Filmin ana teması faşizm olsa da onun militarizm ve tekelcilik ile kurduğu ilişkinin toplumsalda sıradanlaşması film üzerine güncel bir okuma yapmanın olanağını da bizlere sunuyor. Sıradan Faşizm şu dönemde tekrar izlenilmesi ve üzerine tartışılması gereken bir film
Sinema tarihi açısından pek çok ülke kendi film dilini oluşturmuş ve öncü yönetmenleri sayesinde sinema akımları ortaya çıkmıştır. Bu akımlardan Sovyet Toplumsal Gerçekçiliği, üzerinde sıklıkla kafa yorulan sinematografik izler barındırır. Akıma dâhil olan yönetmenler arasında ise genelde Kuleşov, Pudovkin, Eisenstein ve Vertov gibi ustaların ismi geçer. İsmi bu yönetmenlerle çok sık anılmamasına rağmen ikinci kuşak Sovyet yönetmenlerden olan Mikhail Romm da kendi çağdaşlarının ötesinde işler başarabilen bir usta. Mikhail Romm’un 1965 yılında tamamladığı Sıradan Faşizm isimli belgesel, görüntülerin bir yapı-söküme uğratılmasına benzer biçimde beyaz perdeye düşmesini andırıyor. Romm filmde kullandığı fotoğraf ve görüntülerin büyük bir çoğunluğu Nazi arşivlerinden derleyerek oluşturmuş. Kronolojik bir dizgi ile ilerlemeye çalışan film birbiri ile bağlantılı öncüllerin bir araya gelmesiyle 2 bölüm ve 15 kısımla izleyicinin karşısına çıkıyor. Filmin son kısmı için “henüz bitmeyen son kısım” diyor yönetmen Romm. Nedenini ise filmde uzun uzun cevaplıyor.
Romm filmin hemen başında niyetini açıkça ifade etmektedir. Ona göre faşizm, insanların farklılıklarını yok eder ve onları tektipleştirerek kitleselleştirir. Bu haliyle faşizm sıradanlığın üzerinde kuruludur ve yaygınlaşması bu sıradanlığın sağlanması ile gelişir. Sıradan faşizm gündelik hayatın ilişkilerinde, işte, okulda ya da kalabalığın kütle karakteri kazandığı stadyum ya da çete gibi mecralarda daha masumane biçimde tezahür edebilir.[1] Romm filmde faşizmin tarihsel bir tahlilini yapmaktan ziyade faşizmin nasıl kitlelere yayıldığını ve sıradanlaştığını göstermeyi amaçlıyor. Zaten bu yönüyle Hollywood’un gerçeklikten tamamen kopuk film anlayışının tersine tam da gerçekliği eleştirel bir düzlemden okuyor. Filmde temel olarak Adolf Hitler’in öncülüğünde iktidara gelen Nazi Partisi’nin yükselişi ve II. Dünya Savaşı sonunda meydana gelen çöküş anlatılıyor. Bununla birlikte filmin adını da şekillendiren durum, gündelik yaşamın sıradanlığına kapılan insanların sorumluluk almayışı ya da boş vermeleriyle faşizmin tırmanışı betimliyor.
Nazizm sermayeden aldığı destekle iktidara gelirken uzun yıllardır görmekte olduğumuz popülist siyaset söyleminin en büyük örneğini ‘herkesi kucaklamayı’ gösteriyor. Kiracılara kiraları düşürme, ev sahiplerine kiraları yükseltme, büyük mağaza sahiplerine rakiplerini ortadan kaldırma, küçük dükkân sahiplerine ise mağazaları kapatma sözü veriyor. Böylece faşist iktidar söz verme konusunda asla bir cimrilik yapmıyor. Bu esnada dünyanın önde gelen ülkelerinde ise günlük yaşam devam etmekte, çünkü hemen hepsi Hitler’in kabul edilebilir bir politika izleyeceğini düşünüyor. Ancak Hitler’in önderliğinde kurulan faşist iktidar her geçen gün perçinlenerek yoluna devam ediyor ve Nazizmin önündeki engelleri kaldırmak adına kirli yüzünü ilk olarak komünistlere gösteriyor. Çok geçmeden komünistlerin akıbetine sosyal demokratlar, sendika önderleri, muhalif işçiler, gazeteciler ve daha doğrusu Hitler gibi düşünmeme cesareti gösteren tüm insanlar uğruyor. Çünkü faşizm sadece anti-komünist değildir, ayn�� zamanda halka da karşıdır. Böylece faşizm için öncelikli görev, sermaye saldırısı ile kitlelerin kapitalist bir azınlık tarafından sömürülmesini sağlamak ve halkın üzerinde kurduğu egemenliği politik olarak pekiştirmektir.[2]
Tam da bu noktada yönetmen Romm şunu soruyor: Alman toplumu gibi yüksek eğitim görmüş bir toplum nasıl olur da Hitler gibi birine inanır?
Hitler iktidara geldikten hemen sonra toplumsal düzeni kendi parametreleri ile yeniden kuruyor. Kitlesel ritüeller oluşturarak bir dönüşüm sağlamayı başarıyor Hitler. Üniversite kampüslerinde Nazi yönetimi tarafından yasaklanan kitaplar görkemli bir şekilde yakılıyor. Propaganda Bakanı Goebbels, Berlin Üniversitesi önünde Yahudi entelektüalizminin artık son bulduğunu dile getiriyor. Devlet sokaklara iniyor ve kurulan halk sofralarında hep birlikte geleneksel çorbalar kaşıklanıyor. Birbiri ardına gelen temel atma törenleri, geceleri meşaleli gündüzleri ise sancaklarla yapılan yürüyüşler bu ritüellerin başında geliyor. Nazizm o kadar doğal bir unsur haline geliyor ki her kadının aryan ırkına mensup erkekten dört çocuk yapması öneriliyor. Kafatası ölçümleri ise “bilim insanları” tarafından titizlikle sürdürülüyor. Yazarlar ne hakkında yazacaklarını, tiyatro ve sinemacılar ise neyin estetik olduğunu aldıkları talimatlara göre belirliyorlar. Nihayetinde Hitler’in salt kötülüğü Almanya’da gündelik yaşamın bir parçası olarak şekilleniyor ve fanatik barbarlık toplumun her kesimine nüfuz ediyor. Böylece faşizmin ilk kazmasını İtalya’dan Mussolini vuruyor, Hitler ise Almanya’dan kürekle devam ettiriyor.
Nazi Almanya’sı Hitler’in önderliğinde yayılmacı bir politika izlenirken savaş tüm yıkıcılığı ile dünyaya yayılır. Arendt’in aktardığı gibi “radikal çözüm” toplama kamplarında ortaya çıkar.[3] Filmin en önemli kısmı belki de burası olabilir: Fotoğraflar… Toplama kamplarında henüz katledilmeden önce fotoğrafları çekilen onlarca insan ve hepsi kameraya, bize bakıyor. Uzun bir süre fotoğraflardaki kişilerle göz göze geliyoruz ve ardından ağlayan insanların görüntüsü ekranı kaplıyor. Yalnız bu insanlar gaz odalarında ölenlere değil önlerinden geçen Hitler’e dokunabilmek için ağlıyorlar.
Avrupa’yı kanlı bir gezinti gibi gören Nazi askerlerinin cesetlerinin üstünde bulunan vesikalık fotoğrafların yanında işkence ile öldürdükleri insanlarla çekildikleri fotoğraflar bulunuyor. İnsan öldürmek o kadar sıradan bir durum ki vesikalıklarla birlikte hatıra olarak katliamın fotoğraflarını saklıyor Nazi askerleri.
Savaşın ardından sıradan faşizm NATO güdümündeki ülkelerde büyük bir silahlanmayla devam ediyor. İnsanlığın gördüğü en büyük yıkımlardan biri olan II. Dünya Savaşı sonrası meydana gelen olaylar (savaşlar, cinayetler, katliamlar, nefret söylemi, ırkçılık vd.) sanki mein kampf’ın[4] yeniden yazıldığını ve Hitler’in yaşayan binlerce ölüyle tekrar hortladığının mesajlarını veriyor.
Mikhail Romm, Sıradan Faşizm’de zihinlerden asla çıkmayacak olan bu kötülüğün sebeplerini ve sonuçlarını ortaya koyamaya çalışarak anlatıyor. Arşiv görüntülerinden uzun yıllar çalışılarak üretilen film, bazen öfkeli bazense alaycı bir dil tutturarak oluşturulmuş. Filmin ana teması faşizm olsa da onun militarizm ve tekelcilik ile kurduğu ilişkinin toplumsalda sıradanlaşması film üzerine güncel bir okuma yapmanın olanağını da bizlere sunuyor. Sıradan Faşizm şu dönemde tekrar izlenilmesi ve üzerine tartışılması gereken bir film. Sonuçta faşizm, salt kolluk kuvveti ve şiddet aracı ile değil aynı zamanda zihinlerin uyuşması ve koşulsuz biat kültürünün yaygınlaşması üzerinden gelişiyor. Tıpkı uzun zamandır yaşadığımız gibi.
Dipnot:
[1]Bora, Tanıl. (2000). Faşizmin Halleri. Birikim Dergisi 133. https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-133-mayis-2000/2326/fasizmin-halleri/3290
[2]Dimitrov, Georgi. (1989). Faşizme Karşı Birleşik Cephe. Ankara: Ekim.
[3]Arendt, Hannah. (2012). Kötülüğün Sıradanlığı. İstanbul: Metis.
[4]Kavgam.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.