Bütün belirtiler devrimci bir bunalımın unsurlarının olgunlaşacağının işaretlerini veriyor. Fakat bunun ne zaman, nasıl gerçekleşeceğini bilemiyoruz
Yeni Susurlukçuların verdikleri resim, Damat Berat’ın istifası, Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanı’nın değiştirilmeleri, Erdoğan’ın reform açıklaması, Alaattin Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’na yönelik tehditleri, Bahçeli’nin icazetli mafya babasını sahiplenmesi, Arınç ve Çiçek’in reform yönündeki çıkışları ve Bahçeli ile Erdoğan’ın demeçleri son ayın yoğun gündem konularıydı.
Bir yanda Saray ve Cumhur İttifakı’ndan yükselen çatlak sesler, bir yanda MHP’den Pelikancılara uzanan öfkeli homurtular, bir yanda en bayağısından mafya usulü tehditler, egemen siyasetin bir tıkanma, bir karambol durumu yaşadığını haber veriyor. Mecazi anlamının kişilerin ya da nesnelerin birbirine çarpması, çarpışma, karışıklık demek olduğunu dikkate alırsak, bu bir karambol durumudur. Bugünkü siyasi durum geçici olarak bu terimle açıklanabilir.
Perde arkasında neler olup bittiği, topu kimin çevirdiği, kimin kime çalım attığı, nereye şut çekilmek istendiği fazla bilinmiyor. Böyle durumlar sürprizlere açıktır, kendi kalesine gol atmak da dahil her şey olabilir. Damadın istifa gerekçeleri arasında saydığı “at izi it izine karıştı” sözü de arka plandaki gelişmelere gönderme olarak yorumlanabilir.
Bütün bunlar ülkenin yaşadığı krizden, kaos halinden bağımsız değil. COVID-19’dan ölümler zirveye tırmanmış; enflasyon/faiz/dolar almış başını gidiyor; açlık ve intiharlar yaygınlaşıyor; ekonomi çöküş sinyalleri veriyor. AKP’yi iktidara taşıyan esnaf ve varoş halkı perişan durumda, iflaslar artıyor, kredi borçları ödenemiyor, kiralar bile karşılanamıyor. Haklarını almak için yürüyen Ermenekli maden işçileri, sendikal hakları için yürüyen Birleşik Metal İş Sendikası üyelerinin yürüyüşleri, kadın cinayetlerine ve erkek egemen düzene karşı ayağa kalkan kadınların direnişleri polis şiddetiyle bastırılıyor. HDP’lilere yönelik tutuklamalar ve kayyum atamaları hız kesmeden devam ediyor.
***
Ekonomik kriz, sosyal ve siyasi krize dönüşüyor, bunun belirtileri giderek artıyor. İktidar partisi ve küçük ortağı seçmen kaybetmeye devam ediyor. Partilileri bile artık Erdoğan’ı “hani alkış” demeden alkışlamıyorlar. İktidarla kayıkçı dövüşü yapan ana muhalefet partisi bile seçmen kaybediyor. Muhalefet partileri kendi içlerinde bölünme yaşıyorlar, art arda yeni partiler kurulacağı haberleri geliyor. Anketler ezilenlerin ve sömürülenlerin parlamentodan ve siyasi partilerden umut ve beklentilerinin azaldığını gösteriyor.
Bunlar egemen blok içindeki çelişkilerin keskinleştiğine, AKP’nin MHP dahil müttefiklerini uzlaştırmakta ve yönlendirmekte zorlandığına işaret ediyor. Gelecek Partisi ve Deva Partisi’nden sonra, damadın ve Bülent Arınç’ın istifaları iktidar blokundaki kan kaybının durdurulamadığını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin dış itibarı yerlerde sürünüyor. Çin hariç emperyalist dünya siyasetinin elebaşlarıyla ilişkiler gün günden kötüye gidiyor. Putin’le Erdoğan arasındaki ilişkiler buzdolabına kaldırılmış durumda. Başta Fransa ve Almanya’nın uyarıları ve gemi baskını Erdoğan’a iyi gözle bakılmadığını gösterdi. AB medyasında ve kulislerinde Türkiye’ye uygulanacak yaptırımlar tartışılıyor; 10-11 Aralık’ta AB devlet başkanları zirvesinde yaptırım meselesi görüşülecek.
Öte yandan önceden alınmış yaptırım kararlarını Trump belirli bir süredir kasada tutuyordu. Biden’ın seçim yarışını kazanmasından sonra, Zarrab davasının tekrar ısıtılacağı korkusu AKP’yi telaşlandırdı ve ağız değiştiren Türk lobisi Trump’ı bırakıp, Biden’ın peşinden koşmaya başladı. AKP iktidarı, Biden’ı, AB yöneticilerini, uluslararası yatırımcıları, en başta da Türkiye halklarını sözüm ona kandırmak için, 12 Eylül’den beri ne demeye geldiğini çok iyi bildiğimiz ekonomi ve hukuk reformundan söz etmeye başladı.
***
Türkiye’de iktidar cephesindeki düğümlenmeler siyaset cephesinde farklı yorumlara konu oldu. Muhalif kutuptakiler Berat Albayrak’ın istifası sonrasındaki gelişmeleri Cumhur İttifakı’nın dağılmasının gündemde olduğuna yorarlarken, karşı kutuptakiler Batı cephesinde yeni bir şey yok havasına girdiler. Sosyalist sol içindeki bazı aklıevveller ise bugün dünyada ve Türkiye’de devrimci bir durum olduğunu dillendirmeye başladılar.
Dereyi görmeden paçayı sıyıranlar kadar, ülkede yaprak kıpırdamıyor havasında olanlar da gerçeği yansıtmıyorlar. Sağlıklı bir değerlendirme için devrimci teorinin bize sağladığı kavramlardan yararlanmaya ihtiyacımız var.
Türkiye 1980 öncesinden beri, yani 40 yıldır devrimci bir durum yaşamadı. 2013 Haziran İsyanı buna epey yaklaştı. Ancak devrimci durumun öteki unsurları oluşmadığı, isyan derinlere kök salmadığı ve ülke çapına yayılmadığı için, iktidarın sert baskısı, iç savaş tehdidi ve son olarak öznel etkenlerdeki zayıflık nedeniyle arkası getirilemedi.
Verili bir durumda ekonomik, sosyal ve politik sistemin krizini ifade eden devrimci durum kavramı, devrimin nesnel koşullarını hazırlayan faktörler toplamını ifade eder. Kısaca, bir devrim için gerekli, insan iradesinden bağımsız nesnel önkoşullar demektir. Bu koşullar bir çırpıda, tek bir hamlede oluşmaz. Bir oluşum, ısınma, sınıf mücadelelerinde sertleşme ve gerginleşme sürecinden geçer. Bazen göstere göstere, bazen de beklenmedik bir fırtına şeklinde gelir. Bu her ülkenin sosyo-tarihsel koşullarına, kendine has özelliklerine göre değişir.
Lenin, adına devrimci durum dediği nesnel değişiklikler bütünlüğünün üç temel unsurunu şöyle sıralar: 1) üst sınıfların kendi kurallarını değiştirmeksizin egemenliklerini sürdürmelerinin imkansızlığı, “üst sınıflar” içinde ve egemen siyasette kriz, ezilen sınıflar arasında hoşnutsuzluk ve öfke 2) aynı zamanda ezilen sınıfların da eski biçimde yaşayamaz duruma gelmeleri; 3) bu nedenlerle kitlelerin faaliyetlerinde önemli bir artış.
Bugünkü Türkiye’de devrimci durumun hem üst sınıflara hem de alt sınıflara yansıyan birtakım ön belirtileri yok değil. Karşıdevrim kampı içinde derinleşen çelişkilerde olsun, halk yığınlarındaki huzursuzluk ve yavaş gelişen fakat öfkeli direnişlerde olsun bunu görmek mümkün. Direnişlerin kısmen arttığını, ortamın yavaş yavaş ısındığını, çelişkilerin keskinleşip gerginleştiğini söyleyebiliriz ama böyle bir kerteye gelindiğini söyleyemeyiz. İktidarın yönetme zorlukları veya alt sınıfların sıkıntılarının dayanılmazlığı yetmez, bunların derinleşmeleri ve iç içe geçerek birbirlerini tetiklemeleri gerekir.
1. Devrimci durum, elverişli bir uluslararası ortamdan güç alır. Türkiye’de devrimci durumun olgunlaştığı 1980 öncesinde dünyada 1960’lardan itibaren yükselen devrimci bir durum vardı. Bugün dünyada derinleşen ekonomik krize, emperyalizmin keskinleşen iç çelişkilerine ve geçen yılki zincirleme halk ayaklanmalarına rağmen henüz böyle bir durum yoktur. Sosyalizmin, devrimlerin ve uluslararası komünist hareketin geri çekildiği dönemden henüz çıkılmış değildir.
2. İktidar bloku içindeki çelişkiler olsun, yukarıda saydığımız belirtiler olsun karşıdevrim kampında işlerin eskisi kadar rahat götürülemediğini gösteriyor. Ancak, “üst sınıfların yönetemez hale geldikleri”ni söylemek abartma olur. Çünkü devletin bütün mekanizmaları hem asker ve polis gibi baskı aygıtları hem de medya gibi ideolojik aygıtları işler halde. Saray sadece MÜSİAD değil TÜSİAD tarafından da desteklenmeye devam ediyor. Bir yandan reformlardan söz ederek ortamı yumuşatmaya çalışan, öte yandan HDP’ye, kadınlara, işçilere yönelik şiddeti arttıran iktidar yönetmekte zorlanıyorsa da henüz köşeye sıkışmış değil.
3. Ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor. Önümüzdeki aylarda bunun daha da ağırlaşacağı, birçok gelişmeye gebe olduğu söylenebilir. Açlık, sefalet, yoksulluk, işsizlik hiç bugünkü seviyelere ulaşmamıştı. Sömürülenler eskisinden daha kötü durumda oldukları için içinde bulundukları sessizliği yırtıyor, her geçen gün direniş yönünde daha fazla girişimde bulunuyorlar.
Buna rağmen yürüyüşler ve gösteriler sınırlı, gittikçe artan ekonomik ve siyasi grevlerden, genel grevden, boykotlardan, iktidarı zorlayan, köşeye sıkıştıran ve önüne geçilemez kitlesel eylemlerden, ayaklanmalardan söz edemiyoruz.
4. Eskiden olduğu gibi halkın çeşitli kesimlerinin talep ve özlemlerini ortak sloganlar altında birleştirmelerini, bu doğrultuda harekete geçmelerini ve birbirlerini desteklemelerini sağlayacak bütünleştirici bir ideolojileri (“ütopya”ları) yok. Geçmişte Ekim Devrimi ve bağımlı ülkelerdeki ulusal ve sosyal kurtuluş devrimleri böyle bir örnek ve itilim sağlıyordu. Kürt ulusal hareketinde kendi özgürlüğüne kavuşma özlemi güçlü, bu nedenle de dinamik yönü o temsil ediyor. Ancak son yıllarda o da en sönük dönemini yaşıyor. Üstelik Türkiye halk hareketi ile Kürt ulusal hareketi arasında bir yakınlaşma, kaynaşma yok.
***
Bugün devrimci bir durumdan değil, olsa olsa yaklaşmakta olan yeni bir tarihsel dönemden söz edilebilir. Bütün belirtiler devrimci bir bunalımın unsurlarının olgunlaşacağının işaretlerini veriyor. Fakat bunun ne zaman, nasıl gerçekleşeceğini bilemiyoruz.
Devrimci durumun kendiliğinden devrime götürmeyeceği, bunun için öznel faktörlerin hazır olması gerektiği Marksizm’in alfabesidir. Devrimci bir parti, kitleleri arkasından sürükleyebilen ve doğru strateji ve taktiklerle yönetilen devrimci bir sınıf, devrimci durumu, devrim anına, zaferine çevirmenin olmazsa olmaz şartıdır. En zayıf olunan, en geri kalınan ve en önemli olan yan budur. Günümüz Türkiye sosyalist solu gerek ihtilalci mayası gerekse örgütsel gücü bakımından bundan uzaktır.
***
Şimdi uzun vadeli bir genelleme yapabiliriz: Öznel koşullar hazırsa devrimci durum devrimle sonuçlanır, siyasi ve sosyal devrim aşamasına geçilir.
Ya da fırsat değerlendirilemez, yenilinirse bunalımdan çıkış egemen sınıfların lehine sonuçlanır, onların dedikleri olur.
Bunlardan birincisi ve en kötüsü alt sınıfların eylemlerinin zorla bastırılması ve daha koyu, daha faşist bir düzene geçilmesidir. Bu karşıdevrimci çıkış yoludur.
İkincisi durdurulamayan devrimci dalganın taviz verilerek, bazı reformlar yapılarak yatıştırılmaya çalışılmasıdır. Egemen sınıf her şeyi kaybetmektense bazı tavizlerle krizi atlatmaya çalışabilir. Buysa reformcu çıkış yoludur.
Her şey sınıf mücadelesine, sınıflar arasındaki güçler dengesine bağlıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.