Rıza Bey Apartmanı göçüğünde takdiri ilahi değil, takdiri siyasi sebebiyle ölülerimizi toprağın altından çıkarıp aynı toprağa ellerimizle gömüyoruz. Onlar ki Ölürüm Türkiye’m ittifakı olarak her türlü deprem araştırması önergesine yekpare bir müdafaa ile meclis sıralarında ret oyu verenlerdir. Onlar ki 2002 senesinden başlayarak hiç indirmedikleri parmaklarıyla imar affını onaylamış, deprem vergilerini o Cemaat ve Ergenekon ekürisi ile beraber yürüdükleri ve beraber ıslandıkları yollarda iç etmişlerdir
İzmir Seferihisar Lebedos antik kenti kıyısında tarih boyunca hiçbir uygarlık tarafından liman yapılmayan bölgeye Ürkmez Yat Limanı yapılsın diye 2016 yılında ÇED olumlu belgesi veren AKP iktidarının biricik mümessili Erdoğan; İzmir depreminden bir gün sonra ziyaret etiği Rıza Bey Apartmanı önünde “Ölürüm Türkiye’m” şarkısıyla karşılandı.
Cumhurbaşkanının esenliği düşünülmüştü ve birkaç saatlik ziyaret için alınmış yoğun güvenlik önlemleri vardı ancak aynı yerde giriş katları süper market olsun diye beton kolonları kesilen koca binalar için yıllardır hiçbir önlem alınmamış ve bu garabeti denetleyecek kamu gücü de buhar olup uçmuştu.
30 Ekim faciası gösterdi ki bir kez daha selde, heyelanda, patlamada, deprem mahallinde ve memleketin garp cephesinde değişen bir şey yok. AKP’nin 2023 iktidar hedefi aynı fon müziği ile çınlattı geceyi, dinleyelim birlikte: “Ölürüm Türkiye’m…”
COVID-19’lu pespembe turkuaz tablolarda, grip aşısı bulamayan risk gruplarında, entübe olmuş marazi soluk borusunda, sınır boylarında, Libya sahrasında, Türkmen dağı eteklerinde, iş cinayetlerinde, maden ocaklarında ölüyor memleket. Ölü asker taşıyan bayrağa sarılı tabutların hemen başında şehit yakınlarına da imam hatip mektebi açılışında gasilhanede ölü yıkayacak imam adaylarına da aynı sesler ile ölüm vazediliyor ve hakikaten ölüyor Türkiye’m…
Anlaşılıyor ki fay kırıklarına yuva yapmış kentleri sağır edici bir uğultuyla sallayan ve yerle yeksan eden o kahredici depremler falan değil; malzemeden çalınmasına ve ruhsatsız olunmasına AKP rant mevzuatının göz yumduğu Rıza Bey Apartmanları öldürüyor bizleri. Çevirin aynı taş plağı o zaman, İzmir boylarında da aynı terane kulakları sağır ededursun; “Ölürüm Türkiye’m…”
Borçlarını ödemede acz içine düşmüş işsizler ordusunun umutsuz neferleri vilayet kapısında ve millet meclisi duvarlarının berisinde bedenlerini mazot bidonuyla ateşe verirken ölüyor her gün Türkiye’m.
Hâkim siyaset marifetiyle yüzlerce kez tadil edilmiş ihale mevzuatından nemalanan üç beş şirketin taşa toprağa savaş ilan ettiği kanlı kepçesinde ve Salda gölünden yalı bahçelerine kum çeken kamyonların römorkunda ölüyor Türkiye’m.
Van’da, Dinar’da, Ceyhan’da, Elazığ’da, Değirmendere’de, Malatya’da, Avcılar’da, Çınarcık’ta, Bayraklı’da ve Rıza Bey Apartmanı göçüğünde takdiri ilahi değil, takdiri siyasi sebebiyle ölülerimizi toprağın altından çıkarıp aynı toprağa ellerimizle gömüyoruz.
Onlar ki Ölürüm Türkiye’m ittifakı olarak her türlü deprem araştırması önergesine yekpare bir müdafaa ile meclis sıralarında ret oyu verenlerdir. Onlar ki 2002 senesinden başlayarak hiç indirmedikleri parmaklarıyla imar affını onaylamış, deprem vergilerini o Cemaat ve Ergenekon ekürisi ile beraber yürüdükleri ve beraber ıslandıkları yollarda iç etmişlerdir.
Milli Eğitim Bakanlığı 2019 raporunda ülke genelinde 18 binin üzerinde eğitim kurumunun depreme dayanıklılık incelemesinden geçirilmediğini ve ödenek yetersizliği gerekçesiyle çok az okulun onarıldığını öğreniyoruz şu sarsıldığımız vakitlerde. Aynı rapora bakarken kendimizi yakında gerçekleşecek bir başka depremin enkaza çevireceği okulların listesini okurken yakalanmış gibi hissediyoruz.
Oysa gördüğümüz tek gerçek şudur; vergilerimizle semirmiş kodaman inşaat mafyasıyla iştirak halinde kaç on yıldır taammüden işlenmiş seri cinayet şebekesinin rahatsız edici soğukkanlılığı. Öyle bir siyaset göçüğü ile karşı karşıya kaldık ki bugün Türkiye’nin güncel deprem raporları; hiçbir felaketten etkilenmeyen, üstüne alınmayan, gocunmayan ve telaşe göstermeyen ve nedamet duygusundan yoksun ve pişkin bir seri cinayet şebekesinin onbinlerce sayfalık iddianamesinden farksız.
6,9 şiddetindeki dehşetli ve korkulu deprem; Bayraklı’nın, Manavkuyu’nun, Rıza Bey Apartmanı’nın temellerini sarsarken Seferihisar’ın sokaklarına Ege’nin suyu çoktan taşmış idi. Üç kuruşluk harç için ruhsat dağıtan imar affı sorumsuzları; bu günahın vebalini zerre miskal boyunlarında taşımadılar ve o yıkıntılara baktıkça yüreğimize batmış beton kırıkları üzerinde sorumsuzca gezinirlerken ellerindeki telefonla canlı performans şovu arz etmekten hicap duymadılar. Öyle ki çıkardıkları plastik, mağrur ve kibirli sesler, enkazın altında kalmış can’ların imdat seslerini bastırıyordu üstüne üstlük.
301 madenciye mezar olmuş Soma göçüğünde de vaktiyle Enerji Bakanını kaç gün üzerinden çıkarmadığını hem söylediği hem söylettiği aynı renk gömleğiyle arzı endam eylediği gösterideki kirli sakal canlı performansı ile hatırlıyoruz. Değişen bir şey yok bizim mezarlığımızda.
Her yerde ölüm kusan bu siyasetten illet öylesine derin bir siyaset göçüğü ki bu; Soma maden ocağı patronlarına temyizen sunulmuş beraat ilamı ve kömür karası babalarını bir daha göremeyecek olan o yetimlere kırmızı karanfilli mezar taşları bıraktı o çukurda.
Rıza Bey Apartmanı’nın paramparça olmuş camlarına gün batımında aks etmiş gölgelere baktığımızda ambulanstan indirilirken kirli çizmesi ile sedyeyi kirletmek istemeyen madencinin mahcubiyeti de mavi renkli traktör dekoru önünde galoşlu çizmesiyle tek başına rol kesen siyasetçinin yabancılığı da yansıyor yerdeki molozların kırık camına.
18 yıllık betona ve yağmaya endeksli imar mevzuatı, balçıkların üzerine inşa edilmiş kentleri, dere boylarına yapılmış HES’leri, köylünün gasp edilen toprağına pusu kurmuş biyogaz santralleri de Merkez Bankası rezervlerine, fay kırıklarına ve hanımefendinin parlak Hermes çantasına sığmıyor artık.
Rıza Bey Apartmanı enkazında gün aşırı öldürülen kadınların kanını, duvarların ardına hapsedilmiş temsil hakkını, 1168 liralık ödenekle pandemi sefaletine terk edilmiş milyonların öfkesini bulacaksınız.
Deprem vergilerini şaşalı saray salonlarının tavanına tutturulmuş ışıl ışıl avizelerin altında komisyoncu ve avantacı lobilerle yemiş bitirmiş ve bugün halka yoksulluk, işsizlik, intihar, hapishane ve zıvanadan çıkmış bir pandemi dışında verecek hiçbir şeyi kalmamış iktidara karşı Rıza Bey Apartmanı’nın göçüğünden sızan bir umut var.
Son nefeste hayata tutunmuş Elif’in, İdil’in ve Ayda’nın soluk renkli ellerini tutuyor olmamızın tarifsiz güzelliğinden ve zırıl zırıl hepimizi ağlatan mutluluğundan hafifçe kafamızı çevirelim ve koca memleketi, binlerce insanın üzerine yığılmış tonlarca beton ve demir kafeslerin ağırlığı içinde ölmeye, parçalanmaya ve 91 saat boyunca İzmir’in ortasında mucize beklemeye mahkûm eden siyaseti sallayalım.
Kışın eşiğinde, başımıza gelebilecek yeni felaketlerin yegâne mümessili 18 yıllık AKP iktidarı Türkiye’nin depremidir. Enkazı ortadadır.
Yaşamak istiyorsak haydi işbaşına.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.