Kendisini “yeni” ve proletarya sosyalizmini aşan “ileri” bir model olarak göstermesine rağmen, iktidara gelme biçimi, devlete bakışı, burjuvazinin ve kapitalist ekonominin hakimiyetine karşı tutumu bakımından, tersine olarak “eski” ve “geri”dir. Partisi ve devrimi olmayan, ama kapitalisti, emperyalisti, artı-değer sömürüsü olan bir “sosyalizm”e sosyalist denirse sosyalisttir
21.Yüzyıl Sosyalizmi kavramı ilk defa 1996 yılında Alman sosyolog Alman Heinz Dieterich tarafından kullanıldı. Venezüella eski devlet başkanı Hugo Chavez, iktidara geldikten 7 yıl sonra, 30 Ocak 2005 tarihinde toplanan 5. Dünya Sosyal Forumu’nda, 21. Yüzyıl Sosyalizmi için çağrıda bulundu. Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi’nin 21 Kasım 2009’daki kongresinde, adını “21. Yüzyıl Sosyalizmi” koyduğu “yeni bir tür sosyalizm” ihtiyacından söz etti ve sonraki yıllarda bunu sık sık tekrarladı.
Kavram olarak Latin Amerika’daki sol eğilimli hükümetler, sol muhalefet partileri, Avrupa, Rusya ve başka yerlerdeki birçok sol parti tarafından benimsendi. Yunanistan’da Çipras seçimle iktidara geldiğinde “21. Yüzyıl Sosyalizmi bizim vizyonumuzdur” diye açıklama yaptı. Bazı anarşist ve Troçkist gruplar, post-Marksistler, akademisyenler, yazarlar, neredeyse yirmi yıldır kendilerini bu kavramla tanımlıyorlar. Bununla birlikte, kavramın mucidi dahil, 2000’li yıllarda Latin Amerika soluna hâkim sol hareketler ve diğerleri arasında, çerçevesi belirlenmiş ortak bir anlayış bulunmuyor. Tamamen bu çizgide olmasalar da siyasetlerinde, programlarında, günlük çalışmalarında bu kavramı kullanan sözde komünistler bile var.
Sovyet modelinin ve onu izleyen sosyalist inşa pratiklerinin 1990’da iflas ettiği, kendilerinin onu aşan sosyalizmin yeni bir versiyonu oldukları gibi büyük bir iddia taşıyorlar. Seçimle iktidara gelen Venezüella’da Hugo Chavez, Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da Rafael Correa rejimleri de buna örnek gösteriliyor.
Burada cevaplanması gereken asıl soru, gerçekte nasıl bir sosyalizmi temsil ettikleri, Sovyet sosyalizmi deneyimini aşıp aşmadıklarıdır.
ABD emperyalizminin arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da, 1959 Küba Devrimi’nden Arjantin faşist darbesinin yapıldığı 1976 yılına kadar sol eğilimli rejimler ve hareketler ağır basıyordu. 1976 ile 2000 yılları arasına gelindiğindeyse, Sandinista Devrimi’ni (1979) gerçekleştiren Nikaragua dışında, faşist ve sağcı güçler egemen durumdaydılar. Amerikan emperyalistlerinin ve yerel oligarşilerin insafsızca uyguladıkları neoliberal ekonomi politikaları, kıta halkını canından bezdirince süreç tersine dönecek, özellikle 2001 kriziyle birlikte arka arkaya kitlesel direniş ve ayaklanmalar patlak verecektir. Yeni yüzyıla eski gücünü kaybederek giren ABD, Şili ve Arjantin’de yaptığı gibi, bu hareketleri faşist darbelerle bastıracak gücü örgütleyemeyince, sol eğilimli hareketlere iktidara gelme ve uzun süre ayakta kalma şansı doğdu.
Ağır IMF reçetelerinin yoksullaştırdığı Venezüella’daki isyanlar 1989’da başladı. Ülke çalkantı içindeyken eski asker Chavez 1992’de başarısız bir darbe girişiminde bulundu, iki yıl hapis yatıp çıktı ve daha sonra 1998 seçimlerini kazanarak devlet başkanı seçildi. İlk işi anayasayı değiştirmek oldu. Ardından en önemlileri toprak reformu, petrolün millileştirilmesi, kooperatifler, limanlar ve balıkçılık olmak üzere onlarca yeni yasa çıkardı. Bunun üzerine karşıdevrimci sağ cephe taraftarları ile Chavez’i destekleyen kitleler arasında çatışmalar çıktı. ABD destekli darbe girişimi başarıya ulaşamayınca failleri ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Halk desteğini arkasına alan Chavez yönetimi, yoksulluk, açlık, barınma, kadın hakları, işsizlik, ücretlerin yükseltilmesi, ekonominin canlandırılması, sağlık ve eğitim alanında adaletsizlikleri azaltıcı önemli adımlar attı. Chavez 2013 yılında hayatını kaybedince yerini Nicolas Maduro aldı.
Bolivya’da uzunca bir mücadeleden sonra 2005 sonunda Evo Morales seçimle iktidara geldi. Chavez kadar radikal olmasa bile Morales de kamulaştırma, enflasyonun düşürülmesi, işsizliğin azaltılması, maaş ve ücretlerin yükseltilmesi gibi alanlarda halkı memnun eden önemli iyileştirmeler yaptı. Chavez ve Morales’i, Ekvador’da Rafael Correa, Uruguay’daki Mujica, Brezilya’da Lula, Arjantin’de Kirchner, Peru’da Humala, Paraguay’da Lugo, Nikaragua’da Sandinist Daniel Ortega veya El Salvador’daki Mauricio Funes (FMLN) reformist hükümetleri izledi. Bu hükümetler içerisinde düzenin sınırlarını zorlayan Chavez en solda, yabancı sermayeyi ürkütmemeye çalışan uzlaşmacı Lula en sağda yer alıyordu.
Yeni yüzyılın ilk on yılında seçimle başa geçen sol hükümetlerin ezilenlerden yana reformları ve anti-emperyalist adımları komünistler dahil, bütün dünya solu tarafından haklı olarak desteklendi. Emperyalistlerin, faşist ve gerici güçlerin saldırıları karşısındaki bu tür direnişlerle dayanışma içinde olmamak düşünülemezdi. Latin Amerika halk hareketleri, Sovyetler Birliği ve öteki ülkelerdeki çöküş sonrasındaki sessizliği bozmak, “tarihin sonu” emperyalist safsatasını boşa çıkartmak gibi bir özellik de taşıyordu.
Marx, Engels ve Lenin ezilenlerin ve sömürülenlerin ilerici hareketlerini her zaman desteklediler. Devrimci sosyalist hareket feodalizme, sömürgeciliğe, emperyalizme, kapitalizme, faşizme, savaşa ve ırkçılığa karşı ezilenlerin ve sömürülenlerin demokratik mücadelelerini ve ulusal kurtuluş hareketlerini proletaryanın doğal müttefikleri olarak görür.
Bir akımın hangi ortamda ortaya çıktığına bakmak onu daha iyi tanımanın bir yoludur. 21. Yüzyıl Sosyalizmi dünyada sosyalizmin ve uluslararası komünist hareketin büyük bir yenilgi yaşadığı bir zamanda ortaya çıktı. Bundan yararlanan ABD emperyalistleri Latin Amerika kıtasını neoliberalizmin deneme sahası haline getirdi. Yenilgi komünist ve radikal solu geri mevzilere sürüklerken, reformist hareketlerin önünü açtı.
21. Yüzyıl Sosyalizmi, neresinden bakılırsa bakılsın, Marksist-Leninist teoriye ve bilimsel sosyalizme uzak bir akımı temsil eder. Bırakınız onu aşmayı, yanına bile yanaşamaz. Chavez, “Marx’ın dogmatik devrimci öncüllerine ve proleter devrimler çağında yaşandığına inanmadığını”, sosyalizme ulaşmak için “devrimci demokrasi” adını verdiği bir geçiş aşaması yaşanması gerektiğini; Jose Marti, Simon Bolivar, Sandino, Zapata, Villa ve Peron’un temsil ettiği anti-emperyalizmi savunduğunu, İsa’yı “tarihin en büyük sosyalisti” olarak gördüğünü söyleyen biriydi. Hıristiyan Sosyalizmi dahil olmak üzere, bağımsızlıkçı Latin Amerika geleneğinin, reformist Marksizm’in, postmodernizmin eklektik bir karışımıydı.
Bilimsel sosyalizm gibi ne materyalist bir felsefesi ve tarih anlayışı ne ekonomi politik, devlet ve devrim tahlili ne de uzun vadeli sosyalizm ve komünizm perspektifi vardı. Geleneksel Latin Amerika halkçılığının ve milli kurtuluşçuluğunun mirasçısı olarak ortaya çıktı. Hatta silahlı mücadeleyi seçime tahvil ederek mücadele strateji ve taktiklerinde onun gerisine düştü.
Venezüella’da uygulanan toprak reformu, millileştirmeler kuşkusuz halkın yararınaydı. Ama asla sosyalizm değildi. Bir yanda burjuva devlet, bir yanda kapitalistler ve büyük toprak sahipleri varlıklarını sürdürürken, nasıl sosyalizmden söz edilebilir? Özel sektörün devlete devredilmesi artı-değer sömürüsünü ortadan kaldırmaz; sadece sermaye ve sömürü el değiştirmiş olur. Amerikan şirketleri sınırlandırılırken, yerini Çin, Rus ve AB şirketleriyle ortak girişimlerin alması da emperyalist sömürüyü sona erdirmez. Ne olur? “Kötü” bilinen emperyalist gitmiş, “iyi” sanılanı gelmiş olur.
Eski bir 68’li olan Alman sosyolog Heinz Dieterich çıkışını, kapitalizmin ve tarihsel sosyalizmin insanlığın açlık, yoksulluk, sömürü, cinsiyetçilik, ırkçılık, gerçek demokrasi gibi temel sorunlarına çare bulamadığı argümanına dayandırır. 21. Yüzyıl Sosyalizmiyle, “katılımcı demokrasi, demokratik olarak tasarlanmış bir eşitlik ekonomisi, sınıfsız bir devlet ve rasyonel vatandaş” devrimiyle, 1917 Rus Devrimi’ni örnek alan sosyalizmi aşan yeni bir dönem başlattığı iddiasındadır. Artık yalnız burjuvazinin değil işçi sınıfının da sonunun geldiğini, işçi sınıfının devrimci bir özne olarak tarihsel rolünden söz edilemeyeceğini, sınıf mücadelesini ve onun tepe noktasını oluşturan siyasi iktidarın zor yoluyla fethinin gerekmediğini savunur. Temel üretim araçlarının kamulaştırılmasına dayanan sosyalist ekonomi yerine karma ekonomi modeli önerir. Karma ekonomi devlet sektörü, özel sektör ve kooperatiflere dayanacaktır.
Dieterich’in teorisi ve karma ekonomi modeli, yüz yıldır sosyal demokratlardan ve küçük burjuva reformistlerden duymaya alıştığımız, sayısız defa denenmiş, sonu iflasla noktalanmış bir uygulamadır.
21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin en ileri örneği olarak gösterilen Chavez, çokuluslu şirketlere, emperyalizmin işbirlikçisi tekellere bazı ulusallaştırmalar ötesinde çok zarar vermiş değildir. Venezüella’da ulusallaştırmalar ekonominin ezici çoğunluğunu elinde tutan tekeller karşısında %20’yi aşmadı. Dolayısıyla anti-emperyalizmi bile sınırlıydı. Buna rağmen Chavez ve Maduro’nun, petrol ihracatından yararlanarak halk yararına iyileştirmeler yapmaları ABD’yi ve işbirlikçisi sömürücü sınıfları kudurtmaya yetti.
Chavez halk desteğine sahip olmasına rağmen partisinin heterojen bileşimi dolayısıyla fazla radikal olamazdı. 2006’da kurduğu Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi, küçük ve orta burjuvaları, iyi halli bürokrat kesimleri içinde barındırıyordu. “İyi kapitalizm” denilen üretken sermayeye desteğin kökü “birleşik” partinin (cephe demek daha doğru) içindeydi.
21. Yüzyıl Sosyalizmi, “kötü” ve “iyi” olmak üzere kapitalizmi ikiye ayırır. Finansal sermayenin üretken sermaye üzerindeki egemenliğine dayanan kapitalizm “kötü”, toplum açısından yararlı ürünler üreten kapitalizm “iyi” kapitalizmdir. “Kötü” kapitalizm sınırlanacak, “iyi” kapitalizm korunacak, hatta desteklenecektir. Emperyalizme ve oligarşiye karşı spekülatif karlar ve finansal sermaye hedef alınırken, “üretken kapitalizm”in sahiplenilmesi, anti-neoliberal kapitalizmle sınırlı bir anti-kapitalizm olarak anlaşılmalıdır.
Venezüella’nın özel sektör hakimiyetindeki karma ekonomisinde millileştirilmiş kârlı petrol sektörü sayesinde sosyal harcamalar arttırılarak halk desteği sağlanmıştır. Bu, egemen sınıfların servetlerinde ve karlarında kayda değer bir azalmaya yol açmamıştır. Dolayısıyla, Venezüella ve öteki ülkelerde yaşanan sosyalist bir devrimden veya sosyalizmden söz edilemez.
21. Yüzyıl Sosyalizmi, önceki yüzyılın sosyalist inşa pratiklerini reddederken, proletaryanın tarihsel işlevi, öncü parti, şiddete dayanan devrim, proletarya diktatörlüğü, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, tüm sömürü biçimleriyle birlikte sınıfların ve sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması ve sınıfsız komünist topluma geçiş gibi komünizmin olmazsa olmazlarını da reddeder. Kendisini “yeni” ve proletarya sosyalizmini aşan “ileri” bir model olarak göstermesine rağmen, iktidara gelme biçimi, devlete bakışı, burjuvazinin ve kapitalist ekonominin hakimiyetine karşı tutumu bakımından, tersine olarak “eski” ve “geri”dir. Partisi ve devrimi olmayan, ama kapitalisti, emperyalisti, artı-değer sömürüsü olan bir “sosyalizm”e sosyalist denirse sosyalisttir.
Marx ve Engels, sosyalizmi uygulanabilir bir devrim bilimi haline getirerek kendilerini sahtelerinden ayırmak üzere, kapitalizmin ekonomik analizi ve bunun yapılabilmesini mümkün kılan diyalektik ve tarihsel materyalizm ve devrim deneyimlerinden çıkarsanmış proletarya devrimi teorisi için ömürlerini verdiler. Daha sonra bu emperyalizm koşullarında Lenin tarafından devam ettirildi. 1917 Ekim Devrimi bunun cisimlenişi oldu.
21. Yüzyıl Sosyalizminin mucidi ve teorisyeni Alman sosyolog Heinz Dieterich ise, Marx, Engels ve Lenin’in yaşamları boyunca mücadele ettikleri reformist sosyalizmin bir takipçisidir. Açlık, yoksulluk, sömürü, cinsiyetçilik, ırkçılık, gerçek demokrasi gibi temel sorunlara çare bulacağı iddiası taşıyan Venezüella, neredeyse 20 yıldır yerinde saymaktadır. Bundan bir yıl önceki seçimde hile yaptığı iddiasıyla ABD desteğindeki ordu, polis ve gerici güçlerin örgütlediği şiddet eylemleri üzerine ülkesini terk ederek Meksika ve Arjantin’e sığınıp, hakkındaki yakalama kararı geçen ay kaldırılınca ülkesine bu günlerde dönen Evo Morales’in durumu ortadadır. Bu, burjuva ordu ve polisi ortadan kaldırmadan sosyalizm inşa etmeye çalışmanın beyhudeliğini göstermektedir. 1973 faşist darbesiyle Şili’yi kana bulayan Pinochet’nin, bizzat Salvador Allende tarafından kısa süre önce ordunun başına getirilen bir general olduğunun unutulmaması gerekirdi.
Görülüyor ki, 21. Yüzyıl Sosyalizmi “yeni” değil, en az Marksizm kadar eskidir. Chavez, Morales ya da Dieterich gibiler 19. yüzyılda da varlardı. Marx ve Engels tarafından iç yüzleri açığa çıkarılan “hakiki sosyalizm”, Proudhon ve Dühring’in görüşleri küçük burjuva sosyalizminin değişik biçimleriydi. Bernstein’den Kautski’ye, AutroMarksistlerden Avrokomünistlere kadar devleti devirmeden ve işçi sınıfının iktidarını kurmadan toplumu değiştirmeyi hedefleyen o kadar fazla akım gelip geçti ki, saymakla bitmez.
Meksika 1910 burjuva demokratik devrimi, Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde darbe yoluyla iktidara gelen sol eğilimli sayısız hükümet Venezüella ve Bolivya’ya benzeyen programlar uyguladılar. 23 Temmuz 1952’de darbeyle iktidara gelen Cemal Abdülnasır Mısır’da, Kwame Nkrumah kurucusu olduğu Gana’da (vb.) halk yararına işler yaptılar. Bizde iktidara gelme fırsatı bulamayan sol Kemalist Doğan Avcıoğlu’nun programı da Chavez’den geri değildi. Şili’de Allende Hükümeti devrilmeden önceki üç yıl içinde (1970-1973) toprak reformu, yabancı şirketlerin kamulaştırılması ve sosyal adaletsizlikleri azaltan reformlar konusunda, Chavez’in Venezüella’da 15 yılda yaptığından daha fazlasını yapmıştı. Ekim Devrimi ve diğer devrimlerin birkaç ayda yaptıklarının bile gerisindeki 21. Yüzyıl Sosyalizmi örnekleriyle arada kıyaslama yapmak bile gereksizdir.
Sonuç olarak, 21.Yüzyıl Sosyalizmi, devrim ve sosyalizmle ilişkisi olamayan, burjuva devletin, ordunun, sömürücü sınıfların, yabancı ve yerli tekellerin temellerine dokunmayan, burjuva ideolojisi çerçevesinde bir yenilgi dönemi reformizmidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.