Her şeyin ama her şeyin bir pazara döndüğü, insani ilişkilerin bile tüketim nesnesi haline geldiği, bilginin metalaştığı, her duygunun bir pazarının olduğu günümüz dünyasında, belki de dinozor olmak gereklidir
İzmir depremi arkasında 116 can kaybı, o 116 canın ateşinin düştüğü onlarca ev, onlarca yaslı insan bırakarak geçti gitti. Çokça yazıldı, çizildi, soruldu: Deprem vergileri nerede? Bu soru sosyal medyada yankılandı, duvarlara yazıldı, deprem alanında dayanışma faaliyeti şekline dönüştü. Bilincimiz ve duygularımız oradan oraya savrulurken ama iki ayrı fotoğraf da duygu dünyamızın tam ortasına top atışıyla fırlatıldı. Enkazdan kurtarılan Ayda’nın kurtarılma anı ve tedavisinin bitimiyle hastaneden çıkışı anı. Hepimiz Ayda’nın kendisini kurtaran itfaiye erinin parmağını kavrayan elini görünce çok doğal olarak çok etkilendik. Bütün samimiyetimizle gözyaşı akıttık belki de. Bu duygu durumu, coşkusu köşe yazılarına, tweetlere sığmadı, yetmedi, Trendyol bir bardağa resmi yapıştırdı, bizim duygumuzu tekrar bize satmaya kalkınca “hop” dedik, onu durdurduk. Sonra Ayda’mız onlarca köfteyi yiyip iyileşip (o bizim oldu artık farkındasınız değil mi) ayağına çorap giymeden çıkınca olanlar oldu, yine sosyal medya ahalisi olarak bu kez de “anasız yavrucağa” mı, çorap giydirmeyi düşünemeyen babaya mı acıyalım bilemedik. Oysa çocukların bakımından hem anne hem baba aynı oranda sorumludur fikriyle ücretsiz ulaşım hakkını hem anneye hem babaya veren İzmir Büyükşehir Belediyesi değil miydi? Daha dün bu nedenle tebrik etmemiş miydik İzmir’i, çorabı babalar da giydirebilir fikrine tav olmamış mıydık? Ayda’nın babası da kısacık mesajında bize bunu anlattı zaten: “Kızıma ilk defa bakmıyorum, bu çocuğu ben büyüttüm.”
Ben kendi payıma, sonu bizim Trendyol’a attığımız, Ayda’nın babasının bize attığı taşla biten bu süreçte belki de en masum olanımızın Trendyol’daki satış uzmanı beyaz yakalı arkadaşımız olduğunu düşünüyorum ki bence çoktan işten çıkarıldı. En masumumuz o, çünkü o çok basit bir şey yaptı, önüne konan müşteri profiline baktı, orada müşterisinin yoğunlukla sosyal medya kullanıcısı olduğunu bildiği için o günün TRENDY duygusuna baktı ve düğmeye bastı.
Bu trend hareketler meselesine gösterdiğimiz tepki üzerine biraz düşünmek istedim. Ne demişti damat bakan Instagramdaki istifa postunda “at iziyle it izinin birbirine karıştığı bir zamanda”, bizim için de sanki böyle bir karmaşa var. İyilerle kötülerin, değersizlerle değerli olanların birbirine karıştığı bir zamanda, depremle beraber sarsılan hayatların hesabını soramayıp, gücümüzü müşterisi olduğumuz e-ticaret platformlarında sınamak bizi rahatlatıyor mu ne?
Öyle ya 1. derece deprem bölgesi olan İzmir’de eski bir tarım arazisinin kentleşmeye açılmasıyla başlayan ihmaller zinciri, kentin rant düzeni üzerine inşası, daha geniş teşhir alanı için bina kolonlarını kesen zincir marketler… Bu denli çok sorumsuz sorumlu varken Ayda’nın babasına verilecek akıllar, porselen fincanlardan hesap sormalar… Tabii ki insanlığımızı kaybetmeyelim ama bu öfke bizi bu çileli yaşama mahkûm edenlere yönelmedikçe dönüp bizi eritmekten başka ne işe yarar.
Olayın hikâyesine bakmak güzel. Çünkü insanız hikâyeleri seviyoruz, kişilerle, mekânlarla, zamanla hikayeler sayesinde bağ kuruyoruz. Bu da insan türünün güzel bir hasleti. Ama Ayda’nın annesini, babasını çorabına konuşarak bazı gerçekleri ıskalamayalım diye yazıyorum bunları. Kahramanların, kurtarılma hikayelerinin, taze öksüz ve yetimlerin boy boy fotoğraflarının standartlaşmış emojiler eşliğinde paylaşıldığı sosyal medya dünyasında bile kaçamadığımız gerçekler yok mu? Aynı mecrada örneğin bir bakan istifa etmedi mi? İddialara göre istifasını haber yapacak kanal bulamadığı için sosyal medya postu ile duyurdu freni boşalmış bir şekilde yokuş aşağı giden ekonomimizden ve hazinemizden artık sorumlu olmadığını.
Bakın en dikensiz gül bahçeleri bile tat kaçıracak postlara meyyal. Çünkü eriyen, çözülen bir düzenin içinde yaşıyoruz ve yanlış hayatta doğru sosyal medya gönderisi olmuyor dostlar.
İşte bu yüzden şimdi bazı nostaljileri sandıklardan çıkarıp başköşeye koyma zamanı.
Zor zamanlarda birbirinden güç almayı bilmek. Yeni zamanların hoyratlığını, tüketim toplumunun yarattığı hegemonyayı kıracak ideali birlikte üretme çabasını inatla sürdürme iradesi göstermek… Bunların birçoğu basma kalıp, klişe ya da geçmiş zamanın argümanları olarak da görülebilir. Her şeyin ama her şeyin bir pazara döndüğü, insani ilişkilerin bile tüketim nesnesi haline geldiği, bilginin metalaştığı, her duygunun bir pazarının olduğu günümüz dünyasında, belki de dinozor olmak gereklidir.
Yürüdüğümüz yolun sonuna inanmaktan vazgeçmeden, kendi özgücümüze her zamankinden çok inanarak.
* Gülten Akın’ın Deli Kızın Türküsü şiirinden.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.