Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Selahattin Demirtaş hakkında açmış olduğu bir soruşturma var. 6 yıl sonra yapılan HDP operasyonunda gözaltına alınanlar için başlatılan soruşturma ile Demirtaş soruşturmasının birleştirilip ‘toplu’ dava haline getirilmesi amaçlanıyor. Bu davaya PKK liderleri dâhil edilerek Kobanê olaylarının Kandil tarafından organize edildiği vurgusu bilinçli olarak ön plana çıkartılacaktır. PKK liderleriyle Demirtaş’ın aynı davada yargılanmaları sağlanarak politik etki gücü kırılmaya çalışılacaktır. Ancak Demirtaş’ı ve HDP’yi etkisizleştirme planları ters tepecektir
6-8 Ekim 2014 tarihinde IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırısı nedeniyle Türkiye genelinde ciddi bir tepki oluşmuştu. Bu sürede onlarca kişi yaşamını yetirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Bu süreç gerekçe gösterilerek dönemin HDP yöneticilerine, milletvekillerine yönelik bir operasyon başlatıldı. Peki, neden 6 yıl önce değil de bugün operasyon için düğmeye basıldı?
Türkiye uluslararası ilişkilerde yalnızlaştı. Avrupa Birliği’yle, Arap Birliği’yle, hatta ABD’yle kriz yaşıyor. Moskova, Ankara’yı hiçbir dönem stratejik ilişki kuracağı bir ülke olarak görmedi.
Türkiye’nin izlediği Ortadoğu stratejisi bütünüyle başarısız oldu. Libya’da güç olmaya çalışırken tersi bir durum oluştu. Son bir aydır Libya’daki gelişmeler, Türkiye’nin sürecin dışına düştüğünü gösteriyor.
Doğu Akdeniz’deki askeri ve politik manevralar başarısızlıkla sonuçlandığı gibi Yunanistan’ın pozisyonu daha da güçlendi. İç kamuoyunda etkin bir güç olduğunu göstermek için ikide bir Navtex uygulamaları başlattı. Ancak AB’nin ekonomik yaptırım tehditleri karşısında tamamen geri adım attı. İç politikada ne kadar dik durduğunu göstermek için bazı açıklamalar dışında askeri-politik bir başarı şansı kalmadı. Son birkaç haftadır yürütülen diplomasinin de AB’nin ekonomik ambargosundan kurtulmaya yönelik olduğu açıktır. NATO ve AB’nin şartları esasen kabul edildi. Hatta NATO kapsamı dışında kurulan Ege Ordusu’nun dağıtılması kararı verildiği de basına yansıdı.
AKP iktidarı şimdi de Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında açık taraf olduğunu belirterek aktif destek vereceğini açıkladı. Ancak bunun pratikte hiçbir değeri bulunmuyor. Çünkü Rusya’nın her iki ülke üzerindeki hâkimiyeti karşısında Ankara’nın sadece iç politikaya yönelik propaganda yaparak kendisini tatmin ediyor.
Akdeniz ülkelerini kapsayan Doğalgaz Enerji Formu’na Türkiye dahil edilmedi. Böylelikle bölge ülkelerinin tamamı enerji potansiyelinden yararlanırken, sürecin dışında kalan Ankara’nın uluslararası ve bölgesel ilişkilerde belirlediği askeri-politik konsepti tutmadı. Çok büyük sözler ve iddialardan sonra uluslararası güçlerin dayattığı koşulların tamamı kabul edildi.
Ekonomik durum yansıtılandan çok daha kötü durumda. Cumhurbaşkanı faiz artırımına karşı olduğunu çok kez açıkladı. Hatta bunun küresel faiz lobisinin bir politikası olduğunu vurguladı. Merkez Bankası’na açıktan müdahale etti, başkanını değiştirdi. Faizler hızla düşürüldü. Ancak ne döviz kurları düştü ne de uluslararası ve iç piyasada bir düzelme oldu. Merkez Bankası’nın rezervleri hızla eridi. Dış borçlar ülkenin Gayri Safi Milli Hasılasını geçti. Bütçe açığı tarihin rekorunu kırdı. 1 Avro 9 TL oldu. İşsizlik oranları yüksek. Hiçbir ülke TL karşılığında Swap anlaşması yapmadı. Katar’la 5 milyar dolarlık Swap anlaşması yapılabildi. Nihayet çöküşte olan bir ekonomi karşısında Merkez Bankası yeniden faiz artırımına gitme kararı aldı. Yani Erdoğan, “küresel faiz lobisi”ne teslim oldu.
Bir yandan da haziran ayından sonra koronavirüs ile mücadele adeta tatil edilmiş durumda. Koronavirüs kontrolden çıkmış, pandemi yönetiminde başarısızlık giderek büyüyor. Sağlık Bakanı tarafından açıklanan verilere toplumun artık bir güveni kalmadı. Yani içte ekonomik, sosyal ve politik olarak durdurulamayan bir çöküş yaşanıyor.
Toplumu etkileyecek ve yönlendirecek ciddiye alınabilecek hiçbir politik argüman kalmadı. AKP ve MHP seçmeni dahi, Ankara’daki iktidarın artık bir inandırıcılığının kalmadığını gördü. Halen toplum üzerinde belirli bir etkisi olan Erdoğan’ın prestiji sarsılmaya başlandı. Çok yönlü krizleri atlatmak için bugüne kadar başarılı bir şekilde yürütülen psikolojik savaş yöntemlerinin artık etkisiz kaldığı, toplum üzerinden inandırıcılığının kalmadığı görüldü. Böylelikle elindeki tek hamle hamle olarak Kürt hareketi merkezli muhalefet güçlerine yönelik yeni bir saldırı dalgası başlatmak ve toplumu yeniden bu gündemle meşgul etmek için düğmeye basıldı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Selahattin Demirtaş hakkında açmış olduğu bir soruşturma var. 6 yıl sonra yapılan bu operasyonda gözaltına alınanlar için başlatılan soruşturma ile Demirtaş soruşturmasının birleştirilip ‘toplu’ dava haline getirilmesi amaçlanıyor. Bu davaya PKK liderleri dâhil edilerek Kobanê olaylarının Kandil tarafından organize edildiği vurgusu çok bilinçli olarak ön plana çıkartılacaktır. Bu soruşturmanın arka plan hedefi, 6-8 Ekim olaylarının karar vericisinin Demirtaş olduğuna dair bir algı oluşturmaktır. PKK liderleriyle Demirtaş’ın aynı davada yargılanmaları sağlanarak da politik etki gücü kırılmaya çalışılacaktır.
Oysa 6-8 Ekim 2014 olaylarında Demirtaş, süreci olumsuz yönde tetikleyen, kışkırtan değil tam tersine yaptığı açıklamalarla durulmasında/sakinleşmesinde önemli rol üstlenen bir rol oynamıştı.
Operasyonun merkezinde 2014 yılının HDP yöneticilerinin ve eski milletvekillerinin bulunması bir tesadüf değil. Öyle ki aktif siyasetin dışında kalanlar, daha önce yargılanıp tahliye olanlar, Altan Tan gibi HDP ile yollarını ayıranlar dahil olmak üzere 82 kişi hakkında soruşturma kararı verilmiş olması, HDP’yi geniş ölçekte politik sürecin dışına tutma çabasıdır. Başlatılan operasyonda gözaltına alınanlara dikkat edildiğinde HDP’nin kapatılmasına yönelik bir algı yaratma çabası ön plana çıkıyor. Amaç PKK ile HDP arasında organik bir bağ oluştuğu algısını yaygınlaştırmak ve politik partilere bu algıyı kabul ettirmektir. Ancak AB ile ilişkilerde yapılan arka plan anlaşmalar dikkate alındığında bunun çok kolay olmadığı görülüyor.
HDP’nin kapatılması için atılacak her adım politik kaosu derinleştirecektir. Çok açık söylemek gerekirse, HDP ve yöneticileriyle bu olaylar arasında bir bağ kurmak bütünüyle hiçbir hukuki temeli olmayan, zorlamaya dayanan politik bir karardır. HDP’yi politik denklemin dışında tutmak için yapılan operasyon, tersine HDP’nin politik-toplumsal gücünü daha da arttıracaktır. HDP seçmeni, HDP merkezinin eksikliklerini bir kenara bırakarak onu çok daha fazla sahiplenecektir.
İktidar bloğu, HDP üzerinden yaptığı operasyonla esasen ‘Millet İttifakı’nı da parçalamak istiyor. İktidar ortakları AKP ve MHP’nin ilgi odağında İyi Parti bulunuyor. CHP, DEVA, Gelecek ve Saadet Partileri çok açık tutum aldılar. Ancak İyi Parti’den bir ses çıkmadı. AKP-MHP iktidar bloğu, İyi Parti’nin zayıf halka olduğunu görüyor. Bu nedenle İyi Parti üzerinde politik baskı oluşturarak onu edilgen kılmanın yollarını arıyor. Amaç muhalefeti bölmek ve parçalamaktır. İyi Parti, muhalefet bloğundan koparıldığında, AKP, iktidarını sürdürme avantajı elde edecek. İşin bir başka boyutu da İyi Parti’nin bu süreçte sessiz kalarak operasyona dolaylı destek vermesinin özellikle Kürt seçmen kitlesinde yaratacağı tepkidir. Böylelikle İyi Parti ile HDP’nin yan yana görünmeleri pek mümkün olmayacaktır.
IŞİD’in Kobanê’yi bütünüyle ele geçirmesine sayılı günlerin kaldığ�� iddia ediliyordu. Hatta saatlerin dahi önem arz ettiği bir süreçti. Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihinde Gaziantep’in İslahiye ilçesinin Çadırkent Konaklama Tesisleri’nde Suriyeli sığınmacılara yönelik yaptığı konuşmada “Kobanê düştü düşüyor” şeklindeki açıklaması özellikle Kürtlerden çok ciddi düzeyde tepki gördü. AKP iktidarı, IŞİD’in Kobanê’yi ele geçirmesine tepki göstermedi hatta dolaylı destek verdi. Kobanê’nin düşmesi ile Rojava bölgesinin tamamının IŞİD tarafından ele geçirilmesinin önü açılmış olacaktı. IŞİD’in bu hamlesi Ankara’nın Suriye stratejisiyle son derece uyumlu görünüyordu. Bu nedenle Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 günü yapmış olduğu açıklama, niyetten bağımsız olarak Kobanê merkezli saldırıyla Rojava’nın hedeflendiği algısını güçlendirdi. Türkiye’de özellikle Kürt illerinde tepki sokaklara yansıdı ve bilinen olaylar gündeme geldi.
Kobanê süreci ilginç gelişmelere yol açtı. ABD hava desteğiyle IŞİD’e karşı operasyon başlattı. Aynı şekilde YPG askeri güçlerine havada silah indirdi. Böylelikle IŞİD’e karşı direnme avantajı oluştu. Türkiye’nin Kobanê’ye kara birlikleriyle girmesi talebi ise ABD tarafından kabul görmedi. ABD, 300’e yakın Peşmergenin ağır silahlarla Türkiye sınırları içerisinden karayoluyla Kobanê’ye girme önerisini Ankara’ya iletti. 6-8 Ekim olaylarından iki hafta sonra yani 22 Ekim 2014 tarihinde, AKP iktidarı, Peşmerge güçlerinin ağır silahlarla Kobanê’ye girmesine izin verdi. IŞİD, Kobanê’de yenilgiye uğratıldı ve Suriye’nin kuzeyinde bütünüyle tasfiye edilmesinin yolu açılmış oldu. AKP iktidarı, YPG’yi ‘terörist’ görüyordu ancak ABD’nin baskısı sonucu Peşmerge’nin ağır silahlarla Kobanê’ye girmesine onay vermek zorunda kalmıştı. Politik dengelerin değişmesiyle Erdoğan’ın Kobanê olaylarının aktörü haline getirilmesi de sürpriz olmaz. Burası Türkiye, olmayacağını düşündüğümüz her şeyin olduğunu yaşayarak görüyoruz.
Büyük bir gürültüyle başlatılan bu operasyon iktidarın elinde kullanabilecek bütün kartların bittiğini gösteriyor. Çaresizlik içerisinde, 6-8 Ekim 2014 Kobanê olayları üzerinde yürütülecek operasyondan medet umdukları anlaşılıyor. Ancak hiçbir şey AKP-MHP iktidarının istediği gibi gitmeyecek. Demirtaş’ın politik olarak sürecin dışında tutulması planları, HDP’nin kapatılmasına yönelik atılacak olası adımlar, AKP iktidarının süreci kontrol etmesini sağlamayacaktır. Atılan her hamle, iktidarın güç merkezi olmaktan çıktığını gösteriyor.
Kasım ayı sonrası gündeme gelecek küresel çaptaki gelişmeler, ülkenin iç politik ilişkilerini doğrudan etkileyecek gibi görünüyor. HDP’ye yönelik başlatılan operasyon da iç politik denklemi kendi lehine kullanma çabasıdır. Ancak bu şansları kalmadı denebilir. HDP, ülke içi güç dengelerinin belirlenmesinde merkezi rolünü koruyacaktır. Ayrıca hiçbir hukuki temeli olmayan bu tür operasyonlar bu rolün çok daha fazla güçlenmesini sağlayacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.