Bir ülkede çürüme başlarsa önünde sonunda herkesi içine alır. Şarkıcısı, türkücüsü, sporcusu, memuru, amiri hiç fark etmez
Herkesin Halil Sezai adlı şarkıcı ve sinema oyuncusunun gözaltına alındığında, ilk anda hemfikir olduğu tek şey söz konusu şarkıcının muhalif bir kişilik taşıyor olmasına ilişkindi. Yorumlar genelde, Halil Seza adındaki şarkıcı ve oyuncunun sosyal medya hesabından iktidar karşıtı ifadeler yazmış olabileceği veya bir konserinde iktidar sahiplerine karşı bazı sözler söylemiş olabileceği şeklindeydi.
Kim bilir belki de ilgili değerlendirmeleri yapanların, ona yakıştırdıkları şey buydu. Ya da onlardaki Halil Sezai böyle birisiydi.
Oysa gözaltı nedeni çıka çıka bir sokak kavgasıydı. Hem de en onursuzundan. Çünkü ne kadar ilkel olursa olsun bu tür kavgaların da bir onuru ve düzeyi vardır/olmalıdır. Örneğin pusu veya bir kişiye birden fazla kişiyle çullanmak kavgaların en onursuzudur. Hatta kavga bile değildir. Halil Sezai davranışı belki bunlardan birisi değildi ama bunlardan çok da farklı değildi. Çünkü bir insanın kendinden daha güçsüz, daha yaşlı bir kişiyi dövmesi demek, nedeni ne olursa olsun onursuz ve kişiliksiz bir davranıştır.
Söz konusu olayın ve olgunun magazin yanı bizi hiç ilgilendirmemektedir. Lakin her olgu ve olay ciddi toplumsal katmanları, nedenleri olan ilişkilerin bir sonudur. Burada da kavganın nedeni, bir çekim için kiralanmış bir evde, evin yer aldığı site sakinlerinden birisinin çekime izin vermeyen davranışlar ile ilgili olmasıymış. Dediğimiz gibi, nedeni ne olursa olsun soruna ilişkin cevabi davranış biçimi hem ilkel ve hem de işin doğası ve biyolojik eşitsizliği nedeniyle tam bir serserilik.
Halil Sezai yıllardır sözde halkın içinde gezen, toplu taşıma araçlarını kullanan, yardım sever ve mütevazı olarak lanse edilen bir kişiydi. Kitlesi onu bu yönleriyle de seviyor olmalıydı. Lakin şimdi bu davranışlarına bakınca, çoğu davranışının hedef kitlesine yönelik bir piyasacılık ve pazarlama işleri olabileceğini düşünmek ona karşı fazla haksızlık mı olur bilemiyoruz?
Ama bizim asıl söylemek istediğimiz şey, bu örnekten hareket ederek şudur:
Haberin yani olayın ilk duyulduğunda, sosyal medya üzerinden gösterilen reaksiyonlar incelendiğinde, yapılan yorumlar değerlendirildiğinde şunu söylemek mümkün. İktidar, öylesine bir gözaltı ve tutuklama düzeni yarattı ki azıcık muhalif olmuş veya muhalif görünmüş kişilerin başına benzeri bir şey geldiğinde ilgili herkes ister istemez “iktidara karşı bir şey mi demiş veya yazmış” diye düşünüyor. İşte buna korku ve endişe iklimi denir. Korku ve endişeye dayalı oluşan oluşturulan düzenlerde ortaya çıkan duygu ve düşünce bir müddet sonra davranışlara ve dolayısıyla yaşam biçimine, yani “kültüre” dönüşür. Bu söz konusu toplumlar ve ülkeler için berbat bir değişim ve dönüşüm denmektir.
İkincisi, bir ülkede çürüme başlarsa önünde sonunda herkesi içine alır. Şarkıcısı, türkücüsü, sporcusu, memuru, amiri hiç fark etmez. Lakin işi popüler kültür olanlar işleri gereği çürümeye daha yakın ve yatkın kişilerdir. Çünkü popülizmden beslenirler. Çünkü güçlülük ve tanınmışlık gerektirir. Bu ayrıcalıklı olmayı getirir. Hele ki bizim gibi toplumlarda. Sözünü ettiğimiz yaşamları görünmekle ilgili olanların kendilerini konumlandırdıkları yer artık başka bir yerdir. Orası halkın üstünde ama halk ile yaşayan bir yerdir. Halksız da olmaz, halk ile de olmaz. Bu kesim kendisini bir zümre/sınıf gibi görmeye başlar ve “ayrıcalıklı olmaları” işin “fıtratı” gereğidir. İşte bu kesime karşı ayrıcalıklı davranmazsan, en düzeysiz davranışlarına tanık olabilirsin. Sınıf bilinci oluşmayan ve dolayısıyla toplumcu düşünemeyen özellikle şarkıcı, artist, sporcu kesimi genel olarak lümpenliğe en yatkın topluluktur. Ayrıcalığın ve gücün en fazla etkilediği ve şaşırttığı davranış biçimleri ve dönüşmeler bu kesimdeki kişilerden görece olarak daha fazla çıkar.
Sonuç olarak “çürüme” dediğimiz şey, kimliğin kişiliğin önüne geçtiği toplumsal yapı, düzen ve işleyiş demektir. Kimliğin para, paye ve mevki ile belirlendiği ve kişiliklerin tamamen bunların üzerine inşa edildiği bir toplumsallaşma biçimi, eşitsizliğin ve adaletsizliğin tüm unsurlarını içinde barındırır ve çürümenin ta kendisidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.