Google ve Facebook gibi şirketlerin olağanüstü büyüklükteki sermaye birikiminin asli unsuru emek. Bunu da ikiye ayırmak gerekiyor: Personel emeği ve kullanıcı emeği. Birincisinin fazla bir özelliği yok: Diğer teknoloji şirketlerinde olduğu gibi iyi eğitilmiş personelin dijital emeği. İkincisi daha ilginç: Karşılığı ödenmeyen kullanıcı emeği ve bununla içerik oluşturulması. Yani Facebook’un sermayesinin çok büyük bir kısmı kullanıcıların oluşturduğu içerikten, Google’ınkini de email ve arama motoru gibi ürünlerle kullanıcıların Internet üzerindeki faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Bu tür emek insanlık tarihinde yeni bir duruma işaret ediyor
“Gözetlenen görülür ama göremez; gözetlenen bilgi nesnesidir, asla iletişimde özne olamaz (özne gözetleyendir).” M. Foucault, Discipline & Punish
Bu tanım gözetimde güçler hiyerarşisini ima eder: Gözeten az sayıda ama güçlü, gözetlenen çok sayıda ama güçsüzdür. Dolayısıyla özne olma imtiyazı gözetleyene aittir. Gözetlenenler sadece birer nesne durumundadırlar.
Günümüzde Internet devasa bir gözetim aracı haline geldi. Gözetim her ne kadar her ülkedeki iktidarlar tarafından da icra ediliyorsa da küresel ölçekteki icrası etki yönünden bunların toplamının çok üzerinde. Ayrıca yerel gözetimin genellikle herhangi bir ekonomik boyutu yok ama küresel gözetim ABD’ye dünyanın her tarafından önemli ölçüde kaynak aktarımı sağlıyor. Bu nedenle bu yazının konusu küresel gözetimin ekonomi politiği.
Bilgisayar teknolojisi insanlık tarihinde bir çığır açan buhar makinalarının günümüzdeki benzeri olarak görülebilir. Ancak buhar makinaları sadece enerji üretimi için kullanılırken bilgisayarlar eğitimden eğlenceye kadar günümüzde hayatın her alanında yer alıyor. Bu anlamda insan hayatına etkileri karşılaştırılamayacak kadar derin. Etkinin derinliği hem kişisel, hem de toplumsal düzeyde geçerli.
Bu teknolojinin belki en önemli özelliği zaman içinde cihazlarda fiyatın düşerken performansın artması. Aslında bu neredeyse her teknoloji için geçerli ama insanlık tarihinde fiyatın bu kadar hızlı düşüp performansın bu kadar hızlı arttığı başka bir teknoloji yok. Bu kadar hızlı değişim otomobillerde olsaydı günümüzde 700 beygir gücünde ve 12 milyon dolar fiyat etiketli yarış otomobillerinin fiyatı sadece birkaç bin dolar olurdu.
İlerde göreceğimiz gibi gözetim çok yüksek performanslı bilgisayarlara gereksinme duyuyor. Peki bilgisayar teknolojisinde performans ne anlama geliyor? Bunun iki bileşeni bulunuyor: Depolama hacmi ve hız. Depolama hacmi birim alana sığdırılan veriyi belirtiyor. Örneğin, 1 cm2’lik bir alana 1000 adet kitabın sığdırıldığını düşünelim. Belli bir süre sonra aynı alana 2000 adet kitap sığdırılabiliyor. Hız ise bilgisayarın içindeki veya ağ ortamındaki işlemlerin ne kadar kısa zamanda yapıldığının ölçüsü. Bilgisayar teknolojisinde bu alanlardaki performansın her bir-buçuk veya iki senede yaklaşık bir kat arttığı söylenebilir. Ancak bu durum donanım, yani fiziki cihazlar için geçerli. Bunları çalıştırmak için talimatlar içeren yazılım üretimi hala büyük ölçüde insan emeğine dayalı bir tür zanaat.
Gözetim ekonomisinden bahsederken dünyanın dev şirketlerinden başlayalım. Bu şirketlerden Google ve Facebook’un gelirlerinin tamamına yakını hedefli reklamcılıktan kaynaklanıyor. Hedefli reklamcılık kişilere ilgi alanlarına göre reklam gösterilmesi anlamına geliyor. Örneğin, bebekle ilgili mesaj gönderip alan veya arama yapan kullanıcılara bebek ürünleri reklamlarının gösterilmesi. Hedefli reklamcılık da aşağıda açacağımız gibi Internet üzerinde gözetimin en önemli araçlarından biri. Tablo 1 2019’da Google ve Facebook’un dünyadaki en büyük 500 şirket sıralamasındaki yerlerini ve finansal durumlarını gösteriyor.
Kara göre sıralamada bu iki şirketin yüksek kar oranı açıkça görülüyor. Her ikisi de ciroda çok gerilerdeyken karda yedinci ve ondördüncü sırayı işgal ediyorlar. Toplam varlıklar ve borsa değeri sıralaması daha da ilginç. Her iki şirketin de borsa değerlerinin toplam varlıklarının yaklaşık beş misli olduğu görülüyor. Yüksek karlılığın borsada rağbeti getirmesi doğal ama aradaki fark bununla açıklanamayacak kadar büyük. Bu durum değişen oranlarda diğer dev bilgisayar şirketleri için de geçerli. Borsa değerine göre sıralamada dünyada ilk beşte bilgisayar şirketleri yer alıyor. Buna göre Apple 1,305 milyar dolarla birinci, Microsoft 1,203 milyar dolarla ikinci, Amazon da 916 milyar dolarla dördüncü sırada.
Toplam varlıklarla borsa değeri arasındaki farkın büyük kısmı karşılıksız veya fiktif sermaye olarak nitelendirilebilir. 2000 yılında buna benzer bir durum yaşanmıştı. WWW’in yaygınlaşmasıyla yeni kurulan Internet şirketlerine borsada büyük bir yönelim olmuş ve bu süreç dot.com krizinde balonun patlamasıyla büyük iflaslara yol açmıştı. Şimdiki durumun ne derece istikrarlı olduğunu zaman gösterecek.
Google ve Facebook gibi şirketlerin olağanüstü büyüklükteki sermaye birikiminin asli unsuru emek. Bunu da ikiye ayırmak gerekiyor: Personel emeği ve kullanıcı emeği. Birincisinin fazla bir özelliği yok: Diğer teknoloji şirketlerinde olduğu gibi iyi eğitilmiş personelin dijital emeği. İkincisi daha ilginç: Karşılığı ödenmeyen kullanıcı emeği ve bununla içerik oluşturulması. Yani Facebook’un sermayesinin çok büyük bir kısmı kullanıcıların oluşturduğu içerikten, Google’ınkini de email ve arama motoru gibi ürünlerle kullanıcıların Internet üzerindeki faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Bu tür emek insanlık tarihinde yeni bir duruma işaret ediyor. Değeri de personel emeği ile karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Google ve Facebook’un yüksek karlılığını bu emek oluşturuyor.
Kullanıcı emeğinin oluşturduğu değer iki bağlamda düşünülebilir: Kullanım değeri ve değişim değeri. Bunlardan birincisinin parasal karşılığı bulunmuyor. Bilgisayar kullanıcısı gönüllü olarak içerik üretiyor, bu da sosyal bağlantı kurmak, sosyal medyadan haber okumak gibi bir ihtiyacını karşılıyor.
Değişim değerinin ise parasal karşılığı bulunuyor ki bu da Google ve Facebook’un reklam-verenlere sattığı bedel. Ancak bunun içeriği oluşturan kişiye herhangi bir faydası yok, dolayısıyla bu anlamda kullanıcının kendi emeğine yabancılaştığı söylenebilir.
Yabancılaşma kavramının üzerinde durmak gerekiyor, çünkü sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda gözetimde gözetilenin nesneleşmesi sürecinde de önemli. Bunun için Avusturyalı Avukat Max Schrems’in mücadelesi önemli ipuçları veriyor. Schrems uzun zamandır Facebook ve Google gibi şirketlere karşı mücadele veriyor, ayrıntıları noyb.eu sitesinden izlenebilir. Bu kapsamda Schrems Facebook’dan kendine ilişkin tutulan verileri talep ediyor ve uzun mücadeleler sonunda 1200 sayfa içeren bir CD içinde bunları elde ediyor. Verilerde önemli birşey farkediyor: Sildiği bazı kayıtlar aslında silinmemiş. Daha doğrusu Facebook sitesinden silinmiş ama Facebook’un asıl sistemlerinden silinmemiş. Diğer bir deyişle veri almak için kullanılan veritabanından silinmiş ama analiz ve satış için kullanılan veritabanından silinmemiş. Şimdi aşağıdaki Şekil 1 vasıtasıyla buna daha yakından bakalım.
Yukardaki şekil gerçek hayattaki karmaşık sistemlerin çok basitleştirilmiş bir hali. Ortadaki iki silindir iki ayrı veritabanını temsil ediyor. Soldaki veri alma işlevi gören veritabanı. Kullanıcı yeni bir veri girdiğinde veri bu veritabanına kaydediliyor. Burada veriler kullanıcı tarafından silinebilir veya değiştirilebilir. Buradaki verinin kullanıcıya parasal değeri olmayan kullanım değeri sunduğunu düşünebiliriz. Veriler belli aralıklarla veya kesintisiz olarak analiz için optimize edilmiş sağdaki veritabanına aktarılırlar. Bu veritabanında cinsiyet, yaş, ilgi alanları, gelir durumu gibi binlerce kıstas üzerinden kullanıcıya ne tür reklamlar gösterileceğinin analizi yapılır. Yapay zekâ gibi ileri tekniklerin kullanıldığı bu analiz süreci çok hızlı ve muazzam büyüklükteki verileri işleyebilen bilgisayarları gerektirir. Çünkü milyarlarca kullanıcıya ait binlerce mesajı ve onbinlerce veriyi işlemek, bunların birbirleriyle ilişkilerini anlamlandırmak ve bunu sürekli olarak yeni gelen kullanıcılar, mesajlar ve veriler için tekrarlamak gerekir. Reklamın kullanıcıya gösterilmesiyle reklam-verenlere satış süreci tamamlanır.
Ancak burada ekonomik sürece biraz daha odaklanmamamız gerekiyor. Facebook’a ve Google’a giden reklam bedelleri ürün fiyatına, dolayısıyla tüketiciye yansır. Yani bu şirketlerin “hizmetleri” hiç de düşünüldüğü gibi ücretsiz değil. Tam tersine, Şekil 1’deki cirolardan görüleceği gibi çok yüksek toplumsal maliyetleri var. Bu durum “cebimizden beş kuruş çıkmayacak” diye pazarlanan hasta garantili hastaneleri ve geçiş garantili otoyolları, havaalanlarını andırıyor. Çoğu gereksiz olan veya var olanları ortadan kaldırarak yapılan bu tesislerin sadece bize değil, bizden sonraki nesillere de nasıl bir yük oluşturduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Dev bilgisayar tekelleri veya yandaş müteahhit fark etmiyor, neoliberalizm döneminde büyük kaynak transferleri maliyetin ürünü veya hizmeti kullananlardan çok tüm topluma yüklenmesi suretiyle gerçekleştiriliyor. Bu noktada da rıza üretimi için “bedava”lık aldatmacası kullanılıyor.
Konumuza geri dönecek olursak Google ve Facebook türü reklamcılığın bir başka özelliğinden de bahsetmek gerekiyor. Tüketici olarak ben yoğun reklam yapabilen ve yapamayan kuruluşları dolaylı yoldan ayırt ederek tekelleşmeye de yol açmış oluyorum. Çoğumuz farkında olmayabiliriz ama bakkallarda satılan paketlenmiş gıda ve temizlik ürünlerinin büyük kısmı Unilever ve Procter & Gamble isimli iki uluslararası dev tekelin ürünü. Reklam harcamalarının büyük kısmını da bunlar yapıyor. Yeterli reklam yapamayan küçük üreticinin bunlarla rekabet edebilecek gücü yok. Bu tekellerin ürünlerinin reklamlarla şişirilmiş fiyatları tüketici tarafından karşılanıyor.
Ancak ortada belki de tüm bunlardan daha ciddi bir sorun var. 2013’den beri ABD kaynaklı dev bilişim şirketlerinin ellerindeki veriyi ABD istihbarat örgütleriyle paylaştıklarını biliyoruz. Nereden biliyoruz? Edward Snowden’ın ifşaatlarından.
Bu aşamada gözetimin politik yönüne odaklanabiliriz. Snowden CIA ve NSA gibi istihbarat örgütlerinde ve onların kullandıkları taşeron şirketlerde çalışmış bir bilgisayar sistemleri yöneticisi. Görevi dolayısıyla en gizliler de dahil olmak üzere bu örgütlerin tüm belgelerine erişim hakkına sahipmiş. Haziran 2013’te vicdani nedenlerle ortaya çıkıp tüm bildiklerini anlattı. Türkiye bu sırada Gezi direnişi ile meşgul olduğundan fazla ilgi olmadı ama söyledikleri ve ifşa ettiği belgeler tüm dünyada deprem etkisi yarattı. Belgeler ABD ve müttefiklerinin en uçuk komplo teorisyenlerinin bile hayal gücünü zorlayacak ölçüde elektronik casusluk faaliyetlerinde bulunduğunu gösteriyordu. Hikayesinin ayrıntıları 2019’da çıkan ve Türkçeye de çevrilen “Sistem Hatası” adlı kitabından okunabilir.
Snowden’ın anlattığı çok sayıda bilgi toplama programları bulunuyor. Bunlardan birisi Prism adlı program. Bu program ABD kaynaklı sosyal medya, yazılım ve donanım şirketlerinde tutulan verilerin NSA’ya aktarılmasını içeriyor. Şekil 2’de görülen, program hakkında resmî belge. Soldaki yeşil kutuda program kapsamındaki şirketler, sağdaki kutuda da bilgi kaynakları görülüyor. Sol üstte “Top Secret” ve “NoForn” ibareleri dikkat çekiyor. Bunlardan ikincisi “No Foreigners”ın kısaltılmışı olup ABD vatandaşı haricindekilerin görmesinin yasak olduğu anlamına geliyor.
Snowden, Prism gibi birçok programın olduğunu ve bu programlar için kullanılan veri elde etme yöntemlerinden bazılarını anlatıyor. Şimdi kısaca bunlara bakalım.
Denizaltı kabloları. Günümüzde Internet ve telefon trafiğinin büyük kısmı denizaltı kablolarından geçiyor. Dolayısıyla bir ülkedeki trafiğin önemli bölümü bu kablolara çengel atılarak elde edilebiliyor. Yine bununla ilişkili olarak dünya Internet trafiğinin büyük bölümü ABD üzerinden geçiyor. Örneğin, Türkiye’den Fransa’daki bir adrese gönderilen epostanın ABD üzerinden gitmesi büyük olasılık. Bu durumda eposta bir kopyasını da ABD’de bırakmış oluyor.
Atmosferdeki sinyaller. Telefon ve Internet trafiğinin bir kısmı güçlü antenler vasıtasıyla atmosferden gerçekleştiriliyor. Bu trafik istihbarat örgütleri için kolay av.
Hedefe yönelik bilgi toplama. ABD elektronik istihbarat örgütü NSA veriye erişmek için “elektrik süpürgesi” denilen kavramı geliştirmiş. Bu Internet ve telefon trafiğinde tüm veriyi emmek anlamına geliyor. Ancak bunun haricinde ekonomik veya siyasi amaçlarla belli nokta hedeflerine yönelik bilgi alma faaliyetinde de bulunuyor. Örneğin, eski Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in ve eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dinlenmesi basına yansıyan birkaç olay. Bu amaçla NSA içinde oluşturulan özel birim hakkında Snowden önemli bilgiler veriyor.
Cihazlara müdahale. Internet trafiğinde ve hassas alanlarda kullanılan donanım siparişi bazen tedarikçi şirket tarafından NSA’ya yönlendiriliyor. Burada cihaza amaca uygun şekilde müdahale edildikten sonra teslimat yapılıyor. Snowden bu kapsamda donanım imalatçısı Cisco şirketini işaret ediyor.
Siyasi bağlantı ve rüşvet. Rüşvet ve siyasi bağlantı yoluyla santrallere çengel atılıyor. Örneğin, Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi 28 Kasım 2017 tarihli yazısında AKP tarafından darbe girişimi öncesinde tamamiyle Gülen Cemaatine devredilen Telekomunikasyon İletişim Başkanlığında işlevi belirlenemeyen bir çanak antenden bahsediyor. Bu kişiye ne kadar güvenilir bilmek zor ama olay hem NSA’nın hem de Cemaat’in faaliyet tarzlarına uygun görünüyor.
Ron Rivest, Adi Shamir ve Leonard Adleman şifrelemede yaygın olarak kullanılan RSA algoritmasının geliştiricisi olan saygın bilim insanları. Bu kişilerin kurduğu RSA Security isimli şirketin geliştirdiği BSafe sisteminde kullanılan bir yazılımın NSA tarafından şirkete “tavsiye edildiği” ve bunun karşılığında 10 milyon dolar ödendiği ortaya çıktı. Bu yolla NSA’nın bazı tür şifreleri kırabildiğini biliyoruz.
Snowden’ın ifşa ettiği belgeler arasında gözetimin vardığı saçma noktayı belirten bir program bulunuyor. Britanya elektronik istihbarat örgütü GCHQ’nün bu programı yolcu uçaklarının bazılarında bulunan uydu telefonu sisteminin gözetimini içeriyor. Bir insanın tüm hayatında belki birkaç kez kullanacağı bu iletişimi bile kaçırmamak için bu programı geliştirmişler. Programın adı da pek hoş: Thieving Magpie, yani Hırsız Saksağan!
Böylece dünyanın her bir yöresine atılan teknolojik ağlar muazzam büyüklükteki verinin toplanmasına yol açıyor. Snowden kitabında durumun boyutlarını anlatmak için karşılaştığı bir mükerrerlik sorunundan söz ediyor: Örneğin, gönderilen bir eposta hedefe varıncaya kadar birçok noktada toplanıyor, bu da çok sayıda gereksiz kopyalara neden oluyor. Snowden bu durumdan kurtulmak için gereksiz kopyaları ortadan kaldıran bir betik yazdığını söylüyor.
Sonuç olarak durum Snowden’ın ifşaatlarını yayımlayan gazeteci Glenn Greenwald’ın Türkçeye de çevrilen kitabının adını andırıyor: “Saklanacak Yer Yok”.
Gözetimin ekonomi politiği
Her ne kadar ekonomi ve politika birbirinden ayrılmaz nitelikteyse de bunlara ayrı ayrı baktıktan sonra şimdi daha soyut planda ekonomi politik hakkında düşünebiliriz.
Bu noktada ilk akla gelen soru bu işin nereye varacağı. Aslında olup biten Soğuk Savaş ortamının bir tür devamı. Soğuk Savaşta “hür dünyanın” lideri ABD’nin önderliği tartışılmazdı, ancak şimdi ekonomik ve siyasal olarak inişte olduğu açıkça görülüyor. Dört senelik Trump dönemi bu süreci hızlandırdı. Soğuk savaş zamanında bağımlı ülkelerde istediği zaman darbe yaptırıp istediğini iktidara getiren ABD artık bu güçten yoksun. Venezuela darbesini eline yüzüne bulaştırdı; Gülen Cemaati eliyle düzenlediği Türkiye’deki darbe girişimini beceremedi; Bolivya’daki 2019 darbesi Evo Morales’i yerinden etti ama birkaç gün önceki seçimler sonucunda Morales’in müttefikleri ezici bir zafer kazanıp yine iktidara geldiler.
Birkaç gün sonra ABD Başkanlık seçimleri yapılacak ve Trump seçimi kaybederse iktidarı terketmeyebileceğini söyledi. Buna ek olarak ırkçı ve faşist gruplardan oluşan taraftarlarını sokağa çağırabileceğini ima etti. Toplanan stratejik önemdeki verinin böyle bir ortamda psikolojik durumu tartışmalı bir kişinin komutası altındaki yapının elinde olması insanı ürpertiyor. Eğer bir kaos durumu ortaya çıkarsa verilerin durumu ne olacak? Sovyetler Birliği’nin yıkılma sürecinde askerler kışlaları soyup silah ve malzemeleri piyasada satıyorlardı. En büyük korku da taktik nükleer silahların satılmasıydı. Neyse ki az miktarda nükleer malzeme satışı haricinde böyle bir olay olmadı. ABD’de bu nitelikte bir kaos ihtimali az olmakla birlikte istihbarat örgütlerinde ve özel şirketlerde toplanan kişisel verilerin ilerde kontrolsüz bir şekilde ortaya saçılmayacağının hiçbir garantisi yok. Snowden vicdani sebeplerle ve kontrollü olarak ifşaatlarını yaptı, ancak başka bir sistem yöneticisi böyle davranmayabilir.
Kırk senedir devam eden neoliberal düzen insanlık tarihinde görülmemiş değişikliklere yol açtı. Ekonomik planda reklamlarla sürekli köpürtülen meta fetişizmi ve dizginsiz kar hırsı hızla gelişen teknolojiyle birleşince Google ve Facebook gibi dev reklam platformları ortaya çıktı. Neoliberalizmin bu tür şirketlere sunduğu ölçüsüzlük ve kanun tanımazlık artık kurulu düzeni bile ürkütmeye başladı. Bu şirketlere karşı gerek şahıs ve kuruluşlar, gerekse devletler tarafından peş peşe davalar açılıyor. Örneğin, birkaç gün önce ABD Adalet Bakanlığı anti-tekel yasası uyarınca Google’a dava açtı. Ancak bunlar öngörülebilir gelecekte bu şirketlerin faaliyetlerini engelleyecek gibi görünmüyor. Tam tersine, büyümeleri hızla devam ediyor. Bu da kişisel verilerin gitgide daha etkin bir şekilde gözetimine neden oluyor.
Dev reklam platformları tanım gereği gözetim ve buna bağlı olarak davranış değiştirme amaçlı yapılardır. Örneğin, bana gösterilen reklamların sonucunda her zaman kullandığım bebek şampuanının yerine başka bir markaya yöneldiğimi düşünelim. Bu nisbeten zararsız bir davranış değişikliği gibi görünüyor. Ancak son yıllarda bunun burada kalmayacağına yönelik belirtiler ortaya çıktı. Örneğin, Cambridge Analytica vakası. Bu şirket birçok ülkede seçmen davranışını etkileyerek siyasi partilere ve liderlere seçim kazandırdığını iddia ediyor. 2016’da Trump’ın kampanyasını desteklemiş. Şirketin yöntemi seçmenleri kişilik özelliklerine veya bilinen siyasal görüşlerine göre gruplandırıp her gruba ayrı mesajlar veya reklamlar göndermek. 2018’de ortaya çıkan bir skandal şirketin sonunu getiriyor. Skandalın nedeni bu şirketle iş yapan bir akademisyenin Facebook’dan izin alarak 270,000 kullanıcıyı kendi izinleriyle bir uygulamaya yönlendirmesi. Ancak veri toplama burada kalmıyor, bu kişilerin Facebook arkadaşlarına da habersiz olarak erişiyor. Bu yolla 87 milyon kişinin verilerini izinsiz olarak kullanıyor. Facebook bundan habersiz olduğunu iddia ediyor, ancak teknik olarak Facebook’un izni olmadan bu denli büyük veriye erişim pek mümkün görünmüyor.
Cambridge Analytica’nın yaptığı iş tam olarak bir reklamcılık faaliyeti. Bu faaliyette pazarlanan mal da politikacılar. Ancak sıradan meta pazarlanmasında hedefli reklamcılığın kanıtlanmış etkisine karşın seçimlerde etkinlik kuşkulu, çünkü ele geçirilen veriye göre kararsızları etkileyebilecek mesajlar göndermek pek kolay görünmüyor. Verinin sınırlı olması ve sınırlı analiz imkanları bunda etkili. En azından ortada sonucu ölçebilecek bir yöntem yok. Buna rağmen ilerde seçmenler hakkında çok fazla verinin olduğu bir ortamda yapay zekâ gibi tekniklerle istenilen sonuca yaklaşmak sözkonusu olabilir. Bu da siyasal sistemleri yeniden tanımlayacak bir potansiyel oluşturabilir.
70 senelik bilgisayar teknolojisinin geldiği yerde insanların bireysel emekleri ile oluşturdukları dev yapılar hem ekonomik hem de siyasi olarak kendileri üzerinde bir gözetim aracına dönüştü. Bu sürecin nereye varacağı belirsiz. Bireysel düzeyde genel olarak insanlarda bir tür öğrenilmiş çaresizliğin hüküm sürdüğü söylenebilir. Bunun da gerekçesi “benim saklayacak birşeyim yok”. Bu doğru değil, çünkü herkesin saklayacak birşeyi vardır. Akşam olunca perdeleri çekeriz; doktora gittiğimizde ilk işimiz kapıyı kapatmak olur. Ancak sağlığımızla ilgili tahlil sonucu gibi özel bilgileri e-mail üzerinden almaktan çekinmeyiz. Ya da bu konuda Google araması yapmak çok doğal gelir. Oysa ki Snowden sayesinde şimdi milyarlarca insanın sağlık dahil en mahrem bilgilerinin ilgisiz yerlerde olduğunu biliyoruz. Şimdiye kadar bundan zarar görmemiş olmamız ilerde zarar görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Mevcut durum evimizde perdeyi kapatmamıza rağmen yabancılar tarafından odamıza konulan kamera ve mikrofondan rahatsız olmamamıza benziyor.
Ancak hayat karmaşık. Bu saatten sonra gözetlenme kaygısından ötürü bilgisayarın ve sosyal medyanın kullanılmamasını önermek anlamlı değil. Tam tersine havuz medyasının ana akım haline geldiği Türkiye’de haber ve yorum okumanın en önemli araçlarından biri sosyal medya. Akılda tutulması gereken gerçek ise ekonomik ve politik gözetim ile buna tabi veya bunu üreten unsurların (meta fetişizmi/reklam, maliyetin “tabana yayılması”/sömürü; dizginsiz kar hırsı/ölçüsüz tüketim; vb.) kapitalizmin neoliberal döneminde bütünlüklü bir paket halinde geldiği ve zenginlerin gitgide daha zenginleştiği, fakirlerin ise gitgide daha fakirleştiği isyan ettirici bir adaletsizlik.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.