Abartı gibi gelebilir ama pandemi hastaneleri neyse, pandemi okulları da o’dur. Pandemi okulları oluşturulmadan veya okullar pandemiye karşı uygun hale getirilmeden eğitim olmaz. Eğitim, elbette olmalıdır. Hem de olabildiğince yüz yüze…
Bu ülkenin yurttaşları olarak büyük çoğunluk zorda ve dardayız. Özellikle çalışanlar, yoksullar eşitlik ve adalet yönünden inanılmaz düzeyde uygarlığın evrensel normlarından çok uzaklardayız. Buna kriz dönemleri ve yaşadığımız salgın süreçleri gibi olağanüstü koşulları da eklerseniz içinde bulunduğumuz koşullar gerçekten inanılmaz.
Öte yandan böylesi süreçlerde halkın temel ihtiyaçları için yönetenlerin daha çok çabalaması, daha duyarlı olmaları beklenir. Başta yoksulluğa karşı somut çözümler üretilmesi olması gereken davranışlardır. Buna ilaveten yöneten konumundaki kişilerin kendileri ve yakın çevresi ile devletin üst katında yer alan bürokrasinin daha sade, daha tutumlu ve daha özenli bir yaşam sürmeleri, savurganlıktan kaçınmaları beklenilen davranışlardır.
Böyle olması gerekir ve beklenirken, bunun yerine ihaleler yoluyla olsun, hazine garantili yap işlet devret yatırımları ile olsun, salgın dönemlerinde halkın temel ihtiyaçlarına yönlendirilmesi gereken kaynakların, hız kesmeden çokuluslu özel ve işbirlikçi şirketlere ve yeni sermaye gruplarına aktarılmasına devam edilmektedir.
Salgın süreci boyunca “esnek çalışma modeli” ile çalışanların, çalışmaması gerekenlerin, evde kalmaları söylenenlerin, karantinada olan ve olması gerekenlerin en azından hayatta kalmaya yönelik beslenme ve sağlık ihtiyaçlarının konusunda çözüm üretmeyenlerin, her zaman olduğu gibi yine dini ve milli duygulara oynayarak, “yedi düvele karşı mücadele” ve “biz bize yeteriz” yöntemlerinin kullanarak, yoksulları kendi hallerine terk etmeyi seçmiş olduklarını hep yaşayarak görüyoruz.
Olağanüstü kriz durumlarında, yoksulluğun ve eşitsizliğin giderek arttığı durumlarda, ülkeyi yönetenler ve egemenler giderek daha tepeden mi bakarlar? Giderek daha acımasız ve daha pervasız mı olurlar? Yoksulluğu yaşayanların, yoksulluğun nedenlerini ve eşitsizliği sorgulamalarına ve bu anlamda tutum alıp, tavır almalarına karşı daha mı baskıcı olurlar?
Hükümetlerin öncelikle birer “iktidar” olma peşinde olup olmadıklarına bakarak onlar hakkında ilk değerlendirmeyi yapmak mümkündür. Çünkü “iktidar” olmak demek doğası ve amacı gereği sorunludur. Her koşulda “erk/güç” olmayı içeren “iktidarlar” var olma nedenselliği gereği içinde acımasızlığı ve pervasızlığı da barındıran hükümet etme biçimleridir. İktidarların kalıcı olma ve kendilerini sürdürebilir kılma konusunda ne yaptıkları ve nasıl yaptıkları ise, onlara ilişkin asıl fotoğraftır.
Bunun için yapılan tüm hukuki düzenlemeler ve onu da aşan şekilde rejim değişikliği düzenlemeleri artık öyle ki, Türkiye’deki AKP hükümetin başından beri “iktidar” olmayı seçmiş, bununla da kalmayıp, önce parti iktidarına, oradan da parti devletine evrilen otoriter bir yönetim inşa etmiştir. Bunu yaparken izlediği strateji, tüm devlet kurum ve kuruluşlarını kontrol edecek mekanizmayı sağlayarak yani kadrolaşarak gerçekleştirmiştir. Kadrolaşmanın olamadığı veya yeterli olamayacağı durumlarda ise söz konusu kurum ve kuruluşlar ya lağvedilmiş veya ilgili yasa ve yönetmelikler ile etkisizleştirilmiştir.
Bu gidişattan eğitim de payını almış, nereden baksanız 70 yıl önce başlayan ama küçük adımlar ile devam eden eğitimde gericileşme / gericileştirme ve piyasalaştırma son 18 yılda inanılmaz düzeyde artmıştır. Eğitim sistemi ile sürekli oynamalar, 10 yaşındaki çocukların imam hatip ortaokullarına başlamalarını sağlamak için gerçekleştirilen eğitime başlama yaşı ile ilgili düzenlemeler, ilköğretimlerin sonlandırılması, sürekli değiştirilen ve üzerinde oynanan müfredat içerikleri, öğretmen yetiştirme politikaları ve programları, imam hatipleştirme uygulamaları, proje okul uygulamaları adı altında geleneği olan okulları dağıtma ve oralardaki kadroyu dağıtma, okullarda idari yapının siyasal İslamcı kişilerden kurulması ve haliyle öğretim birliği yasasının tamamen ortadan kaldırılması ile bilimsel ve laik eğitimden büyük ölçüde uzaklaşılırken, öte yandan eğitimde özel teşebbüsün önü açılmış, devlet okulları bilinçli şekilde ihmal edilmeye başlamış, özel okullar ve özel okulculuk sektörü inanılmaz düzeyde artmış, eğitimde imkan ve fırsat eşitsizliği inanılmaz boyutlara ulaşmış veya ulaşması sağlanmıştır. Özel okullar ve okullaşma konusu bilindiği gibi tarikat ve cemaat okulları, yurtları gibi beklenilen ve istenene sonuçları üretmiş ama nelere mal olduğunu ve nasıl sonuçlar doğurduğu da görülmüştür.
Özellikle AKP iktidarı sürecinde tüm sendikal yapılanmalar karşısında izlenen strateji önce sendikasızlaştırma iken, ilgili Avrupa Birliği uyum yasaları gereği sendikal yapılanma zorunluluğu ve ihtiyacı sonucu tüm emek ve emekçi işkollarında olduğu gibi eğitim işkolunda da “sarı sendika” anlayışının yükselişine ve devlet eliyle örgütlenmesine tanık oluyoruz. Bugün eğitim işkolunda işverenle görüşme yetkisi olan sendika ve konfederasyon iktidar ile her konuda birlikte çalışan ve bir önceki başkanı, iktidar partisinden milletvekili olan bir sendika ve konfederasyondur.
Bu arada kamusal, laik ve bilimsel eğitimden yana örgütlenmiş eğitim sendikalarının, baskı ve özellikle “üye”sizleştirme stratejileri ile etkinliklerinin yok edilmeye çalışılıyor olmasının pratik sonuçlarını yaşadık ve halen yaşıyoruz.
Eğitim ve bilim işkollarında çalışan, olay ve olguların bilincinde ve farkında olan meslek insanları ve meslek örgütleri bu anlamda çalışmalarını ve mücadelelerini emek-sermaye çelişkisinde emekten yana, bilim ve dogma “uzlaşmaz çelişkisinde” ise bilimden yana belirleyen, laik eğitimi olmazsa olmaz gören, adil ve eşitlikçi eğitim sistemi konusunda ısrarını sürdürmeye devam edecektir.
Milli Eğitim Bakanı pandemi sürecinde yaz başından beri sürekli okulların açılması ile ilgili çalışmalardan ve hazırlıklardan söz edip durdu. Oysa en az bizim kadar kendileri ve hükümet de farkında ki okullar bu koşullarda eğitime hazır değiller. Sınıf ortamı ile hazır değil. Asıl dert okul binaları mimari olarak zaten hazır ve uygun değil. Bahçeler ve boş alanlar itibariyle hiç uygun değil.
Hatta öğretmenler, veliler ve öğrencilerin bizzat pandemi davranışlarıyla hazır değil. Dahası insan hareketliliği ve taşımalı sistem ile hazır değil. Hele hele müfredatların içeriği nitelik ve nicelik açısından gerektirdiği ders işleme biçimleri itibariyle hazır değil. Lakin ilgili ve yetkililer tüm bunlara karşın sürekli ve özellikle yüz yüze eğitim konusunda sanki ısrarcıymış ve çok isteklilermiş gibi davranarak böyle bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Yaratılmak istenen algı veya peşinde olunan imaj muhtemelen şuydu: “Bakın biz okulların açılmasını ve eğitime başlanmasını çok istiyoruz ama veliler ve öğretmenler pek istemiyor” veya “Bakınız biz çok arzuluyoruz ama muhalefet, sendikalar ve bazı kişiler istemiyorlar, oysa biz her şeyi hazırladık ve her şey kontrol altında.” Ama herkesin bildiği gerçek şu ki, okul şartları çoğu açıdan pandemide eğitim koşullarını taşımıyor. Hazırlık dedikleri birkaç önlemden ibaret. Görüldüğü üzere okullar ilkokul birinci sınıf hariç açılamadı. Çünkü açılması ve eğitimin sürdürülmesi için gereken koşullar asla uygun değildi.
Bakınız abartı gibi gelebilir ama pandemi hastaneleri neyse, pandemi okulları da o’dur. Pandemi okulları oluşturulmadan veya okullar pandemiye karşı uygun hale getirilmeden eğitim olmaz. Eğitim, elbette olmalıdır. Hem de olabildiğince yüz yüze…
Peki ama nasıl? Devlet, hükümet ve bakanlık okulları salgında eğitim verebilecek şekilde düzenleyerek, programlayarak ve eğitimin niteliğini değiştirerek, gerekirse sahra okulları kurarak, spor salonlarında derslikler oluşturarak bu işi çözümlemek zorundadır. Eğitimsiz olmaz… Ama salgında da eğitim olmaz. Eğitimi salgında ve yüz yüze vermenin koşullarını, şimdiye kadar eğitim yatırımını sadece bina yapmaktan ibaret sananlar oluşturamaz; bu binaları normal hayatta dahi yeterli olmayan okullarda olağanüstü koşulların gereklerinin sağlanamayacağı ortadadır.
Dolayısıyla “hazırız” demek yetmez. O hazırlığın ne olduğunu görmek ve bilmek gerekir. Okul hazırlığı sadece dezenfektan kullanmaktan ibaret olamaz. Seyrekleştirilmiş öğrenci sayısı modeli ise tam ve ideal bir çözüm değildir. Örneğin yukarıda değindiğimiz üzere müfredatlar değişmelidir. İçerikler azaltılmalı, ezber dersleri kaldırılmalıdır. Görev ve bireysel beceri gelişimlerine önem verilmelidir. Okullaşma ve okullaştırma projeleri adı altında bütün okulları imam hatip ortaokulu yapmaktan vazgeçilmelidir. Geri dönüşüm sağlanmalıdır. Alanlar, boş binalar, boş ve atıl kamu kurum binaları, spor salonları, “semt ve mahalle okullarına” dönüştürülmeli, öğrencilerin bulundukları mahalle okullarında metrekare hesabı yapılarak eğitim almaları sağlanmalı, öğretmenler de öncelikle bulundukları okullarda çalışmaya devam etmelidirler. İnsan hareketliliği en aza indirilmelidir. Pandemi sürecinde eğitimin önceliği salgına karşı korumak ve korunmak davranışları üzerine gerçekleştirilmeli, fırsat eşitsizliği mümkün olduğunca en aza indirilmelidir.
Uzaktan eğitim konusuna gelince aşağıdaki birkaç veri, geldiğimiz noktada eğitim olanakları ve ne düzeyde olduğumuzu ve içinde bulunduğumuz koşulları anlamak için oldukça çarpıcı olacaktır;
Özetle, uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimdeki fırsat eşitsizliğini katlayarak devam ettiği bir eğitim yapısı ile karşı karşıyayız.
Bu bağlamda yazımızı 17 Eylül 2020 tarihinde Eğitim Sen tarafından Milli Eğitim Bakanı’na bizzat iletilen eğitim ve eğitim çalışanları ile ilgili talepleri, çözüm önerileri (*) ve 12 Ağustos 2020 tarihinde yapılan “Eğitim Sen Salgında Gelinen Aşama ve Eğitim Kurumlarının Açılmasını Tartışıyor” çalıştayının sonuç raporlarının(**) özetlendiği dosya ile devam ettirerek bitirelim.
Salgın Koşullarında Eğitimin Sürdürülebilmesi İçin Öneriler
Süreç Yönetimi
- Salgının gelmiş olduğu aşama ve okullarda yüz yüze eğitimin başlamasıyla oluşabilecek risk dikkate alındığında sürecin ayrıntılı ve çok yönlü izlenmesi gerektiği açıktır. Bu gereksinimin karşılaması, eksikliklerin ve sorunların hızlı tespiti ve geçerli, uygulanabilir çöz��mlerin anlık olarak üretilebilmesi için mutlaka merkezi, il ve ilçe düzeylerinde “eğitim izleme kurulları” oluşturulmalıdır. Oluşturulacak olan izleme kurullarına alanda bulunan öznelerin temsilcileri, bilim insanları ve sorumluluğu bulunan kamu kurumlarının temsilcileri davet edilmelidir.
- Eğitimde eşitlik yoksa eğitim hak değil ayrıcalık haline geliyor. MEB planlamalarını yaparken, önceliklerini belirlerken ve bunları kamuoyu ile paylaşırken öğrencilerimizin hepsini eşit kabul eden yaklaşımını terk etmelidir. Sorunun çözümü öncelikle sorununun varlığını kabul etmekle mümkündür. Öğrencilerin eşit koşullara sahip olmadığının öncelikle kabul edilmesi ve bunun çözümüne dair bir yol haritası belirlenmesi gerekmektedir.
- Yüz yüze eğitime geçilmesi (aşamalı, seyreltilmiş) esas hedef olmalıdır. Ancak yeni vakalar belirli bir sayının altına inmeden, salgın kontrol altına alınmadan ve gerekli önlemler tam olarak alınmadan yüz yüze eğitime geçilmesinin mümkün olmadığı kamuoyu ile açık olarak paylaşılmalıdır.
- Eğitim yüz yüze veya uzaktan devam etse de çocuk işçiliği temel bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Çocukların, eğitim dâhil, en temek haklarını kullanılamaz hale getirilen çocuk işçiliği öncelikle mücadele edilmesi gereken bir sorundur. Salgın koşulları çocuk işçiliğini artırma potansiyeline sahiptir. Bu konu tüm planlamalarda ve politika belirlemelerde öncelikli mücadele konusu olmalıdır.
- Salgın koşullarında eğitimin sürdürebilmesi için MEB yönetiminin kararlığını ortaya koyması gerekmektedir. Özellikle eğitime ek bütçe ayrılması ve ek atamalar yapılması zorunludur. Ek bütçe ve ek atama konusunda kararlı bir tutum ve gerekli girişimlerin MEB tarafından hızlıca yapılması gerekmektedir.
- Okul çocuğun korunmasında en önemli ve etkili denetim mekanizmalarından biridir. Uzaktan eğitim süreci bu denetim mekanizmasını devre dışı bırakmıştır. Sosyal çalışmacılar ve öğretmenlerle birlikte çocuğun korunmasına dönük işlevsel bir sistem geliştirilmelidir.
- Salgınla mücadelede şeffaflık ve kamuoyu ile düzenli bilgi paylaşımı esas alınmalıdır. Bilgiye dayalı olmayan değerlendirmeler kamuoyunda gereksiz rehavet oluşturabileceği gibi yersiz panik ve kaygıya da neden olabilir. Öğrencilerin eğitim hakkı ve üstün yararını gözeterek mutlaka merkezi ve yerel bilgi paylaşımı kanalları oluşturulmalıdır.
- Salgınla mücadelenin ön koşulu ortak akıl ve toplumsal dayanışmadır. MEB alanda bulunan kesimlerle işbirliğini ve iletişimi her zaman olduğundan daha fazla önemsemelidir.
- Eğitimle ilgili pratik kararlar alınırken yerel özellikler dikkate alınmalıdır. Ancak yerel farklılıklara göre alınacak olan kararların öğrencilerin eğitim yaşantısında eşitsizlik yaratmaması en önemli koşul olmalıdır.
- Veriye dayalı süreç yönetimi salgın koşullarında zorunluluktur. Okullarda sağlık riskini en aza indirebilmek için Sağlık Bakanlığı ile MEB arasında tanı konulan ve yakın temaslıların bilgisinin paylaşıldığı, karantina sürelerinin takip edildiği, veri akışının anlık sağlandığı bir sistem geliştirilmelidir.
- Salgın ve salgına bağlı koşullar öngörülmesi olanaksız bir yaşamı dayatmıştır. Oluşan bu yeni yaşam biçiminden çalışma yaşamı da etkilenmektedir. Oysa uyuşmazlıkla sonuçlanan 2019 yılı toplu sözleşme görüşmeleri sonucunda oluşan Kamu Hakem Heyeti kararlarında normal koşullar esas alınmıştır. Normal koşullara göre dahi kamu emekçileri açısından oldukça eksik olan bu kararların revize edilmesi zorunluluktur. Toplu sözleşmenin yenilenmesi acil bir zorunluluktur ancak bunu beklemeden MEB kendisine düşen bölümle ilgili olarak KİK toplantısında gündem oluşturmalıdır.
- MEB salgın koşullarında eğitim camiasında toplumsal mutabakatı esas almalı ve eğitim alanının hassasiyetlerini gözetmelidir. Öğretmenlerin kullandığı tarihi binaların kimi vakıflara devredilmesi öğretmenler arasında rahatsızlık yaratmaktadır. Son olarak Beyoğlu Öğretmenevi ile ilgili haberler kaygılarımızı artırmaktadır. MEB’in yeri bu konuda öğretmenlerin yanı olmalıdır ve bunu da açıkça ifade etmelidir. Öğretmenevlerinin devrine karşı güçlü bir karşı ses çıkarılmalıdır.
Okullar ve Eğitim
- Okulların salgın koşullarında yüz yüze eğitime aşamalı olarak dahi geçebilmesi için mutlaka ek personel istihdamına ihtiyaç vardır. Her okula bir sağlık görevlisi, ek temizlik görevlileri mutlaka atanması sağlanmalıdır. Bu atamaların mutlaka kadrolu olarak yapılması ve giderlerin veliler tarafından değil devlet tarafından sağlaması gerekmektedir.
- EBA destek noktalarının işlevi sınırlıdır. Okullar öğrencilerimiz için “yeni normalde” en önemli ve işlevsel kamusal alanlar olmalıdır. Öğrencinin sosyalleşmesi, arkadaşları ile bir araya gelmesi, sanatsal ve spor etkinliklerini hayata geçirilebildiği en uygun alanlar olarak okullar yeniden düşünülmeli ve buna uygun bir planlama yapılmalıdır. Gerekli düzenlemeler yapılarak, sağlıkla ilgili gerekli önlemler alınarak öğretmenler de bu sürecin parçası olabilir. Bunun için zorlayıcı kararlar değil gönüllülük esas alınmalıdır.
- Okulların salgın koşullarında yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka ek bütçe sağlanması gerekmektedir.
- Aşamalı ve seyreltilmiş şekilde yüz yüze eğitime geçilmesinde 10 yaş altı öğrencilerle devam edilmesi gerekmektedir.
- Kapatılan köy okullarının acilen açılması gerekmektedir. Taşımalı eğitime koşullar el verdiği ölçüde son verilmeli, öğrenciler ikamet ettikleri yerleşim yerinde eğitime devam etmelidir. Köy okullarının yeniden açılabilmesi için gerekli öğretmen ataması acilen yapılmalıdır.
- Ek derslik ve okul gereksiniminin karşılanması için atıl durumda bulunan kamu binaları kullanılmalıdır. Ayrıca öğrenci sayısı belirli bir orandan az olan okullar yakın okulların kullanımına tahsis edilmelidir.
Öğretmenler
- Salgın koşullarında eğitim gibi temel bir alanda öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin mağdur olmaması ve eğitimin devam edebilmesi için alanda bulunan tüm kesimlerin dayanışması zorunluluktur. MEB’in bu anlamda dayanışma içerisinde olması gereken kesimlerin başında öğretmenler gelmektedir. Öğretmenlere dönük asılsız ve suçlayıcı ifadelerde bulunan bir özel okul sahibinin başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere MEB yönetimi tarafından kınanmaması, sözlerini düzeltmeye davet edilememesi öğretmenler arasında ciddi bir kırgınlığa neden olmuştur. Bunun düzeltilmesi için başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere MEB yönetimi acil adım atmalıdır.
- Yüz yüze eğitime aşamalı ve seyreltilmiş şekilde geçilme hazırlığı yapıldığı ve uzaktan eğitimin yoğun şekilde yapıldığı bir dönemde öğretmenlere ayrıca görevler verilmemeli, uzmanlık alanları dışında görevlendirmeler yapılmamalıdır.
- Salgın koşullarında eğitim hizmetinin sağlanmasının en önemli unsuru öğretmenlerdir. Öğretmenlerin bu süreçte hak kaybı yaşamaması gerekmektedir. Bu nedenle öğretmenlerin ek dersleri ile ilgili yaşanan sorun acilen çözülmelidir.
- 21 Eylül tarihinden sonra öğretmenlere haftalık ders dağıtımının nasıl yapılacağı açıklığa kavuşturulmalı.
- 1 Eylül tarihinde ataması yapılan arkadaşlarımızın halen kararnamelerinin çıkmaması ciddi kaygı yaratmaktadır. 18 Mart tarihinde ataması yapılan ancak göreve başlatılmayan arkadaşlarımızın yaşadığı mağduriyet ortadadır. Ayrıca ilgili mevzuat hiçbir makama yapılan atama sonrasında göreve başlatmama yetkisi vermemektedir. Arkadaşlarımızın acilen göreve başlatılması gerekmektedir.
- 2019 KPSS mağduru arkadaşlarımızın sorunlarının çözümü ertelenmemelidir. Kendilerinden kaynaklı oluşmayan bir durumun binlerce öğretmeni bu kadar süredir mağdur ediyor olmasının anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
- Tüm emekçilerin olduğu gibi öğretmenlerinde çalışacakları yeri seçmeleri temel bir haktır. Ancak, isteğe bağlı il dışı tayinlerde oldukça sınırlı sayıda okulun açık ilan edilmesi seçme hakkını fiilen kullanılamaz hale getirmiştir. İsteyen öğretmenlere 2. İl Dışı Tayin hakkı verilmelidir.
- Haklı gerekçelerle tayin iptali çalışanların hakkıdır. Bekleyen dilekçeler acilen işleme alınmalıdır.
Uzaktan Eğitim
Öğretmenlerin iki ayrı platformdan canlı ders yapılması uygulaması sonlandırılmalıdır. Tek bir platformdan canlı ders yapılmalıdır.
Öğretmenlere sağlanan ücretsiz internetin sadece EBA Canlı Derste kullanılabilmesi, diğer platformlarda yapılan derslerde öğretmenlerin kendi internet paketlerini kullanmaları kamu hizmetinin finansmanı açısından sorunlu bir durum oluşturmaktadır.
Öğretmenlerin uzaktan eğitimde kullanacakları bilgisayar ve tabletlerin mutlaka MEB tarafından sağlanması gerekmektedir.
Eğitimde eşitlik esastır. Öğrencilerin uzaktan eğitime erişimi MEB açısından çözülmesi gereken temel bir meseledir. Bu sorun çözülmeden diğer sorunlara çözüm üretmeye çalışmak gerçekçi değildir.
Öğrencilerin uzaktan eğitime devamı ve ölçme değerlendirme konularında acil düzenlemeler yapılmalıdır.
Uzaktan eğitime hazırlık öğretmenlerin ciddi zaman ve emek harcadığı işlere dönüşmüş durumdadır. Öğretmenlere ödenen derse hazırlık ücreti uzaktan eğitimde artırımlı şekilde ödenmelidir.
Öğretmenler farklı canlı platformlar kullandığında program çeşitliliği olacak ve buda öğrenci açısından bilgisayar veya cep telefonunda uygulama yoğunluğuna neden olacaktır. Farklı canlı erişim programlarının yaratacağı güvenlik sorununu da ayrıca dikkate almak gerekmektedir. Güvenlik sorununun ortadan kaldırılması ve uygulama birliği sağlanması için okulların lisanslı bir program alması ve öğretmenlerinde onu kullanması en makul çözüm olacaktır.
Uzaktan eğitimde yaşanan teknik sorunların çözümü ve destek gereksinimi olan öğretmenlere bu hizmetin verilmesi için MEB bünyesinde uzaktan eğitim merkezi açılmalı ve bu merkez 7/24 hizmet vermelidir.
Öğrencilerin canlı ders uygulamalarında kameralarının kapalı kalması öğretmen öğrenci etkileşimi açısından sorun yaratmaktadır. Bu konuda yaşanabilecek olumsuzlukları göz önüne alarak bir düzenleme yapılmalı ve öğrencilerin kameraları açmaları sağlanmalıdır.
Uzaktan eğitim ders içerikleri koşullara uygun şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Acil uzaktan öğretim adı verilen ve yüz yüze eğitim için hazırlanan içeriklerin çevrimiçi platformlara aktarılması ile sınırlı bir uzaktan eğitim hazırlığı öğrencilerin gereksinimine, öğretmenlerin uygulamasına uygun değildir.
Uzaktan eğitim ders içeriklerinin hazırlanmasında anadil, özel eğitime gereksinim gibi temel özellikler mutlaka dikkate alınmalıdır.
LGS ve YKS’de öğrencilerin yüz yüze eğitimle beraber uzaktan eğitimle verilen konulardan da sorumlu olacak olması anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum değildir. LGS bu sene uygulanmamalı, öğrencileri sınavsız liselere yerleştirilmelidir. Bunun sancısız ve sorunsuz olabilmesi içinde okullar arasındaki olanak eşitsizliklerinin giderilmesini şimdiden başlanmalıdır.
(*) http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2020/09/sonu%C3%A7-raporu.pdf
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.