemek için yola çıkmalıdır.
7- Eğitim Sen programsal anlamda, hukukun, yasaların ve bilginin, dinsel referanslara dayanması değil akla dayanması anlamına gelen bir laiklik anlayışını temel alırken; modernleşmenin etkisiyle zaten sekülerleşmekte olan toplumsal alana müdahale etme anlamına gelen dinsel ritüeller ile ilgilenmeyi asgari düzeye indirmeli, imam-hatip tartışmalarının, ortaöğretimdeki eğitim sorunlarının bütününün üzerini örtmesine izin vermemeli, üyelerinden herhangi bir şikâyet gelmediği takdirde, din ve vicdan özgürlüğünü zedeleyen bu konuları gündemleştirmekten uzak durmalıdır.
8-Eğitim Sen tüzüğünde ifadesini bulan, toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunur ilkesine uygun olarak, üyelerinden gelen kültürel taleplere cevap olacak çalışmalar yapmalıdır.
9-Eğitim Sen, karar alma süreçlerine üyelerin de rahatlıkla katılımını özendirecek tedbirler almalıdır. Sendika şubelerinde delegelerin değil bütün üyelerin seçimlerde oy kullanabildiği doğrudan seçim ve şube yürütme kurullarında ve genel merkez yürütme kurulunda tüm grup ve bireylerin temsiliyet hakkı kazanabileceği nispi seçim sistemine geçmelidir.
10-Eğitim Sen, kolektif yönetim ve her üyenin karar mekanizmalarına doğrudan katılımını hedefleyen meclisleşme çalışmalarını her yönetim düzeyinde etkin bir şekilde hayata geçirmelidir. İşyeri meclisleri, temsilcilik meclisleri, şube meclisleri, kadın meclisi vb.
11-Genel merkezden şubelere kadar seçilen yöneticilerin sendikal toplantı ve çalışmalara katılmamasını önlemek için önemli bir kural da geri çağırma ilkesidir. Bu ilkenin tüzüğe girmesi ve uygulanmasıdır. Bu sayede, gerçekten sendikal çalışma yapacak kamu emekçilerinin yönetimlere taşınması söz konusu olacaktır.
12-Kapitalizmin, ucuz ve ücretsiz emek olarak metalaştırdığı kadın emeğinin kendine yabancılaşmasını önlemek için hayatın her alanında olduğu gibi sendikal alanda da kadın eğitim emekçilerine pozitif ayrımcılık yaparak, kadın meclisleri ve eş başkanlık mekanizmasını hayata geçirmelidir.
13-Eğitim Sen, bilgi teknolojilerini kullanabilen, sosyal medyada etkili, üyelerini zaman ve mekândan bağımsız bir şekilde internet üzerinden tartıştırabilen, iç demokrasi kanallarını tamamen açmış, internet üzerinden üyelerine yönelik sendikal eğitim çalışmaları yapabilen, hayata geçireceği yenilikleri bilimsel araştırmalarla ortaya koyan, dinamik bir sendika haline gelmelidir.
Eğitim Sen’in mücadelesinin ana eksenini; eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve kültürel haklarını koruma ve geliştirme, özgür-demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması mücadelesi ile demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle birlikte sendikal mücadele oluşturmaktadır. Bu bağlamda Eğitim Sen, üyelerinin haklarını ve çıkarlarını koruyup geliştirme doğrultusundaki mücadelesini, bir yandan güvenceli çalışma, nitelikli ve kamusal eğitim talepleri için sürdürülen mücadeleyle, öte yandan da eğitimi sermayenin tahakkümünden kurtarmak amacıyla yürütülen demokrasi ve sosyalizm mücadelesiyle birlikte, yani emek ve demokrasi mücadelesini bütünlük içerisinde ele almalı ve sürdürmelidir.
Eğitim Sen’e yakışan her üyenin söz ve karar sahibi olduğu bir örgütsel demokrasi, tabandan tavana iletişim kanalları açık bir aygıt, her şubenin yerele özgü politikalar üretebilen yetkili bir organizma ve bu öznellikler üzerinde yükselen bir mücadele örgütü olmasıdır.
10. Olağan Genel Kurulda, yönetim organlarında uzlaşılması nedeniyle tartışılmayarak halı altına süpürülen sorunlar artık gizlenemez hale gelmiş ve su yüzüne çıkmıştır. Eğitim Sen bu tartışmayı yüz yıllık mücadele geleneği ve birikimine dayandırarak, üyelerini de mutlaka bu tartışmaya katarak sürdürmeli ve yeni bir yol haritası çizmelidir.
Bu birikim ve tecrübe Eğitim Sen örgütünde fazlasıyla vardır.
Kaynaklar
Abdullah DAMAR (2017) Eğitim Sen’de Kiriz ve Çıkış Yolları. https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/06/06/egitim-sende-kriz-ve-cikis-yollari
Orkun Saip DURMAZ (2014). Türkiye’de Öğretmen Olmak. Notabene Yayınları.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.