NMQ kazanımının, “TİS yok mu?” sorusu soran emek mücadelesi veren yoldaşlarımızın bir süre sonra maruz kalacakları veya an itibariyle deneyimledikleri sert gerçekliğin içinde ve kimisinin “sendikal kriz” olarak tarif ettiği süreçte bir başvuru noktası olacağına da eminiz
Dövizin hızlı yükseliş gösterdiği, yani Türk Lirası’nın aynı hızla değer kaybettiği 2018 yılının ağustosunda bu hareketlenmenin sermaye açısından yarattığı krizin yansımaları ortaya çıkmıştı. Devlet, döviz üzerinden maaş alan işçilerin maaşlarında dövizi piyasanın neredeyse yarısı bir kurda sabitleme hamlesini yapmıştı. Şirketlerin lehine işçi ücretlerinin ciddi miktarlarda düşürülmesi anlamına gelen bu hamle avro üzerinden maaş alan ve “beyaz yaka” olarak da tabir edilen yazılım emekçilerinin çalıştırıldığı şirketlerde yakıcı sorunlar yarattı. İstanbul Seyrantepe’de kurulu bulunan NMQ şirketi de bu nimetten faydalanma yoluna giden şirketlerden birisiydi.
Şirket tarafından ücret düşüşü dayatılan sözleşmeyi[1] imzalamayıp işten çıkarılan ama hak mücadelesini sürdüren NMQ işçileri iki yıl sonra işe iade davasını kazandı.
Bu, hukuk içtihatlarında iki satırlık bir bilgi ile yer alacak küçük bir kazanım olsa da büyük sonuçlar çıkarma yolunda önemli bir adımdır. Kurdaki yükseliş nedeniyle ücretleri düşürülen diğer işçiler açısından örnek teşkil edebileceği gibi “beyaz yaka” olarak tabir edilen emekçilerin hak mücadelesi ve örgütlenme deneyimleri açısından önemli ipuçları barındırmaktadır.
Ücret düşüşü uygulaması, yazılım gibi “profesyonellerden oluşan”, “teknik ve bilgi” gerektiren bir alana yakışan “hassaslıkla” yapılmadı. Bu profesyonelleri proletaryadan ayrı olarak ele alan paradigmayı yerin dibine sokan şirket, kod yazan, yazılım geliştiren işçileri “Bu sözleşmeyi imzalamazsan işten çıkarılacaksın” şeklinde işçi sınıfına yapılan klasik muamele ile tanıştırdı.
Çoğu 25-35 yaş arası genç işçilerden oluşan, muhtemelen Gezi döneminde “Gündüz işte, gece direnişte” mottosunu benimsemiş NMQ emekçileri belki de ilk defa sınıf mücadelesinin hayatlarına dokunduğunu hissetti. Teorik olarak bildiği ile bu sefer doğrudan ve sert biçimde yüzleşmeye başladı.
İster Gezi etkisi, ister yetiştikleri çevre, ister aldıkları eğitim, ister toplumsal mücadelelerin kafalarında bir şekilde yer etmesinden kaynaklansın, NMQ işçileri bireysel adım atmama duyarlılığıyla hareket etti. Kendi aralarında durumu değerlendirip internet vasıtasıyla yaptıkları aramalarda çoğunlukla “sendika” diye bir “keyword”e rastladılar. Kısa bir araştırma yapıp işkollarını ve bulundukları işkollarındaki sendikaları araştıran işçiler işyerinde 2 farklı şirket olduğu için DİSK’e bağlı Basın-İş Sendikası’na ve DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikasına gittiler.
Yaptıkları görüşmeler sonucunda işkollarına göre işçiler DİSK Basın-İş ve Sosyal-İş sendikalarını tercih ettiler. (DİSK Basın-İş tercihinin nedenlerine ileride ayrıntılı değineceğiz.) Kendi aralarında “komite” kuran NMQ emekçileri ilk etapta şirket yetkililerinin dayattığı “imza için son gün 12 Eylül” psikolojik sınırını aşmak için yoğun çaba sarf ettiler. Bu süreçte kendi aralarında yaptıkları toplantılar sonucunda DİSK Basın-İş’e üyelikleri de gerçekleşti. Sendika yetkilileri her aşamada yanlarında yer alıp işçilerin kafalarındaki soru işaretlerini gidermek için çalıştı. NMQ işçileri ile sendika yetkilileri ortaklaşa bir yol haritası belirledi. İş çıkışı görüşmeleri ve forum organizasyonları yapıldı. Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda gerçekleştirilen ve 50’den fazla işçinin katıldığı forumda sendika avukatları, sendika yetkilileri ve işçiler “dayatılan sözleşmeyi imzalamama” kararı aldı.
12 Eylül geçeli iki hafta olmuş ve işçileri sözleşmeye ikna etmek için getirilen şirket avukatı bir anda kendisine iş hukuku dersi vermeye başlayan işçiler karşısında görüşmeyi terk etmişti.
İşveren gözdağı vermek amacı ile sözleşme süresi biten işçileri işten çıkarmaya başladı fakat çıkarılan işçiler arkadaşları tarafından alkışlarla işten uğurlanınca bunun da kâr etmediği anlaşıldı.
Sonuç olarak döviz kuru ile ilgili sözleşme o dönem cumhurbaşkanının imzasıyla kanun niteliğinde bir hal almaya başladı. Bir yandan da işkolu değişikliği baskısıyla karşılaşan işçilerin bir kısmı resmi prosedür ile hareket etmeyi tercih edip Sosyal-İş’le hareket etmek isterken bir kısmı da bu baskılar karşısında farklı mecburiyetlerden dolayı bireysel hareket etmeyi tercih etti. Ancak bazı işçiler DİSK Basın-İş ile hareket etmeye devam etti.
Nihayetinde sözleşmeyi imzalamayan işçiler kıdem tazminatsız bir şekilde işten çıkarıldı ve işe iade davası süreci başladı. İşten çıkarmalar sürpriz değildi çünkü tüm bu süreçler ve yapılması gerekenler, opsiyonlar adeta bir SWOT analizi* yapar gibi sendika yetkilileri ile işçiler arasında gerçekleşen toplantılarda adım adım anlatılmıştı. Uzun süren dava süreci işçilerin kazanımıyla sonuçlandı.
Sorunun açılımı, DİSK Basın-İş’in “Basın-Yayın ve Matbaacılık İşkolu ile Eğitim Ticaret, Büro ve Güzel Sanatlar İşkolunda faaliyet gösteren diğer sendikalardan farkı neydi?” şeklinde olmalıdır.
NMQ işçilerinin DİSK Basın-İş’i tercih etme davranışı hakkında bilimsel bir analiz yapma imkânımız olmasa da tercihin “işçilerin arayışına uygun yanıt vermek” sebebiyle olduğu şeklinde özetleyebiliriz.
Hak gaspına maruz kalan ortalama işçi, çıkarını en iyi savunacağını düşündüğü sendikayı tercih eder fakat sonrasında bir anda “toplu iş sözleşmesi yetkisi olan sendikayı” ehveni şer olarak seçer. Bu seçim aslında işçinin iyi mücadele eden sendika ile iyi pazarlık yapan sendika arasında seçime zorlanıyormuş algısının sistem tarafından yönetilmesinin tezahürüdür. Bu tezahür işçi açısından “Bunlar mücadeleci sendika onlara soralım. Fakat ötekiler de TİS teklif ediyor bir de onlara soralım” şeklinde yaşanıyor. İlerleyen süreçte mücadeleci sendika ile hak mücadelesi veren işçiler daha sonra kendisine TİS vb. vaatler veren sendikaları tercih edebiliyor. Fakat vaat edilen TİS genelde vaat edildiği gibi olmuyor, işçinin haklarının iyileşmesine (en iyisi enflasyon oranında olmak üzere asgari ücrete yapılan zam oranında veya altında, hatta sıfır zamla imzalanan toplu sözleşmeler…) yaramıyor.
Özetle egemen ideoloji “mücadele” ve “pazarlık” olgularının “ayrı şeyler” olduğunu işçi sınıfının kafasına sokuyor. Maalesef kimi muhalif kesimlerde sendikacılık yapan yoldaşlarımız da bu ayrımın ön kabulü ile hareket edebiliyor. Bu durum mücadele amacını TİS’e indirgeyen, pazarlık yeteneği olduğunu zanneden, sendikacılık adı altında bir mesleki kategori yaratıyor.
Güvencesiz çalıştırmanın Türkiye açısından ana çalışma biçimi haline gelmeye başlaması, bu yönde alınan hukuki kararlar vb. etkilerle klasik sendikacılığın[2] krizi giderek var olma sorunu haline geliyor. Yeni bir açılım geliştiremeyen her klasik sendika neticede devletin sınırlarını çizdiği alana hapsolmaktan ve “pazarlıkçı” yönünü güçlendirmekten dolayısıyla da biçimsel olarak TİS sürecini hak mücadelesinin önüne koymaktan kendini alamaz hale geliyor.
Klasik sendikacılığın krizine işaret eden “TİS” ya da “mücadele” şeklindeki çelişkinin NMQ deneyiminde nasıl yaşandığına baktığımızda işçilerin hak kaybına uğramama tercihinin ön planda olduğunu görmekteyiz.
NMQ işçileri, “DİSK” denilince kafalarında canlanan “bıyıklı sendikacı” imajının dışında bir olguyla karşılaştılar. Üstelik kendileriyle ilgilenen sendikacılarla neredeyse aynı yaş kuşağındalardı. DİSK Basın-İş, geleneksel sendikal anlayışın dışında bir mücadele çizgisi izleyen bir başka sendika olan DİSK Enerji-Sen sendikasının ve “beyaz yakalı” işçilerle ilgilenen çeşitli derneklerin de fikirlerini işçilere aktarmasını sağladı. Bu aktarım ve deneyim paylaşımları sonucunda işçiler birçok opsiyonla tanışmış oldu.
İşten atılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan işçiler “toplu iş sözleşmesi” ile ilgili sorular da sordu. Bunun nedeni de bir kısım işçinin tercih ettiği Sosyal-İş sendikası ile yaptıkları görüşmelerde işçilere “Sözleşmeyi imzalayın, 1-2 sene içinde toplu sözleşme imzalar çalışma koşullarınızı düzeltiriz” denilmesidir. Bu söylem aslında kötülenecek bir söylem değildir. Nihayetinde birçok sendika klasik işyeri ve işkolu sendikacılığı mantığı ile hareket ettiği ve kurumsallaşmaları ve yönetimleri de bu minval üzere olduğu için “ana akım” sendikal camia açısından “makul” bir söylemdir. Fakat bu söylem ve yapı ile hareket eden sendikal anlayış 25-35 yaş kuşağındaki “beyaz yakalı” işçiler için bir çözüm imkânı yaratmadı.[3]
Tercihin ideolojik arka planında bir diğer önemli husus vardır: Sendikal anlayışın yönetim biçimi.
Genelde klasik tip sendikalar normal şartlarda “kendi aralarında örgütlenmiş” ve ayrı bir ekip oluşturmuş işçilerin bulundukları işyerlerini, o ekibin gücü ve etkisi kırıldıktan sonra örgütlemeyi tercih etmektedirler. Tek kontrolün sendikanın yönetsel aygıtlarında olduğu ve işçilerin bu vesayet sistemine uydukları bir sendika o klasik sendikanın yöneticilerinin yerinin sağlamlaştırılması için önemli bir şarttır. Bu iddianın kanıtı için sendika yönetimlerinin kaç senedir aynı görevde olduğuna bakmak yeterli olacaktır.
NMQ işçilerinin komitesi sendikanın bir araya getirdiği veya sendika vasıtasıyla oluşturulan bir komite değildi. DİSK Basın-İş işçilerin bu hassasiyetini ön planda tutarak işçilerin dahli ile ortak alınan tüm kararları uygulama yönünde irade geliştirdi. Örgütlenmede yetki DİSK Basın-İş ile işçilerin kendi arasında oluşturdukları komitedeydi. İki tarafın birbiriyle ortak yürüttüğü mücadele sürecini beraber inşa ettiler.
Özetle ve iyi anlaşılması açısından DİSK Basın-İş’te “bu işçiler sendikayı ele geçirir” kaygısı yoktu. Bilakis sendika yetkililerinin bu süreçte NMQ işçilerinin özgürce karar alabilmeleri için ön açıcı bir misyon yüklendiğini söyleyebiliriz.
Sonuç olarak “Ee üye sayınız arttı mı, TİS yetkiniz hala yok mu?” gibi sorulara maruz kalsak da NMQ işçilerinin işe iadesinin yanında yeni tip işçi kitlesinin örgütlenme dinamikleri hakkında önemli veriler elde ettik. NMQ kazanımının, “TİS yok mu?” sorusu soran emek mücadelesi veren yoldaşlarımızın bir süre sonra maruz kalacakları veya an itibariyle deneyimledikleri sert gerçekliğin içinde ve kimisinin “sendikal kriz” olarak tarif ettiği süreçte bir başvuru noktası olacağına da eminiz. “Bireyci, egosu yüksek, rekabetçi, işçi sınıfı ile alakaları yok” denilerek ötekileştirilen “beyaz yakaların” da içinde olduğu güvencesizlerin örgütleneceğine de aynı ölçüde eminiz.
Dipnotlar:
[1] Avro 7,54 TL civarındayken maaşını avro üzerinden alan işçilere ücretlerini 1 avro = 5,4 TL üzerinden almalarını dayatan bir sözleşmeydi.
[2] Klasik tip sendikacılık derken burada “üye yap-yetki al-TİS imzala-aidat al” döngüsünde cereyan eden işyeri ve işkolu sendikacılığı yaptığını ve siyasete dokunmadığını iddia eden ancak günümüzde ana akım parlamenter siyasetlerin hem koltuk değneklerine hem de arka bahçelerine dönüşen koca sendikalardan, devletin verdiği TİS yetkisini amentüsü belleyen sendikalardan, işçinin sadece kelime olarak geçtiği ve bir aidat kalemi olarak görülen yetkili sendikalardan bahsedilmektedir.
[3] Burada güvencesizliğin çelişkilerinden biriyle de karşılaşıyoruz. Sistem profesyonel addettiği “beyaz yaka”nın emeğini ucuzlaştırmak için onları kısa sürelerde çalıştırmayı önüne koymakta fakat kısa süreli çalışmalar da uzmanlaşma becerilerinin yitirilmesine neden olmaktadır. Zaten kısa süreli çalışacağını düşünen işçilere “2-3 yıl sonra TİS yapalım” demek güvencesiz çalıştırmanın temel mantığının dışında kaldığı için bu tip işçiler tarafından tercih edilen bir olgu olmayabilir. (Şahsen ayrı bir araştırma konusu olmayı hak eden bir konu olduğu için bu kadarlık bir çıkarımla yetiniyorum.)
* SWOT Analizi, bir projede ya da bir ticari girişimde kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strengths) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte, iç ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamak için kullanılan stratejik bir tekniktir.
Alp Tekin Babaç: DİSK Basın İş eski Yönetim Kurulu Üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.