İzmir depremi hem iktidar hem de muhalefet açısından bir prova unsuru haline geldi. Kontrolden çıkmayan bir krizde bile 3 gün alanda varlığı hissedilmeyen devlet, halkın dayanışmasının önüne geçerek kendine alan yaratma, CHP ise merkezde yürütülen “aman tadımız kaçmasın” siyasetini yerele tercüme provası yapıyor. Ancak unutulan bir şey var ki o da bu kentin devrimcilerinin olduğudur
İzmir’de meydana gelen 6,9 şiddetindeki depremin üzerinden 10 gün geçti. Geçtiğimiz hafta boyunca hem kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmalarını hem de çadır alanlarını gözlemledik. Aşık Veysel Rekreasyon Alanı, Bornova Stadyumu, 75. Yıl Parkı ve Şehit Hasan Ünal Parkı’na kurulan çadır alanlarını dolaşarak, depremden etkilenen yurttaşların sözlerine kulak verdik.
Depremin ilk anından itibaren bölgede geniş bir dayanışma ağı kuruldu. Çok sayıda kurum ve örgüt depremde zarar gören yurttaşlar ile dayanışma göstermek için alana geldi. Depremin ilk saatlerinden itibaren İzmir büyük bir dayanışma örneği gösterdi.
Her kriz anını gerici propagandaları için değerlendirilecek alan olarak gören birçok İslamcı örgüt de bölgeye akın etti. Başta İHH olmak üzere, adını daha önce hiç duymadığımız çok sayıda gerici yapı için deprem bölgesi bir gösteri alanı haline getirildi. Arama kurtarma ekiplerinin dahi izin alarak, bilgi vererek girebildikleri kurtarma çalışmalarının yapıldığı bölgelere bu kurumların üyeleri elini kolunu sallayarak girip çıktı. Kurtarma çalışmaları sırasında poz vermek için ekipler birbirleri ile yarışıyordu. 91 saat sonra enkazdan kurtarılan Ayda bebeğin sedyesinde boy göstermek için AFAD, UMKE ve İHH görevlilerinin sedyeyi tutan itfaiye personelini çekiştirdiği görüntüler de medyada yer aldı.
Bornova Stadyumu ve Aşık Veysel Rekreasyon alanı olmak üzere Bayraklı’nın komşu ilçesi Bornova’da iki adet çadır kent bulunuyor. Bölgede kurulan en büyük iki çadır alanı bunlar. AFAD’ın asker ile birlikte kurduğu bu çadır alanları da gerici örgütlerin ablukası altında. Depremin etkisinin sınırlı bir alanda olması ve etkilenen yurttaşların sayısının İzmir nüfusuna oranla az olması sayesinde bu deprem özelinde bazı ihtiyaçların karşılanmasında çok fazla sorun yaşanmıyor.
Ancak deprem öncesinde COVID-19 nedeniyle karantinada olan kişiler çadırlarda karantina koşulları olmadan barınmaya çalışıyor. Karantinada olanların yalnızca küçük bir kısmı KYK yurtlarına götürüldü. Maske, dezenfektan gibi salgına karşı temel hijyen maddelerine ulaşımda sorun yok. Ancak depremin salgından daha görünür bir tehlike olması sosyal mesafe kurallarının esnetilmesine neden oluyor. Sağlık Bakanlığı’nın da deprem koşullarında salgına yönelik özel bir önlemi bulunmuyor.
Depremi, CHP ile bir hesaplaşma ve yarış vesilesi olarak gören iktidar kriz yönetiminin zorlaşmadığı İzmir’den propaganda malzemesi çıkarıyor. Bayraklı ilçesi iktidarın bölgeden AKP belediyesi çıkarmak için sonradan oluşturduğu ilçelerden biri. 2008 yılında Bornova ve Karşıyaka ilçelerinden partilere verilen oy sayıları gözetilerek seçmece mahalleler ile oluşturulan bir ilçe. Geçen iki yerel seçim döneminde bölgeye özel olarak ilgi gösteren AKP başarısız olsa da bu amacından vazgeçmiş görünmüyor. AKP, depremden etkilenen yurttaşlar ile AFAD, Kızılay dışında kurumların ilişkiye geçmesini istemiyor. Elinden gelse İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni de alanda çıkaracak.
Depremin ilk saatlerinden itibaren AFAD ve Kızılay alana gelmeden önce depremzedelerin yardımına koşan gönüllüler, demokratik kitle örgütleri ve STK’ler çadır alanlarından çıkarıldı. Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve ESP üyesi devrimciler bu dayatmayı kabul etmeyince gözaltına alındı. Devrimcilerin stant açtıkları alana ise mescit kuruldu.
İlçe belediyelerinin faaliyetlerine ise fiili sınırlama getirildi. Çiğli Belediyesi’nin stant alanı UMKE’nin stant açacağı gerekçesiyle kaldırılmak istenirken, ilçe belediyelerinin yardım tırları kaldırılarak Kızılay’a ait tırlar alana getirildi.
CHP’nin uzun süredir izlediği iktidar ile restleşmeme siyaseti deprem sonrası İzmir’de de devam ediyor. CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel’in “Depremin, afetin siyaseti olmaz” sözleri depremde etkilenen yurttaşlar tarafından da tepki ile karşılandı. Özellikle depremde oluşan can kayıplarını yurttaşların çürük binalarda oturmasına bağlayan AKP ve MHP’ye muhalefetten tepki gelmemesi, büyük kısmı CHP seçmeni olan depremzedeler arasında “AKP’nin ekmeğine yağ sürüyorlar” yorumlarına neden oldu.
Yaklaşık 4,5 milyon nüfuslu İzmir’de depremden etkilenerek evlerini terk ettiği belirtilen 11 bin kişi aslında çok küçük bir sayı. Ancak bu nüfusa oranla bu kadar az kişinin sokakta olduğu Bornova ve Bayraklı’da çadır kent kurulabilecek alanlar neredeyse doldu. Bayraklı’nın bir gökdelen bölgesi haline getirilmesi ve ranta açılması toplanma alanı olarak kullanabilecek arazileri ya imara açmış ya da çevresinde bulunan yapılardan kaynaklı kullanımını tehlikeli hale gelmiş. Depremden en çok etkilenen Manavkuyu Semti’nde yer alan BivaTower isimli gökdelen inşaatının yanı başında duran acil toplanma alanı inşaattan düşen metal malzemelerden dolayı kapatılmış. Aynı gökdelen inşaatında ise bir işçi deprem sırasında 150 metreden düşerek hayatını kaybetmişti. Depremin hemen ardından Erdoğan’ın inşaata başlayacağız söylemi bölgede rant politikalarının sürdürüleceğinin bir işareti olarak değerlendiriliyor. Yerel yönetimlerle yaşanacak uyumsuzluklarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bölgeyi tamamen bir kentsel dönüşüm alanına dönüştürebilir.
Bayraklı, adliye, üniversite ve hastanelere yakın olmasından dolayı genel olarak orta gelir grubundaki çalışan nüfus tarafından tercih ediliyor. TTB’nin raporunda yer alan verilere göre 17 bina tamamen yıkılırken, 124 ağır hasarlı, 119 orta hasarlı ve 730 hafif hasarlı bina buluyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 342 binanın yıkılacağını duyurdu. Bölgenin özellikleri ve depremden etkilenen bina sayıları düşünüldüğünde, Bayraklı İzmir’de rant politikalarının merkezi haline gelecektir. Halihazırda devam eden gökdelen projeleri ile birlikte sermayeye peşkeş çekilerek inşaat şirketlerine alan açılacaktır. Evini kaybeden yurttaşlar ise ya fahiş “katkı bedelleri” ile evlerine kavuşacak ya da mülksüzleştirme politikalarının sonucu olarak çok küçük bedellerle evlerini sermayeye kaptıracaktır.
İzmir depremi hem iktidar hem de muhalefet açısından bir prova unsuru haline geldi. Kontrolden çıkmayan bir krizde bile 3 gün alanda varlığı hissedilmeyen devlet, halkın dayanışmasının önüne geçerek kendine alan yaratma, CHP ise merkezde yürütülen “aman tadımız kaçmasın” siyasetini yerele tercüme provası yapıyor.
Ancak unutulan bir şey var ki, o da bu kentin devrimcilerinin olduğudur. Gölcük’te, Van’da ya da Elazığ’da olduğu gibi halkını yalnız, çaresiz ve savunmasız bırakmayan devrimciler, çadır alanlarına girmek ve oradaki yurttaşlara dokunmak için AKP’den izin beklemiyorlar. Alandan gözaltına alınarak çıkarılan Halkevciler, ertesi gün hasar tespit süreci ve depremzedelerin haklarına dair soruları yanıtlamak için Halkevleri Hukuk Dairesi avukatlarıyla yine çadır alanındaydı.
İktidar ve rantiyeciler için “Allah’ın lütfu” olan İzmir depreminin yarattığı yıkım, “Yaşamak istiyoruz” şiarıyla hem kent muhalefeti hem de ülke siyaseti açısından bir mücadele konusu haline getirilmeli. Yurttaşların depremde ölmesini “ucuz ve çürük binalarda oturma tercihi” ile açıklayan irin dolu zihinler karşısında hep birlikte mücadele edilmeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.