Artık, bu tarihin sorumluluğunu üzerinde taşıyan sosyalistler, geç kalmış bu özrü dilemeli, yenildiğini kabul etmeli. İşte o zaman bu ülkeyi yeniden kurmaya aday olabiliriz ve ancak o zaman Türkiye halklarının güvenini kazanırız
100 arkadaşımızı Ankara Gar’ı önünde bıraktığımız o kanlı günün üzerinden 5 yıl geçti. Gelin bugün bir şeyler söylemeden önce özür dileyelim ya da “Söyleyecek sözü olan anlatsın, isterse içine yalan da katsın, yeter ki kendinden, bizden söz etsin”*
10 Ekim’e giderken ülkeyi faşizmle yönetmeye koyulmuş Erdoğan’ın, sosyalistlere ve Kürtlere açtığı savaşı hafife almış, beslediği cihatçı çetelerle Diyarbakır’da, Suruç’ta neler yapabileceğini görmüş olanlar;
Yaşananlara cevap vermek için “Emek, demokrasi ve barış” talebiyle Ankara’da miting yapmayı önüne koyan, olağan koşullar altınday’mış’ gibi bir miting organize ederek ülkenin dört bir yanına çağrı yapanlar;
Ankara’da binleri bu çağrıyla yan yana getirmiş ama bombaları hesaba kat(a)mamış, üzerine “hesabını sorma” sorumluluğu almış ama bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmeyi unutarak yoluna devam etmeye çalışmış, bu ülkenin tüm sosyalist muhalefeti özür dilemeli!
***
10 Ekim günüydü. İzmir’den yola çıkan bizler, sabahın erken saatlerinde Ankara’ya vardık. Her merkezi miting buluşmasında olduğu gibi farklı illerde gelen yoldaşlar birbirini kucaklıyordu. Kimisi Ankara simidiyle sabah kahvaltısını yapıyor, kimisi kortejini mitinge hazırlıyordu. Bir ses geldi, uzağında olan bizler etrafa, birbirimizin yüzüne baktık “neydi o ses?”
Hala aklımızdan başka bir ihtimal geçmiyordu. Ardından ikinci bir patlama… İşte o an anladık ne olduğunu. Patlamanın olduğu yere doğru koşarken, mitingin ses aracından bir anons yapıldı: “Herkes kendi güvenliğini alıp alanı terk etsin, illerden gelen araçlar kalkıyor!”
“Herkes kendi güvenliğini alsın” diyordu. Çünkü bizim alacak ne bir güvenliğimiz ne de hazırlığımız vardı. “Normal” şartlar altında bir mitingdi yapacağımız. Bu olanlar hesabımızda yoktu, siz de başınızın çaresine bakmalıydınız!
Bu anonsun ardından, mitingin çağrıcıları başta olmak üzere alan terk edilmeye başlandı. Örgütüm o gün inisiyatif alan/kalan, örgütlü hareket eden yapı oldu. Terk edilen ses aracından, alanın güvenliğine dek arkadaşlarımızı koordine etti, seferber oldu. Megafonla alanda ambulans geçişleri için, hastanelerden gelen kan ihtiyacı talepleri için anons yapıyor, alanda kalanlardan yeni bir patlama olma ihtimaline karşı ayrılmalarını talep ediyordum. Patlamanın gerçekleştiği noktada, yaşlı bir anne, Kürtçe ağıtlar yakıyordu. Beni duydu, koluma yapıştı, kan gölüne çevirili alanı göstererek “Ölülerimizi bırakıp nereye gitmemizi istiyorsun?” diye sordu öfkeyle.
Gitmedi, oracıkta oturmaya devam etti. “Özür dilerim” dedim, başka bir şey söyleyemedim. Eksik söylemişim, “Nereye gitmemizi istiyorsun?” sorusuna o gün oradan kalkıp “Hesabını sormaya gidiyoruz!” demediğimiz için özür dilerim.
“Başınızın çaresine bakın” dediğimiz binlerce insandan, o günden sonra yas tutma hakkımıza sığınıp, 103 canımızın katledilmesinin bizzat sorumlusu zatı hala sarayında oturttuğumuz için özür dileyelim. Hele de patlamanın ertesi günlerinde “Hayatı durduruyoruz” çağrısıyla ülkenin dört bir yanında onbinler ölümü göze alarak sokaklara dökülmüşken bunu yapamadığımız, öncülük edemediğimiz, kafamızı kuma gördüğümüz için kabahatimizin büyüklüğünü bilerek dileyelim bu özrü.
Devam edelim. Cizre’de, Sur’da… Savaşın, yıkımın, katliamın ortasında yalnız bıraktığımız Kürtlere; Soma’da, Ermenek’te göçük altında kalmış, hala ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakılan madencilere; her gün bu ülke sokaklarında iktidarın, erkeklerin savaş açtığı kadınlara; yetişkin erkeklere pazarlanmasına alkış tutulan kız çocuklarına; cemaat ve tarikat yurtlarında “bir kere değil” yüzlerce kez bir şeye uğramış üzeri örtbas edilmiş çocuklara; arkasında gırtlağına kadar borca battıklarını not ederek hayatına son veren yoksullara; gelecekten umudu kalmadığı için yaşamak istemeyen gençlere; geçinemiyoruz çığlıklarıyla bedenini ateşe veren işçilere… Özür borçluyuz.
Artık, bu tarihin sorumluluğunu üzerinde taşıyan sosyalistler, geç kalmış bu özrü dilemeli, yenildiğini kabul etmeli. İşte o zaman bu ülkeyi yeniden kurmaya aday olabiliriz ve ancak o zaman Türkiye halklarının güvenini kazanırız.
Bugün her nerede ise orada örgütlenecek onlarca krizle dolu bu ülkede devrimcilik yapanlar, sosyalizmi inşa etme iddiası taşıyanlar; işçilerin, yoksulların, kadınların, çocukların, gençlerin öncelikle yaşama hakkı için adım atmalı. Ancak atılan hiçbir adımda faşizme karşı mücadeleyi esas almayı unutanlar, örgütlerini, araçlarını, kadrolarını buna göre donatmayanlar atacakları her adımda inandırıcılıktan ve güvenden yoksun kalacaktır.
10 Ekim geçmişte yaşanmış bir günün hesaplaşması değildir artık. Bugün hala halkın can güvenliği ve yaşam hakkı Saray’ın azgın saldırısı karşısında savunmasızdır. Ekonomik kriz ve pandemi koşullarında korunmasız bırakılan sağlık çalışanları için, her gün bir yanda korona bir yanda aç kalma korkusuyla burun buruna çalıştırılan işçiler için, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kazanılmış tüm haklarına göz dikilen, yaşamları bizzat iktidar tarafından tehdit altında olan kadınlar için, eğitim hakları ellerinden alınan yoksul çocukları, olanaksızlıklar içinde EBA’ya girebilmenin yolunu ararken çatıdan düşerek can veren Efe için, umutları hayalleri yok edilen Furkan için bugünden başlayalım hesap sormaya, adım atmaya.
Doğru yere bakarsak, adımlarımızı bekleyenler de var. Koşullar ne olursa olsun sokakları terk etmeyen kadınlar, topraklarına sahip çıkan köylüler, emeğini savunan işçiler, Erdoğan’ı attıkları ‘dislike’ ile bile mağlup eden gençler…
Bugün 10 Ekim’in yıldönümünde verdiğimiz sözleri unutmadan bir yenisini verebiliriz: Bu ülke halklarını Saray rejiminin, savaşın, faşizmin, krizin, pandeminin, erkek egemenliğinin karşısında savunmasız bırakmayacağız, biz bu ülkeyi yeniden kurmaya adayız!
Cesaretle özür dilemeli şimdi, yeniden adım atmalı…
*Kalmak Türküsü/Özdemir Asaf
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.