Her ne kadar kapitalizm bünyesinde bulunan açmazlardan dolayı yıkımına yol açan koşulları kendiliğinden yaratsa da yıkımına yol açacak bir iradenin ortaya çıkması gerekir. Devrimci bir iradenin ortaya çıkmadığı koşullarda, kapitalizmin bunalımlarını zor yoluyla aşabildiğini tarih defalarca bize göstermiştir.
İnsanlar arası ilişkileri ve bir bütün olarak toplum hayatını eşitlik, özgürlük ve kardeşlik üzerinden düzenlemek isteyen Fransız burjuva devriminin üzerinden iki asırdan fazla zaman geçti.
Feodal Ortaçağ karanlığına karşı cesaret ve fedakarlıkla yürütülen, aydınlanma hareketinin oluşturduğu elverişli entelektüel ortamın olanaklarından yararlanan burjuva sınıfı, iktidardaki aristokrasi ve kilisenin egemenliğine son verdi.
Burjuvazinin; kralın, soyluların ve kilisenin iktidarına son veren eyleminin temel gücü, sefalet içinde yaşayan halk kitlelerinden geliyordu.
Ağır baskı ve sömürü koşullarında yaşayan, orta çağın kent ve kır yoksullarından oluşan bu kitleyi harekete geçiren itici neden ise devrimin eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi büyülü vaatleri idi.
Tarihin en kanlı sınıf mücadelelerinden birine sahne olan bu süreçte, feodalizme karşı birlikte dövüşen güçlerin devrimden beklentileri birbirinden amaç ve nitelik olarak çok farklıydı. Feodal sistemin zulmü altında sefalet içinde yaşayan halk kitlelerinin devrimden beklentisi adalet, eşitlik, özgürlük gibi değerler temelinde ‘daha iyi bir yaşam’ iken, sosyal hiyerarşinin, soylular ve kiliseden sonra üçüncü basamağında yer alan ve devrimin öncülüğünü yapan burjuvazinin beklentisi ise, egemen sınıf konumuna geçmekti.
Ve sonuçta, Ortaçağın çürümüş feodal düzenini, yoksul halk kitlelerinin gücü sayesinde, tasfiye eden burjuvazi iktidarı ve gücü eline almış oldu.
Öyle ki, tarihe adeta yoksulların kanıyla yazılmış bu devrim, kendinden önceki toplumsal sistemi mezara koymakla kalmayıp, sonrasında gelecek olan toplumsal sistemleri de etkileyecekti.
Ancak en özlü anlatımını insan ve yurttaşlık hakları bildirgesinde gördüğümüz burjuvazinin kapitalist düzeni sosyal, siyasi, iktisadi ve felsefi açıdan bireyin bencil amaçlarını esas alıyordu. Bireyi ve çıkarlarını toplumun belirleyici birimi olarak kabul ediyor, özel mülkiyeti doğal ve vazgeçilmez bir hak olarak görüyordu. Oluşan yeni sistem soydan, topraktan ve tanrıdan beslenen feodalizmi tasfiye ederken, yerine paranın hükümranlığını tahsis ediyordu. Bu mülkiyetçi düzen insanlığa hem aydınlanma ve bilimin gelişimini sunarken hem de moral anlamda, sömürgecilik ve modern kölecilikle beraber giderek soykırımla bağdaşabileceğini gösterdi.
Var olan toplumsal sorunlara eşitlik, özgürlük ve kardeşlik üzerinden çözüm getireceğini vaat eden ve mülkiyetin kutsallığına saygıda kusur etmeyen bu sistem, bırakın sorunları çözmeyi uzlaşmaz sınıfsal çatışmalarını daha da derinleştirdi. Beraberinde, sermayenin kendi karakterinden dolayı kaynaklanan çelişkiler siyasi, sosyal ve iktisadi bunalımlara yol açtı.
Bir ekonomik sistem olarak kapitalizm, bütün tarihinde bunalımlara sebep olmuştur. Belirleyici niteliği, bireyin girişimciliği ve pazarın serbestliği olan kapitalist sistem, geniş halk yığınlarının yoksullaşmasına ve yaşam kaynaklarının toplumun küçük bir azınlığının elinde birikmesine yapısal olarak yol açar. Büyük kapitalist şirketlerin daha da büyümesini ve sürekli sermaye temerküzünü amaç edinen günümüz tekelci kapitalizmi, çözümü sistemin aşılmasını zorunlu kılan krizler yaratmaktadır.
Ekonomik açıdan halkın yoksullaşmasına, siyasal yaşam açısından baskı ve zulme neden olan kapitalizmin, insanın var olma koşullarına aykırı bir hayat inşa ettiğini büyük kapitalist simalar bile itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Türkiye’nin en büyük kapitalistlerinden biri olan Nejat Eczacıbaşı bir demecinde, “Kapitalizm insanlık açısından istenilen sonuçları vermedi” diyerek gerçeği dile getirdi.
Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Dünya gıda ve tarım örgütü FAO’nun verilerine göre iki milyara yakın insan, günlük olarak açlık ızdırabıyla karşı karşıyadır. Kapitalist sistemin adalet maskesi, zenginliğin bölüşümünde düşer. Dünyamızın en zengin 26 kişisinin sahip olduğu servet, yeryüzü nüfusunun yarısını oluşturan, 3,5 milyar insanın sahip olduğu servete eşittir. Dünya Bankası’nın yayımladığı raporlara göre, dünya nüfusunun %60’ı günde 5 dolarla yaşamaktadır.
İktisatçılar tarafından kapitalizmin 3. büyük bunalımı olarak nitelendirilen 1970-75 krizi için üretilen çözümler, sistemin tarihindeki belki de en büyük bunalımına sebep oldu. 2008’de görünüm itibariyle finans sektöründe ortaya çıkan buhran, kısa sürede, kapitalist sektörlerin tümüne yayıldı. Dünya kapitalizminin merkezi Amerika’da başlayan kriz, hızla bütün ülkeleri etkisi altına aldı.
Kapitalist işleyişin temel dinamiği, kâr ve daha fazla kâr hırsıdır. 1970’lerden bu yana sermaye, yatırımlarını üretken alanlardan ziyade finans sektörüne yöneltmiştir. Devlet aracığıyla finansal yatırımların kârlılığı için yeni düzenlemeler yapılmış, izlenen ekonomik politikaların sonucu olarak, gölge bankacılık denilen ama banka olmayan, bankaların, sigorta şirketlerinin, borç ve kredi veren spekülatörlerin, genel ekonomi içindeki etkinlikleri egemen hale getirilmiştir.
1980’lerden itibaren yürürlüğe giren neoliberal politikaların neden olduğu kriz, kapitalist sistemin yapısal özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sermayenin kendisini kâr üzerinden sürekli artırma döngüsünü sürdürmekte zorluk çekmesi, krizin esas nedenidir. Sermayenin kendisini büyütmesinin iki yolu vardır. Birincisi, emeğin sömürülmesi, ikincisi doğanın zenginliklerinin talan edilmesidir. Marx’ın da işaret ettiği gibi, kapitalistlerin sahip olduğu zenginliğin kaynağı, doğa ve doğanın kendi suretinden bir parça olarak yarattığı insan emeğidir. Doğanın ve emeğin aşırı talanı, insan nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturan emekçi kitlelerinin sefaletinin ve gezegenimizin sonunu getirebilecek çevre felaketlerinin nedenini oluşturmaktadır
Kapitalizmin burjuvazi ve proletarya arasında yarattığı antagonist ilişki kriz dönemlerinde daha da derinleşir ve belirginleşir. Yoksulların satın alma gücü düşer, küçük işletme sahipleri iflas durumuyla karşı karşıya kalır. Bir avuç kapitalist, yüksek bürokrat, popüler sanatçı ve sporcunun dışında, toplumun geniş kesimlerini etkileyen bir buhran ortaya çıkar. Krizin neden olduğu işsizlik ve yoksulluk, emeğiyle geçinen kesimlerin hayatta kalma mücadelesini zorlaştırır. Oysa aynı yaşamsal sıkıntıları hissetmeyen toplumun üst zengin kesimleri, devlet desteğiyle varlıklarını koruma imkânı bulacaklardır. Örneğin çalışanların yaşam koşulları zorlaşırken, dünyanın en büyük şirketlerinden olan General Motors’a ABD devleti 25 milyar destekte bulundu, geride kalan halk kitleleri ise yoksullukla baş başa bırakıldı.
Ekonomik daralmanın sonucu olarak ortaya çıkan yoksullaşma, siyasal krizleri tetikler. Egemen güçler yönetme güçlüğü yaşarken kitle isyanları sistemi sarsmaya başlar. Kapitalizm bir dünya sistemi olduğu için halk kitlelerinin tepkisi kısa sürede uluslararası bir karaktere bürünür.
Tek tek ülkelerde ortaya çıkan ekonomik buhranlar yerel bir durum olarak görülebilir. Fakat isyanların yayılması, sistemin tabiatıyla ilgilidir. Son yıllarda dünyanın birçok ülkesinde yaşanan sosyal ve politik isyanların, kapitalist sistemin yeni bir evresi olan küreselleşme zinciriyle birbirine bağlı olduğuna şüphe yoktur.
Kapitalist devletlerin krize neden olan politikalarda ısrar etmesi, Amerika’da küresel güce sahip kapitalist şirketlerin finans merkezi olan Wall Street’in işgal edilmesine yol açtı. Fransa’da sarı yelekliler olarak adlandırılan dar gelirli toplum kesimleri ülkenin sosyalist güçlerini bile şaşırtan bir direngenlikle, sistemin koruyucu güçleriyle aylarca süren çatışmalara girdiler. Öyle ki, insan haklarının merkezi sayılan Fransa’da bile, burjuva iktidarı Paris’te sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Tarihin birçok evresinde başkaldırmış Fransız halkı, Avrupa’nın birçok halkının harekete geçmesinin de öncülüğünü yaptı.
Kapitalist sistemin 2008 krizinin, sömürge ve yarı sömürge ülkelere yansıması, çok daha sert oldu. Kapitalizmin merkez ülkelerinde sokak protestoları ve belli alanların işgali düzeyinde kalan eylemler, emperyalist istismarın yol açtığı geri kalmış ülkelerde kanlı çatışmalar biçimini aldı. Şili’de ülkenin bütününe yayılan ve halkın geniş kesimlerinin katıldığı eylemleri bastırmak için egemen sınıflar orduyu harekete geçirdi. Silahlı ordu birlikleri 20’nin üzerinde göstericinin ölümüne yüzlercesinin yaralanmasına yol açtı. Almanya ve Fransa’nın yeni sömürgecilik politikalarıyla çöküntüye yol açtığı Yunanistan’da, kitleler kapitalizmin neoliberal küresel politikalarına karşı militanca direndiler. 1990’lardan bu yana emperyalizmin ve İsrail Siyonizminin insanlık dışı saldırılarına maruz kalan Ortadoğu’nun sömürülen halkları da kanlı çatışmalar biçimini alan başkaldırılarda bulundular. Ülkelerini yıllardır zulümle yöneten bazı diktatörler bu ayaklanmalar sonucu devrildiler. Başta Mısır olmak üzere, Tunus, Cezayir, Lübnan, Irak, İran kitlelerin kahramanca eylemlerine sahne oldu.[1] Afrika’nın önemli ülkelerinden Sudan’da, yoksul halkın temel ihtiyaçlarına gelen zamlar ve diktatörlüğün kanlı zulmüne baş kaldıran kitleler 30 yıllık İslamcı Beşir diktatörlüğüne son verdiler. 1960’larda 1 milyona yakın komünistin katledildiği Endonezya’da, öğrencilerin ve sendikaların önderliğinde, işçi sınıfının geniş katılımıyla, ülkenin tümüne yayılan eylemlerde, gerici ve küresel kapitalizmin uzantısı olan sistem, günlerce süren protestolarla yüz yüze geldi. Yine ABD’de ırkçı bir polisin sebep olduğu siyahi bir yoksulun ölümü, başta kendi ülkesi olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde eylemli tepkilere yol açtı. Ülkemizde 2013 yılında günlerce süren ve milyonların katıldığı Gezi Parkı eylemleri de bu direniş hareketlerinde yerini almaktadır. Bu eylemlerde İslamcı iktidarın saldırgan tutumu, yüzlerce eylemcinin yaralanmasına ve yedi direnişçinin de ölümüne sebep oldu.
Küresel kapitalist sistemin yol açtığı isyanları burada bütünüyle ele almamız mümkün değil. Anlatmak ve göstermek istediğimiz, iki yüzyıl önce tarih sahnesine özgürlük, eşitlik, yurttaşlık ve kardeşlik sloganlarıyla çıkan kapitalizmin, yabancılaşmayı ve sefaleti derinleştirerek evrenin ve toplumun yıkımına yol açtığı ve bu durumun evrensel düzeyde isyanları beraberinde getirdiğidir.
Dünyanın tümüne egemen olmuş bir sistem olarak, yere ve zamana uygun şekilde biçim değiştirse de kapitalizmin doğasının aynı kaldığına şahit oluyoruz. Bu doğanın yol açtığı sonuçlar dünyanın yıkımına ve insanlığın çürümesine doğru yol almaktadır.
Kapitalizmin ikiyüzlüce kullandığı ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK ve ADALET değerlerine bugün daha fazla gereksinim vardır. Kapitalizme yanıtı, uzun erimli amacı komünist bir dünya yaratmak olan bir strateji üzerinden verebiliriz. Bu stratejinin bugünkü evresi emeğin iktidara geldiği sosyalizmdir. Kapitalizmi aşmak için onun en devrimci eleştirisini yapan ve toplumsal hayatın kolektif örgütlenmesinin genel kuramının ilkelerini bize sunan devrimci Marksizm’i, etkin bir eylem stratejisine çevirmeliyiz.
20. yüzyıldaki sosyalizm deneylerinin başarısızlıkları, uygulamaların ve bazı nesnel şartların olumsuzluğundan kaynaklandı. Bunun yanında sınıfsız bir toplum tasarımı, kapitalizmin yol açtığı sorunları çözmek için başvuracağımız tek yoldur.
Kapitalist sistemin yakınlarda daha da derinleşen bunalımlara ve toplumsal altüst oluşlara yol açacağı kaçınılmaz bir durumdur. Pandeminin yol açtığı ortam bunu hızlandırabilir.
Her ne kadar kapitalizm bünyesinde bulunan açmazlardan dolayı yıkımına yol açan koşulları kendiliğinden yaratsa da yıkımına yol açacak bir iradenin ortaya çıkması gerekir. Devrimci bir iradenin ortaya çıkmadığı koşullarda, kapitalizmin bunalımlarını zor yoluyla aşabildiğini tarih defalarca bize göstermiştir. Kapitalizmin, tarihinin en büyük birinci bunalımından, Avrupa komünist partilerinin korkak ve reformist politikaları yüzünden Faşizm seçeneğiyle kurtulduğunu unutmamalıyız.
Kapitalizmin kendiliğinden çöküp yok olacağı görüşü toplumsal kurtuluş için yürüttüğümüz mücadelenin ancak şiddete dayalı bir konseptle gerçekleşebileceği doğrusundan bizi uzaklaştırır.
Kapitalizmi zorunluluktan dolayı şiddet yoluyla tasfiye etmek devrimci komünistlerin varlık nedenidir. Sınıf mücadelelerinin bize kazandırdığı gerçeklere yeniden sarılmamız gerekiyor.
Uzun bir dönem kapitalizmin yaşamasına hizmet eden reformizm ve kapitalizmin dünyanın her tarafında destek verdiği kültürel odaklı mücadeleler kapitalizmden sosyalizme geçişin yolu olamaz. Özgürlük ve eşitlik üzerinden evrensel bir tasarıma sahip olan bizler, kimlik ve inanç üzerinden toplumları biçimlendirmek isteyen güçlerin, bir haksızlığı gidermek için yola çıksalar da kapitalist emperyal güçlerin çıkarları alanında hareket etme imkânını aşamadıklarını görmeliyiz.
Kapitalizmin Marksist eleştirisine ve onu yıkma sanatı olan Leninizm’e dönmek durumundayız.
Kapitalist zalimlerle bir ölüm kalım savaşı yürüttüğümüz kesindir. İşçi sınıfının ve ezilenlerin yıkıcı ve kurucu gücünü açığa çıkarmalıyız. Ezenlerle ezilenlerin mücadelesini doğanın fizik yasaları belirler. Sonucu kimin haklı olduğu değil, kimin güçlü olduğu tayin eder. İnsana ve topluma dair gelişmeler, sonu güç tarafından belirlenen mümkünleri içerir. Pandeminin daha da derinleştireceği kapitalizmin krizinin bir devrim aracığıyla sosyalizme dönüşmesinin koşulları oluşmaktadır. Leninizm’in; profesyonel devrimcilik, ihtilalci örgüt, kapitalist devletin şiddetle yıkılması, devrim için işçi sınıfı ve toplumun diğer ezilenlerini temel alan bir sınıf politikası ve proletarya diktatörlüğü vb. ilkelerine inanmamız gerekir. Büyük devrimci Che’nin belirttiği gibi; yapmak için inanmak gerekir. Yayılarak ülkeden ülkeye sıçrayan kitle isyanlarının, sonuç alamadan bastırılması devrimci öncünün eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Kapitalist toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerinin tümünü, düzeni yıkmak amacıyla birleşik bir güç haline getirip, yönlendirecek bir öncünün yaratılması bugünün esas görevi olarak önümüzde durmaktadır.
Dipnot:
[1]Bu ülkelerin içinde Irak’ta halkın tutumu oldukça umut vericidir. 1990’dan bu yana kolektif emperyalizmin iki defa saldırısı ve talanına uğrayan, işgalci güçlerin ahlak dışı marifetiyle kanlı din ve milliyet savaşlarına sürüklenen ülkenin farklı din, mezhep ve milliyetlerinden yoksullar, işgalin ve kapitalizmin yol açtığı sefaleti birlikte, yan yana durarak protesto ettiler. Binlerce emekçinin katledildiği on binlercesinin yaralandığı gösteriler bu sürecin en kanlı olayı olarak tarihe geçti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.