Türkiye’nin dış borç sıkışmışlığının giderek dayattığı yollardan biri alacaklılara varlık takası önermek. Birçok değerli varlık yok pahasına satılmak zorunda kalınabilir
Ağustos başında yaşanan döviz türbülansı ile Amerikan doları, Türk lirası karşısında iki haftada yüzde 11’e yakın değer kazandı. Merkez Bankası bu sert artışa TL faizlerini artırmak yerine, 20 Ağustos’taki Para Kurulu toplantısında bankalara verdiği likiditeyi daraltarak cevap vermeyi sürdüreceğini açıkladı. Merkez Bankası faizleri doğrudan artırmak yerine bunu bankalara bıraktı ve bankalar, ihtiyaç duydukları likiditeyi piyasadan, döviz bozdurarak, mevduat faizlerini artırarak bulmaya çalıştılar. Bunun kaçınılmaz sonucu kredi faizlerini de artırmaktı ve öyle oldu. TL faizlerinin artırılması ile ekonomi ısınmadan soğumaya geçerken, bir başka soruna odaklanmak gerekti: Borçları çevirmek.
Dışarıdan ihtiyaç duyduğu dış kaynak girişi yerine iki yıldır sürekli dış kaynak çıkışı sorunu yaşayan Türkiye ekonomisi, vadesi gelen borçları nasıl, neyle ödeyecek? Bu soru giderek önem kazanıyor çünkü önümüzdeki 12 ayda 171 milyar dolar tutarında dış borç ödenmesi gerek.
Kendisini her gün daha çok dayatan yollardan biri alacaklılara varlık takası önermek. Borca karşı şirket hissesi, binalar, arsalar, değerli İstanbul gayrimenkulleri…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak’ın yönettiği Türkiye Varlık Fonu (TVF) çatısı altındaki Türk Hava Yolları (THY) ve İstanbul Finans Merkezi kompleksi borca karşılık önerilecek varlıklar arasında sayılıyor. En iddialı ama hesapsız yatırımlardan İstanbul Havalimanı’nın şirketi İGA ortakları, otoyol, köprü, enerji santrali gibi başka mega projeler üstlenmiş dış borç yükümlüsü firmalar da borca karşılık varlık, hisse satışı arayışında. Potansiyel alıcılar arasında da öncelikle Katarlı sermayedarların adı geçiyor. Merkez Bankası’nda swap yoluyla tutulan Katar’ın 15 milyar dolarının da varlık takasına dönüştürülebileceği bankacılık çevrelerinden sık sık duyuluyor.
Bu sıkışmışlık, birçok değerli varlığın devrinde alıcının elini güçlendirip yok pahasına satışları da zorlayabilir.
Merkez Bankası tarafından hazirandan hazirana 12 ayda çevrilmesi gereken dış borç tutarı 171,4 milyar dolar olarak açıklandı. Bu, 430 milyar dolar dolayındaki Türkiye’nin toplam dış borcu stokunun yüzde 40’ına yakını demek. Türkiye’nin toplam dış borçları, bu yıl gerileme gösteren ve 700 milyar dolara düşmesi beklenen milli gelirinin yüzde 60’ını aşmış durumda. Bu, ağır bir borç yükü ve bunun önemli bir kısmının hemen 12 ayda çevrilme zorunluluğu, Saray rejiminin uykularını kaçıran ağır bir sorun.
Merkez Bankası verileri, kısa vadeli borç yükünün yüzde 35’inin kamuya, geri kalanının özel sektöre ait olduğunu gösteriyor. Kamu bankaları Ziraat, Halkbank ve Vakıfbank, 12 ayda 33 milyar dolarlık kısa vadeli borç çevirme durumundalar.
Kamuda ikinci kısa vade borç yükü Merkez Bankası’nın. Döviz rezervlerinin erimesiyle bir tür “tahta bacak” rezervlere ihtiyaç duyan ve bunun için swap yoluyla dış kaynak bulma arayışına giren Merkez Bankası, Katar ve Çin’den 16 milyar dolar edindi ama bunları kısa sürede geri ödemek durumunda.
Özel sektörün 12 ayda çevirmesi gereken dış borcu 111 milyar dolar ve bunun 61 milyar doları özel firmaların, kalanı bankaların yükümlülüğü.
Türkiye’nin risk primi (CDS) ağustos ortalarında 550-600 basamağına yerleşti. Bu, yükselen ülkeler arasında Türkiye’nin en riskli ülke olarak ayrışmasının pekişmesi demek. Öyle ki en yakındaki Güney Afrika’nın risk primi Türkiye’ninkinin yarısı. Bu durum, dışarıdan yeni borçlanmalarla vadesi gelen borçları çevirmeyi çok maliyetli hâle getirdi. Bu durumda borçluların başvurmayı denedikleri yollardan biri borç-varlık takası. Yani şirket hisselerinin, varlıklarının satılması yolunun denenmesi.
Dünya ekonomisinin pandemi nedeniyle büyük bir durgunluk, daralma dönemi yaşadığı şartlarda varlık fiyatlarının aşağı yönlü seyri, borca karşılık varlık satmak durumunda kalanların elini zayıflatıyor elbette. Ama yapacak bir şey kalmamışsa, akbabalara yem olmak pahasına varlık satışlarına mecbur kalınabiliyor.
Özel sektörde irili ufaklı el değiştirmeler yaşanırken, önümüzdeki günlerde hem sanayide hem inşaat ve taahhüt, turizm, sivil havacılık sektörlerinde daha büyük el değiştirmelerin yaşanacağı bankacılık çevrelerinde konuşuluyor. Bankaların tahsili gecikmiş ya da batık alacaklarının toplam kredilere oranı yüzde 4,4. Ancak kredinin batık sayılması için gecikme süresi 90 gün iken pandemi ile 180 güne çıkarıldı. O nedenle, bu sürenin dolması ile gerçek batık kredi miktarı ve icra-iflaslarla birlikte varlık değişiminin de hızlanması bekleniyor.
Borç-varlık takası, daha çok mega proje olarak adlandırılan kamu-özel ortaklığı modeliyle proje üstlenen firma ya da firma gruplarında bekleniyor. Başta İstanbul Havalimanı, Üçüncü Boğaz Köprüsü, Avrasya Tüneli, otoyol yapımını üstelenen ve sözleşmelerini döviz üstünden yapan firmaların kullandıkları dış kaynakların TL karşılığı, firmalara önemli kur zararları yazdı, yazıyor. Söz konusu yatırımları gerçekleştirirken borçlandıkları her 1 dolar yaklaşık 3-4 TL iken bugün 7 TL’nin çok üstüne çıkmış durumda.
Mega projelerden yedisini üstlenen firmaların 17,2 milyar dolarlık dış borçlanmasına, Hazine bir tür kefil olmuş (borç üstlenimi) durumda. Borçlarını ödeyemeyen firmanın borcu, Hazine’nin borcuna dönüşebilir, birçok işletmenin de Türkiye Varlık Fonu’na devri, bir anlamda borç-varlık takası, şirketle TVF arasında gerçekleşebilir.
Öte yandan, TVF de varlıkları paraya çevirme arayışında. Bu konuda büyük ölçekli sözleşme görüşmelerinin bazıları TVF ile Katar hükümeti arasında sürdürülüyor. Merkez Bankası’ndan 15 milyar dolar alacağı olan Katar’a, bu alacağına mahsuben yapımı süren İstanbul Finans Merkezi’nden önemli parçalar teklif edildi ve bununla ilgili anlaşmaların açıklanması yakın zamanda söz konusu olabilir.
Yapımı süren İstanbul Finans Merkezi kompleksinde Katar Finans Merkezi’nin önemli bir yer tutması planlanıyor. Katar 2017’den itibaren sağladığı vergisel avantajlar, kesintisiz kâr payı transferi ve istihdam teşvikleriyle yabancı şirketlere kapılarını açtı ve hızlı büyüdü. Doha’daki Katar Finans Merkezi’nde hâlihazırda çoğunluğu yabancı, 900’den fazla firmada 3 bin 500 kişi çalışıyor ve finansal teknoloji ve katılım finans şirketleri faaliyet gösteriyor. 2018 yılında İslami finans alanında Türkiye ve Malezya’nın da içinde olduğu üçlü bir yapı kurmayı planlayan Katar’a, İstanbul Finans Merkezi’nden yapılan teklif çok cazip gelmiş olmalı ki, alacağına mahsuben yapılacak bu satışın el kulağında görünüyor.
AKP rejiminin Katar’a başka varlıklar da satarak borç-varlık takasında yol almak istediği biliniyor. Söz konusu varlıklar arasında, pandemiyi içeren ikinci çeyrekte 2,2 milyar TL zarar yazan ve ciddi bir finansman desteği içinde olan THY’nin, sivil havacılıktaki krizle birlikte önemli bir boşluğa düşen, yıllık 90 milyon yolcu kapasitesinin yüzde 10’unu bile kullanamaz hâle gelen İstanbul Havalimanı’nın, hatta bu havalimanının yapımıyla atıl duruma düşen Atatürk Havalimanı’nın da adı geçiyor.
Bu alışverişlere uzak durmayan Katar’ı en çok ilgilendiren ise Saray rejiminin geleceği. Normal seçim tarihi olan 2023’e kalmadan bir erken seçim ihtimalinin belirmesi, Katarlıları da işleri ağırdan almaya sevk etmiş görünüyor. İktidarın değişmesi hâlinde, bugüne kadar yapılmış ekonomik işbirliklerinin denetlenmesi ile ortaya nelerin çıkabileceği bilinmiyor. Bu işbirliklerinde şeffaflık olmadığı çokça yazıldı, konuşuldu. Hukuka uymayan birçok işlemin yargı önüne çekilmesi de söz konusu.
Kaynak: Al-Monitor
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.