“Biz eğer dünyaya ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ‘Kıbrıslı Türkler; Kıbrıs’ta eşit hak sahibi, siyasal anlamda eşit bir ortaktır. Bizimle federasyon kurmanız gerekir. Biz bir özneyiz, bir iradeyiz. Bizimle eşitliği kabul etmeniz gerekir’ diyorsak Türkiye de bu sözün altını boşaltan, bizim saygın ve eşit ilişki kurulabilecek iradeye sahip insanlar olmadığımız mesajını veren yaklaşımlardan vazgeçmelidir. Kıbrıslı Türklerin iradesinin yok sayılması en başta Türkiye’ye zarar verir. Bunun anlaşılabilmesi gerekiyor. Kendi vatanımızda, kendi bildiğimiz gibi yaşamak istiyor ve buna da herhangi birinin müdahale etmemesini istiyoruz”
Saray-AKP iktidarı, Kuzey Kıbrıs’ta 11 Ekim Pazar günü gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde Mustafa Akıncı’nın yeniden seçilmesini engellemek için harekete geçti.
Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakı yönündeki girişimlere karşı çıkan ve adada federasyon tezini savunan Akıncı’yı uzun süredir hedef alan iktidar, seçime kısa bir süre kala Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a su taşınmasında yaşanan arızanın giderildiğini açıkladı ve dün (6 Ekim) Erdoğan’ın katılımıyla “Su verme töreni” gerçekleştirdi. Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde Erdoğan’ın açık desteğine sahip olan Kuzey Kıbrıs Başbakanı ve Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Ersin Tatar da Ankara’ya gelerek törende hazır bulundu. Erdoğan törende yaptığı konuşmada, 1974’ten beri iskâna kapalı tutulan Maraş bölgesinin de 8 Ekim’de açılacağını ilan etti.
Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise yaşananları seçim sürecine müdahale olarak değerlendirdi ve özellikle Maraş meselesinin seçim malzemesi yapılmasına tepki göstererek “Kıbrıs Türk halkı bu yapılanlara özgür iradesiyle gereken cevabı verecektir” dedi.
Yaşanan bu son gelişmeleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne etkilerini, ayrıca Kıbrıslı Türklerin ne düşündüğünü ve Türkiye’den beklentilerini, Kıbrıslı sosyalist parti Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Münür Rahvancıoğlu ile konuştuk. Erdoğan’ın gerilimi artıran siyasetinin Kuzey Kıbrıs’ta ters teptiğini ve son gelişmelerin Akıncı’ya yönelik desteğin artmasına yol açtığını belirtiyor. Kıbrıslı Türklerin herhangi bir dış müdahaleyi kabul etmediğini belirten Rahvancıoğlu, “Kıbrıslı Türklerin iradesinin yok sayılması en başta Türkiye’ye zarar verir. Bunun anlaşılabilmesi gerekiyor. Kendi vatanımızda, kendi bildiğimiz gibi yaşamak istiyor ve buna da herhangi birinin müdahale etmemesini istiyoruz” diyor.
11 Ekim’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesinde Akıncı’ya destek vereceğinizi açıklamıştınız. Son gelişmelerden de hareketle bu desteğinizin nedenini kısaca açıklayabilir misiniz?
Bağımsızlık Yolu olarak, seçimler ertelenmeden önce, yani ocak ayında Mustafa Akıncı’yı desteklemeye karar vermiştik zaten. Bu kararımızda esas etken, Sayın Akıncı’nın federal çözüm iradesinden taviz vermeyen bir duruşa sahip olmasıdır. Ne yazık ki Crans-Montana ve Mont Pelerin’de yaşanan çöküşten sonra, özellikle Tayyip Erdoğan ve Türkiye Dışişleri’nden sürekli olarak “Federasyon bir seçenek olmaktan çıkmıştır. O yüzden iki devletlilik, taksim gibi seçenekleri düşünmek gerekir” minvalinde açıklamalar geliyordu. Bu bizim açımızdan kabul edilebilir bir şey değil. Federasyon, bir seçenek olmaktan asla çıkamaz. Kıbrıslı Türkler bunu asla kabul edemez. Zaten iki devletliliğin de olması mümkün değil.
Geçtiğimiz ekim ayından itibaren yaşanan bir gerilim süreci var. Biz Türkiye’yi burada yakından takip ediyoruz. Sonuçta Türkiye halklarıyla bizim hem gönül bağımız var, hem aynı dili konuşuyoruz hem birçok insan Türkiye’de eğitimini alıp buraya geliyor. Gazeteleri geliyor, televizyonlarını izliyoruz vs. Ancak Tayyip Erdoğan’ın gerilimi artıran siyaseti, sürekli kutuplaştırmalar üzerinden ve muhatabını ezerek, sindirerek benimseten bir yaklaşıma sahip. Aynı yaklaşımı burada bizim siyasetimizle ilgili olarak, cumhurbaşkanımızın kim olacağı konusunda da uyguladığını görüyoruz. Ancak Kıbrıs’ta, ki Türkiye’de de bunu benimsemeyen insanlar var, buna karşı yürütülen bir mücadele var. Kıbrıs küçük bir coğrafya, insanlar burada birbirine daha yakın, birbirini görüyor ve farklı fikirlerde olsalar bile iç içe yaşıyorlar. Sonuçta Kıbrıslı Türkler de yıllarca Helen şovenizmine karşı mücadele etmiş ve onur duygusu yüksek ve bu mücadelenin de devam ettiğini bilen insanlardır. Bizim için ‘normal’ diye bir şey yok, biz sürekli olarak birilerine karşı varlığımızı, irademizi savunmak durumundayız, ki bunun illa Tayyip Erdoğan’a karşı olması gerekmiyor, yeri geldi mi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Anastasias’a karşı da olabiliyor. Bu bizim bir refleks haline gelmiş durumda. Erdoğan’ın Türkiye’de uyguladığı siyasetin benzerini buraya yönelik olarak uygulaması, zaten federal çözüm fikrini net bir şekilde savunuyor olduğu için desteklediğimiz Sayın Akıncı’nın, giderek daha fazla dinsel gericilik, laikliğin altının oyulduğu, demokrasinin, çoğulculuğun ve farklı fikirlerin bırakın temsil edilmeyi, ifade edilebilmesiyle ilgili özgürlüklerin tartışılabilir hale geldiği durum karşısında bir alternatif olarak netleşmesine sebep oldu. Bundan dolayı da halkın çok büyük bir kesimi Sayın Akıncı’nın arkasındadır. Bu irade de giderek yükseliyor. Zaten halkın bu kararının ne kadar doğru olduğu da son hafta içerisinde yaşananlar çerçevesinde daha da fazla ortaya çıktı.
Seçime kısa bir süre kala Saray-AKP iktidarı eliyle siyasi şova dönüştürülen bir açılış töreni ve bu törende bizzat Erdoğan tarafından Maraş’ın ‘açılışı’ duyurusu yapıldı. Kıbrıslı Türklerin gözünden yaşananlar nasıl görünüyor?
Yaşananları şöyle özetleyeyim: Dün (6 Ekim) iki açılış oldu. Biri Türkiye’den Kıbrıs’a çekilen su hattının 9 aydır arızalı olma durumunun giderilmesiyle ilgili bir açılıştı. Diğeri ise Maraş’la ilgili bir açılıştı. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), herhangi bir açılışın seçim süreci içerisinde yapılamayacağını, resmi devlet organlarının herhangi bir açılışa, törene katılamayacağını, buna dair demeç veremeyeceğini çok net bir şekilde öncesinde yayımlayıp, duyurmuştu. Açılış duyurulduğu zaman YSK, tekrardan bir beyan yayımladı ve bu törenlerin yasa dışı olduğunu ilan etti. Ancak buna rağmen her iki tören de yapıldı. Bu hukuksuzluğun gözümüzün içine sokulması; adaletsizliğin, devlet organlarının, yargının ciddiye alınmayıp “Ben yaparım, olur”, “Bir usta, bir memleket” yaklaşımının ne kadar aleni bir şekilde Kıbrıslı Türklere dayatılmaya çalışıldığının göstergesiydi. Hemen ardından YSK bu yayını yapan devlet televizyonunun, yayınının durdurulması için ayrıca karar aldı. Yani “Bizim yasak dediğimiz halde siz hem tören yapıyorsunuz hem yayımlıyorsunuz” diyerek bu kararı aldı ancak bu da uygulanamadı. Bunun sebebi nedir? Burada bütün kolluk kuvvetleri; polisinden itfaiyesine, üniforma giyen her bir görevli Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlıdır. Yani geçici 10. madde çerçevesinde bizim ordumuz, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, TC Genelkurmayına bağlıdır. Polis, itfaiye gibi bütün kolluk da askere bağlıdır. Bu yüzden doğrudan Türkiye’den emir alırlar. Dolayısıyla YSK’nin aldığı kararlar da havada kalıyor. Bugüne kadar bunlar gözümüzün içine sokulmuyordu, ne yazık ki Tayyip Erdoğan bu seçime birebir dahil olmak istediği ve kendi tarzınca bunları uyguladığı zaman halk bunları çok daha net bir şekilde görebildi. Yani YSK’nin aldığı kararların uygulanamadığını, buradaki işbirlikçilerin Türkiye’den gelen talimatla hukuku ayaklar altına alabildiğini yaşayarak gördük. Bu çok ciddi bir tepki uyandırdı.
Aynı gün içerisinde Maraş’ın açılması sözkonusu oldu. Maraş, genel olarak bütünlüklü bir çözümün parçası olarak değerlendirilen bir meseledir. Bu bölgedeki malların çok büyük çoğunluğu ya uluslararası sermaye kuruluşlarına ya da Kıbrıslı Helenlere aittir. Türklere ait mallar çok azdır. Belli bir toprak parçası üzerinde vakıfların söz hakkı vardır. O yüzden Maraş’ın nasıl açılacağı tartışmalı bir konudur. “Bütünlüklü bir konunun parçası olsun” diyenler vardır, “Güven artırıcı önlemler çerçevesinde ve Birleşmiş Milletler kontrolünde açılsın” diyenler vardır, “Açılsın ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne iade edilsin” diyenler vardır, “Türk kontrolünde açılsın” diyenler vardır, “Türk kontrolünde açıldığı zaman buradaki mallar sahiplerine verilsin” ya da “Sahiplerine verilmesin, onlara tazminat ödensin” diyenler vardır. Kısacası çok çeşitli görüşler vardır. Ama bunun için de bir uzlaşı, bir tartışma süreci gerekir. Hukuktan öte, aynı zaman da siyasal anlamda da halkın benimsemesi için yaşanması gereken bir süreç vardır. Ama bu süreç yaşanmadı.
Bu sürecin yaşanmaması bir yana, sözkonusu açılış, Maraş meselesi Cumhurbaşkanlığı’nın yetkisinde olduğu halde, Cumhurbaşkanı’nın haberi dahi olmadan yapıldı. Bunu Tayyip Erdoğan’la birlikte hükümet yapmış gibi görünüyor. Ama koalisyon hükümetinin küçük ortağının (Halkın Partisi) bundan haberi olmadığı, hatta büyük ortağının (Ulusal Birlik Partisi) milletvekillerinin ve Parti Meclisi’nin haberi olmadığı ortaya çıktı. Yani Erdoğan buradaki eski başbakanı (Ersin Tatar) aradı, Türkiye’ye çağırdı ve “Maraş’ı açıyoruz” dedi. Biz Kıbrıslı Türkler olarak canlı yayında izledik, kendi Güvenlik Kuvvetleri Komutanımızın çıkıp başka bir ülkenin başkanına “Emirleriniz yerine getirilmiştir efendim” diye tekmil vermesini izledik. Bu, bir halka yapılabilecek en büyük hakarettir. Bizim ne Cumhurbaşkanımız ne hükümetimiz, küçük ortağı, bakanı hiç kimse bunu bilmeyecek, Türkiye’den birisi ansızın bir karar verip, hem de seçime 5 gün kala, böyle bir tutuma girecek. Bu başka yerlerde nasıl tepkilere yol açar, kim buna nasıl yanıt verir bilemem. Ama Kıbrıslı Türkler böyle bir şeyi asla kabul etmez.
Doğrusu ve yanlışı olması veya aynı fikirde olup, karşı fikirde olmak başka bir şey; demokratik süreçlerin, çoğulcu mekanizmaların, tartışma süreçlerinin, kurumsal ve seçilmiş insanların söz hakkının gaspedilmesi başka bir şeydir. Burada eğer bir hükümet varsa, burada eğer bakanlar, milletvekilleri varsa, burada eğer kurumlar varsa, bu kurumların alacağı kararlarla adımlar atılmalıdır. Başka bir coğrafyadan gelecek talimatlarla yönetilmeyi kabul edecek bir halk değildir Kıbrıslı Türkler. Bunu kabul etmeyeceklerini de 1960’lardan bugüne Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı gösterdikleri direngenlikle ortaya koydular. Bundan sonra da ister Kıbrıs Cumhuriyeti’ne olsun, ister Türkiye’ye olsun, isterse de başka herhangi bir coğrafyaya olsun Kıbrıslı Türkler kendi iradesinin reddedildiği, sıfırla çarpıldığı hiçbir dayatmayı kabul etmeyecektir. O yüzden de aslında her ne kadar uzlaşmacı bir siyaset izlemeye çalışsa da küçük ortak (Halkın Partisi) yaşananlar sonucunda istifasını verdi ve şu anda bir hükümetimiz yok. Hükümet düşmüş durumda.
Yaşanan son gelişmelerin Pazar günü yapılacak seçime etkisi nasıl olur?
Kıbrıs’ta bunun seçimlere etkisi şudur: Sayın Akıncı zaten açık ara önde gidiyordu. Burada seçimler iki turlu olur. Birinci turda yüzde 50’yi aşan aday kazanır, aksi halde en yüksek oy alan iki aday ikinci tura kalır ve en yüksek oyu alan kazanır. Takip ettiğimiz güvenilir anketlere göre Sayın Akıncı zaten yüzde 40 bandında gidiyordu ve en yakın rakibi olan Ersin Tatar’la da aralarında yüzde 10’a yakın bir oy farkı vardı. Bu son yaşananlar, Sayın Akıncı’nın birinci turda kazanabilme ihtimalini yükseltti. Bu olasılık gerçekleşmese bile, en azından oylarını artırdığını ve yüzde 40’ın üzerine rahat rahat çıktığını söyleyebilirim. Ama bu yaşananların esas önemli sonucu ikinci tura yansıyacak. Çünkü ikinci tura Akıncı ve Tatar’ın kalması durumunda Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin, ki onlar da federalist bir partidir, seçim sürecinde yaşanan gerilimlerden dolayı bir kısım seçmeni oy kullanmamayı tercih edebilirdi. Çok küçük bir seçmeni Tatar’a oy vermeyi tercih edebilirdir. Halkın Partisi koalisyonun küçük ortağıydı, hükümetin devamlılığı için Tatar’ı desteklemeyi tercih edebilirdi. Şimdi bu olasılıkların hepsi ortadan kalktı. Şu anda Cumhuriyetçi Türk Partisi tabanının ikinci turda Akıncı’yı destekleyeceği nettir. Halkın Partisi’nin Tatar’a oy vermeyeceği, çok büyük bir kesiminin Akıncı’yı destekleyecektir. Belki bir kısmı ikinci turda oy kullanmamayı tercih edebilir ama Tatar’ı desteklemeyecekleri nettir. Yani bu yapılanlar, ikinci turda Akıncı’nın tahmin edilenin ötesinde bir oyla seçilmesini sağlıyor.
Ne yazık ki Türkiye’deki güç siyasetinin, ezerek sonuç alma siyasetinin burada da yankı uyandırabileceği yaklaşımının bir sonucu bu. Ulusal Birlik Partisi (UBP), genelde Türkiye’yle uygun çalışmaya çalışan bir partidir. Ne yazık ki yönetiminde çok fazla omurga örneği gösterilmez. Yani Ecevit hükümetteyse sosyal demokrat gibi davranır, Demirel hükümetteyse onun siyasetini takip eder. Şimdi de Kıbrıslı Türklerin geleneksel olarak laik ve çağdaş değerlerini, demokrasiyi özümseyen yapısına rağmen UBP’de hacca gidenler, namazda kendini göstermeye çalışan insanlar türedi. Bu UBP tabanında bile tepki çeken bir durumdur. UBP’nin Başbakan yaptığı son üç kişi; bir tanesi seçimlerde kendi partisinden aday olduğu halde milletvekili seçilememiştir. Diğeri şu anda hakkında yolsuzluk davaları devam ettiği için Türkiye’de ikamet eden ve yaklaşık bir yıldır Kıbrıs’a gelemeyen bir kişidir. Bu son Başbakan da çok yakın bir zamanda aynı akıbetle yüzleşecek. Çünkü işbirlikçi politikalar, onursuzca el pençe divan duran yaklaşımlar Kıbrıslı Türklerin benimseyebileceği, kabul edebileceği yaklaşımlar değil. Ve ısrarla da vurgulamak isterim ki, Kıbrıslı Türk derken kastım Türkiye’den Kıbrıs’a gelmiş, burada 5-10 yıldır yaşamakta olan göçmenleri de kapsıyor. Çünkü bu insanlar da en başta söylediğim etkileşim-diyalog ruhunu paylaşan ve bu ruha dahil olan insanlardır. Hangi görüşte olursa olsun bu insanlar da herhangi bir dış müdahaleyi kabul edebilir halde değildirler.
Benim görüşüm Sayın Akıncı’nın bu seçimlerden çok yüksek bir oyla çıkacağı yönündedir. Umarım ki Türkiye Cumhuriyeti devleti yetkilileri, başta Sayın Tayyip Erdoğan, burada bir halkın olduğunu, bu halkın kendi onurunun, kurumlarının, seçilmişlerinin, yasalarının ve hukuk yapısının olduğunu, dinle farklı bir ilişki şekli olduğunu ve kendine özgü bir dinsel inanç yaklaşımı ve yaşam tarzı olduğunu anlar ve saygılı, seviyeli bir ilişkin kurar. Biz eğer dünyaya ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “Kıbrıslı Türkler; Kıbrıs’ta eşit hak sahibi, siyasal anlamda eşit bir ortaktır. Bizimle federasyon kurmanız gerekir. Biz bir özneyiz, bir iradeyiz. Bizimle eşitliği kabul etmeniz gerekir” diyorsak Türkiye de bu sözün altını boşaltan, bizim saygın ve eşit ilişki kurulabilecek iradeye sahip insanlar olmadığımız mesajını veren yaklaşımlardan vazgeçmelidir. Kıbrıslı Türklerin iradesinin yok sayılması en başta Türkiye’ye zarar verir. Bunun anlaşılabilmesi gerekiyor. Kendi vatanımızda, kendi bildiğimiz gibi yaşamak istiyor ve buna da herhangi birinin müdahale etmemesini istiyoruz.
Söyleşi: Vecih Cuzdan