İşin ilginç tarafı, birlikte hareket ediyor gibi görünen Türkiye ile Azerbaycan’ın birlikte hareket edemeyeceği ya da bu işbirliğinin çok sınırlı olacağıdır. Hem Azerbaycan’ın hem de Türkiye’nin farklı politikaları söz konusudur ve bu politikalar belirli bir noktadan sonra ayrışmak zorundadır
Erdoğan ve AKP’nin en ilginç özelliklerinden bir tanesi, iktidarının belirli bir döneminden itibaren, tarihin dolabında dondurulmaya terk edilmiş bazı sorunları, dondurucudan çıkararak bunlara yeni bir biçim vermek istemesidir. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu da bunlardan birisini oluşturmaktadır. Türkiye’nin desteği olmasaydı, Azerbaycan Ermenistan karşısında bu kadar cüretli hareket edebilir miydi? Ama işin ilginç tarafı, birlikte hareket ediyor gibi görünen Türkiye ile Azerbaycan’ın birlikte hareket edemeyeceği ya da bu işbirliğinin çok sınırlı olacağıdır. Hem Azerbaycan’ın hem de Türkiye’nin farklı politikaları söz konusudur ve bu politikalar belirli bir noktadan sonra ayrışmak zorundadır.
Türkiye’nin Azerbaycan aracılığıyla Kafkasya’yı kaşımak istemesinin politik amacıyla, Azerbaycan’nın Dağlık Karabağ’ı tekrar ele geçirmesinin politik amacı farklıdır. Bu farkı anlayabilmek için hem Dağlık Karabağ sorununun hem de Azerbaycan ile Ermenistan’daki iktidarların arka tarihsel yapılarını anlamak gerekmektedir.
İlham Aliyev, babası Haydar Aliyev’in politikasını devam ettiren bir çizgi izlerken, AKP rejimi, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra 1990’ların başlarında Türkiye’nin bölgede geçici olarak izlediği Kafkasya ve Orta Asya’da nüfuz geliştirme politikasına geri dönmüştür. İşin ilginç tarafı bu politikaya en büyük darbeyi ise zamanında Azerbaycan’da, Türkiye’nin nüfuzunda olan Turancı Ebulfez Elçibey’i deviren Haydar Aliyev vurmuştur.
Hem İlham Aliyev’in hem de Azerbaycan’ın “Tek millet iki devlet” söylemine karnı toktur. İlham Aliyev kendi iktidarı için en büyük tehlikenin Türkiye’den geleceğini çok iyi bilmektedir. İlham Aliyev’in Dağlık Karabağ’ı tekrar ele geçirmek için Türkiye’nin desteğine ihtiyacı bulunmaktadır ama “AKP-MHP koalisyonu” Ermenistan karşısındaki desteği Azerbaycan iç politikasında bir nüfuz elde etme ve bunu zamanla Aliyev’i devirme politikasına bağlamak istemektedir. Karşılıklı olarak hem Türkiye’nin hem de Azerbaycan’ın birbirlerini farklı politik amaçlar için kullanması söz konusudur.
AKP rejimi, ABD ile Rusya-Çin arasındaki küresel rekabette, sürekli olarak Rusya ve Çin aleyhine yayı germekte ve bu yayı gerecek unsurlara ve olaylara sürekli el atmakta ve de kaşımaktadır. Ama ilginç bir şekilde bu olayları ve unsurları da bölgesel ölçekte birbirlerine bağlamakta ve de bunların sinerjisinden oluşan bir el yükseltme ya da pazarlık politikası oluşturmaktadır. Bu pazarlık politikasının asıl hedefi ise, ABD ile Rusya-Çin arasındaki küresel rekabete belirli bir politik stres yüklemektir.
Bu politika birbirlerini tehlikeli bir şekilde besleyen ikili bir yapıya sahiptir: Bir yanda iç politikada iktidarın konsolidasyonuna yönelik olup, öte yandan da ABD ile Rusya-Çin arasındaki rekabeti kızıştıran bir yapıya sahiptir. Ama bu politikanın en büyük tehlikesi, bir gün germe marjının kalmayarak bir kırılma noktasına evrilmesi ve küresel politik dengeyi kökünden sarsacak (ki bu yeni bir dünya savaşı olur) bir sürecin kapısını aralamasıdır.
Erdoğan ve AKP’nin ilginç bir şekilde Kafkasya’dan başlayarak İran, Irak, Suriye ve Libya ile Doğu Akdeniz’e kadar olan hatta uyguladığı politika hem ABD ve müttefiklerini hem de Rusya ve müttefiklerini yakından ilgilendirmektedir. Bu politikalarla birlikte “topluca bir emperyalist kampa intibak edilmesi” ise yeni bir sürecin kapısını aralayacaktır.
Türkiye sürekli olarak Rusya’ya farklı cepheler açarak (Suriye, Libya, şimdi de Azerbaycan) ve onu bölgesel ölçekte geniş bir cepheye yayarak zayıflatmaya çalışmaktadır. Ama çıplak bir gözle de görülebileceği gibi, Türkiye’nin Rusya ile bu rekabeti tek başına yapacak gücü yoktur. Rusya’ya sürekli farklı cepheler açmanın, ABD ile müttefiklerine Türkiye’nin bir göz kırpması olduğu ve Türkiye’nin onların yanında stratejik olarak yer alabileceği beklentisi oluşturmak olduğu çok açıktır.
Uzun zamandan beri ABD’nin ama son olarak da Trump yönetiminin AKP iktidarından bir NATO müttefiki olarak beklentisi bulunmaktadır: Denge politikasını bırakarak ABD ve müttefikleriyle tam stratejik ilişki geliştirme. Erdoğan bu beklentiyi ABD yönetimlerinde sürekli diri tutarak ve bunu da zaman zaman bölgede farklı politikalar çerçevesinde işbirliği noktaları (Suriye’de Fırat’ın doğusunda, Libya’da NATO desteği aracılığıyla General Hafter’in ilerlemesinin durdurulması gibi) oluşturarak yapmaktadır.
Erdoğan ve AKP, ABD ve Rusya arasındaki stratejik denge konumlanmasını bozmadan ve bu konumlanma aracılığıyla “küçük küçük kazanımlar elde ederek” ilerleme taraftarıdır. Bir kampa stratejik bağlanmanın kendi iktidarı için bir tehlike oluşturduğunu ve kısa bir zaman sonra yıkımına neden olacağını Erdoğan çok iyi bilmektedir. Erdoğan’ın bu stratejik denge konumuna en büyük tehlike Rusya’dan değil ama ABD’den gelmektedir. ABD, Rusya gibi bu konumu artık kabul etmemekte ve değiştirmesi için baskı yapmaktadır. İşte bu baskıya direnmenin yollarından bir tanesi de ABD ve müttefiklerinin stratejik hedefleri doğrultusunda adım attığı izlenimi oluşturmaktadır. Bu adımlar şimdilik taktik çerçeveye sahiptirler ama ABD’nin bu adımlarla yetinmeyeceği açıktır. Özellikle ABD seçimlerinden sonra hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin Türkiye’nin ABD’ye tam bağlanması için baskıları artacaktır.
Hiç kuşkusuz Erdoğan Rusya ile karşı karşıya gelmek istememektedir ve Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarının geri alınması politikasıyla yetinerek, bu cephedeki baskıyı (yine Libya’da da öyle) Suriye’de, Rusya’nın Esad rejimiyle kendi üzerine fazla gelmesini önlemek için bir baskı unsuru olarak kullanmak istemektedir. Ancak MHP faktörü işin rengini değiştirmektedir. MHP daha fazla ABD’ci ve anti-Rus bir yaklaşıma sahiptir ve AKP’nin denge politikasına karşıdır ve de AKP’nin bu politikasının değişeceği beklentisi içerisindedir. Erdoğan denge politikası içerisinde, Devlet Bahçeli’nin bu beklentisini de belirli bir noktaya kadar tatmin eden politik manevralara ihtiyacı vardır. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ politikasına desteğinin bir nedeni de bu olsa gerek. Ama AKP içerisinde MHP gibi düşünen bir politik kanadın olduğu (Mehmet Ağar-Süleyman Soylu ikilisiyle birlikte Pelikancılar) da bilinmektedir. Yine bunlara Savunma Bakanı Hulusi Akar da eklenebilir.
Erdoğan’ın AKP içerisinde denge politikası taraftarı olduğu ve bu politikanın en güçlü savunucusu olduğu kuşkusuzdur. Ama bu politika hem devlet içinde hem de AKP içinde ve yine müttefiki tarafından yani MHP tarafından baskı altına alınmış ve kuşatılmış durumdadır. Ağır ekonomik kriz ile AKP’nin seçmen tabanının erimesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yüksek oy oranı isteyen yapısı da bu denge politikasını tehdit etmektedir. Şayet bu denge politikası iç ve dış etkenlerin birleşmesiyle yok olur ve ABD’ci kanat iktidar olursa ve Erdoğan bu mecraya sürüklenirse, ne Karabağ sorunu sınırlı bir sorun ne Suriye, Libya, Irak ve İran sorunları sınırlı sorunlar olarak kalırlar. Yeni dönem bu andan itibaren bölgede “vekil örgütlerle nüfuz aramadan vekil devletlerle nüfuz aramaya” dönüşmüş olur.
Erdoğan’ın ince bir şekilde örmüş olduğu ama aynı zamanda pamuk ipliğine bağlı olan Rusya’ya karşı yayı germe politikasının geleceği, kendi iktidarının evriminde yatmaktadır.
Türkiye’nin etrafında yayılma politikası izleyen bir rejimin Azerbaycan’da etkili olmak istememesi eşyanın tabiatına aykırı olur. Hiç kuşkusuz AKP geçmişteki hükümetlerin yaptığı gibi Azerbaycan’ı Türkiye’nin nüfuzu altına almak istemektedir. Ama Azerbaycan meselesi Suriye meselesinden de hassas olup hem bedeli çok yüksektir hem de Rusya’nın geçmişte de belirttiği gibi Türkiye’nin direk Rusya aleyhine müdahil olması durumunda dünya savaşını tetikleyecek bir yapıya sahiptir.
AKP rejiminin ve ideolojisinin Sünni yapısı Azerbaycan iç politikasında etkili olmaya da engeldir. Çünkü Azerbaycan çoğunluğu Şii ve laik olan bir toplumdur ve burada etkili olma din temelli değil ancak milliyetçilik temelli olabilir ki, bu da MHP’nin önemini arttırmaktadır. Kaldı ki MHP geçmişte Azerbaycan’da E.Elçibey ile iktidar dahi oldu ve onun Haydar Aliyev tarafından devrilmesini ve bu düşmanlığı da hiçbir zaman unutmadı. İşin ilginç tarafı, 1994 yılında Haydar Aliyev’e darbe düzenleyenlere önemli destek veren Türk devlet kadrolarının (Mehmet Ağar gibi) ve MHP’nin bugün AKP ile birlikte Türk devleti içerisinde yine etkili olmasıdır. Hiç kuşkusuz İlham Aliyev bunu önemle dikkate almaktadır.
İlham Aliyev, Dağlık Karabağ sorununun çözümü dışında, Türkiye’nin istediği şekilde Rusya’nın karşıya alınmasına ve böylece giderek Türkiye’ye daha bağımlı hale gelinmesine karşıdır. Bunun kendi iktidarı için yıkım olacağını iyi bilmektedir. Karabağ sorununun dışında Azerbaycan’ı Rusya’dan tam koparma girişimi ters tepecektir. Kaldı ki böyle bir politika Ermenistan’ın Rusya desteğiyle daha güçlü bir şekilde Azerbaycan’a saldırması olacaktır. Avrupa da buna destek verecektir.
Erdoğan’ın denge politikası, Rusya’nın tam karşıya alınmasını içermediği için, Erdoğan ile Aliyev arasında Karabağ ile sınırlı kalacak bir işbirliğine olanak tanımaktadır. Erdoğan Karabağ sorununu, İlham Aliyev rejiminin içine Türk milliyetçiliği aracılığıyla sızıp ve onu istikrarsızlaştırmak için kullanır mı? Bu olabilir ancak Azerbaycan’da güçlenecek bir MHP’nin iç politikada kontrolü de artık zor olacak ve bu güçlenme içeride bir milliyetçi darbe mekaniğine de zemin hazırlayabilecektir. Erdoğan’ın bunu hesap etmemesi mümkün değildir.
Karabağ sorununun ve buradaki Ermeni işgalinin altında aslında, 1915 Ermeni Soykırımı yatar ve bu soykırımın yaratmış olduğu güvensizlik ve tarihsel yarılma Ermenistan’ı farklı politik arayışlara ve sürekli Türk tehlikesini dengeleyecek bir politika arayışına sürüklemiştir. Karabağ’ın işgali işte bu arayışın ürünüdür. Ermenistan Karabağ işgaliyle, İran ile karasal bağlantı arayarak, Türkiye-Azerbaycan ve Gürcistan kuşatmasını yarmaya çalışmıştır. Bu üç devletin birlikte hareket etmesi, Ermenistan’ın yok olması anlamına gelir. Bundan dolayı Türkiye ile Ermenistan arasındaki tarihsel husumet çözülene kadar Karabağ sorununun çözülmesi mümkün değildir. Ancak bir gün Türkiye’de ortaya çıkacak olan bir Demokratik Cumhuriyet, uygulayacağı barışçıl politikalarla, Ermenistan’ın ve Ermeni Ulusu’nun tarihsel korkularına son vererek, onlarla hak eşitliğine ve güvene dayalı bir ilişki kurduğu zamandır ki yani Ermenistan’ın güvenlik sorunu ebediyen çözüldükten sonradır ki, Karabağ meselesi de ebediyen çözülmüş olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.