Züğürt emperyalist olur mu? Emperyalizm tanımı gereği, yeni yatırım alanları bulamayan aşırı sermaye demektir. Mal ihracının yerini sermaye ihracının almasının sebebi, emperyalist metropollerin kulaklarına kadar fazla kârlarla dolması ama bu kârların yatırım alanı bulamaması idi. Aşırı kârlar bu yüzden sömürgelere akar. Türkiye ben bildim bileli, sabah akşam yana yakıla emperyalist ülkelerden para arar durur
Engin Erkiner, yazdığım alt-emperyalizm yazısına verdiği cevapta, “Türkiye başka ülkelere meta ihraç ediyor, Bangladeş’te buzdolabı yapıyor, sen Türk ordusunun yaptığı dron uçakları gördün mü, feci güçlü” düzeyinde örnekler veriyor. Erkiner’in tanımlarını doğru kabul edersek, emperyalist politikalar doğrultusunda ihraç ekonomisine yönelmiş her yeni-sömürge ülkeyi emperyalist ilan ederiz.
Türkiye’nin bütün yatırımlarının, iktisat politikalarının, tarım, turizm, madencilik politikalarının temelinde Türkiye’ye akan emperyalist sermaye ve onun çıkarları yatar. Türkiye’nin dış politikasını, savunma politikasını, iç politikasını bu sermayenin çıkarları belirler. Türkiye’nin ya da Bangladeş’in, Pakistan’ın vb. şirketlerinin, ucuz mal üretmek için başka ülkelerde yatırım yapması, doğrudan emperyalistler tarafından dayatılan küreselleşme politikalarının bir sonucudur. Türk inşaat şirketleri yurtdışı operasyonlarında sermaye ihracı filan yapmıyor, taşeronluk yapıyorlar. Mesela Irak ve Libya operasyonlarında STFA Grup Bechtel’in taşeronuydu. Türk silah sanayii, başından itibaren emperyalist silah sanayiinin bir uzantısı olarak kuruldu. Uçak, helikopter vb. silah fabrikaları hepsi ABD ve diğer emperyalist ülkelerin inisiyatifi ve denetiminde kuruldu. Dron sektörü de farklı değildir. “Dronlarımız var, Libya’yı ele geçiriyoruz, bölgenin güçlü devletiyiz, her tarafa ihracat yapıyoruz, güçlü ekonomi” gibi AKP’nin seçim argümanları, sol liberallerin elinde alt-emperyalizm teorisine dönüşüyor.
Bir kuşak önce olsa, alt-emperyalizm iddiası bir zırva olarak alınırdı. Şu an bu zırvayı ciddiye alıp tartışmamız, solda liberal çürümenin ne kadar derin olduğunu gösteriyor aslında. Züğürt emperyalist olur mu? Emperyalizm tanımı gereği, yeni yatırım alanları bulamayan aşırı sermaye demektir. Mal ihracının yerini sermaye ihracının almasının sebebi, emperyalist metropollerin kulaklarına kadar fazla kârlarla dolması ama bu kârların yatırım alanı bulamaması idi. Aşırı kârlar bu yüzden sömürgelere akar. Türkiye ben bildim bileli, sabah akşam yana yakıla emperyalist ülkelerden para arar durur. Bu durum giderek şiddetlenmektedir. Türkiye son iki senedir bazı cari işlemleri döndürebilmek için bile her yerden para arıyor. AKP iktidarında ülkeye giren 400 milyar dolardan fazla para olmasaydı ülkede hiçbir yatırım yapılamazdı. Dahası, ülke içi yatırımın yönünü belirleyen bu emperyalist paralardır.[1]
Alt-emperyalizm terimini ilk ortaya atanlardan birisi Brezilyalı sol liberal araştırmacılardan Guy Marini’dir. Marini, 1972 yılında yazdığı bir makalede, 1960’lar sonu Brezilya’sını açıklamaya çalışır. İthalata dayalı ekonomik modelden ihraç ekonomisine ilk geçiş için Şili örnek verilir ama aslında ilk deneyimler Asya’da Güney Kore ve Latin Amerika’da Brezilya’dır. Marini, kendisi ve dünya sosyalist solu için ilk olan bu olguyu anlamaya çalışır. İhracata dayalı sanayileşme olgusu, o zamana kadar solda yaygın olan gelişmişlik-azgelişmişlik kavramlarına uymuyordu. Yeni-sömürgelerin daha önceki rolü, emperyalist ülkelere tarım ve maden vb. hammadde sağlamak, emperyalist şirketler için ise pazar görevi üstlenmekti. İthal ikameci bir mantıkla ülke içinde kurulan emperyalist şirketlerin pazarları gümrüklerle korunuyordu. Ama bu birikim modeli 1960’larda duvara çarpmaya başladı ve yerine, artık hepimizin aşina olduğu, ihraç ekonomisi denen bir model geldi. Sanayi üretimi, emeğin oldukça pahalı olduğu emperyalist ülkelerden bizim gibi yeni-sömürge ülkelere kaymaya başladı. Bu olgu ve birikim metodu, bizzat emperyalist kurumlar tarafından geliştirildi ve bizim gibi ülkelerin hepsine dayatıldı.
Emperyalizmin politikaları sonucu oluşan bu çarpık sanayileşmeyi Marini gelişmişlik olarak gördü ve bunu analiz etmeye çalıştı. Bu konuda yalnız da değildi. Mesela Andre Gunder Frank oldukça yanlış biçimde, sadece sanayi ihraç rakamlarına bakarak Güney Kore’nin artık az gelişmiş değil gelişmiş olduğunu ve batılı toplumlara katıldığını, o zamanlar Asya Kaplanları denilen Tayvan, Güney Kore, Singapur, Malezya, Endonezya vb ülkelerin de bu yolda olduğunu ileri sürmüştü. Frank ve Marini’nin hatası emperyalist yeni-sömürge ilişkilerini gelişmişlik az gelişmişlik ikileminde düşünmeleri ve emek yoğun sanayi yatırımlarının yeni sömürge ülkelere kaydırılmasını gelişmişlik olarak yorumlamaları idi.
Bu konuda bence bu kadar yeter. Solda Türkiye’yi emperyalist görmenin bir sebebi, emperyalistleri görmeme, onu görmek istememedir. Eski AB’ciliğin yeni tezahürüdür. Daha eskiler buna “Tanzimat kafası” diyorlardı. Bu kafada umut, emperyalist ülkelerde aranır. Zihnimiz öğle iğdiş olmuş durumdaki, örneğin emperyalistlerden demokrasi ve özgürlük bekliyoruz ama bir taraftan da solculuğumuza zeval gelmemesi lazım. Bu noktada Türkiye’yi alt-emperyalist ilan ediyoruz ve hala anti-emperyalist ve özgürlükçü kalıyoruz. Türkiye bölge politikalarında ABD’nin jandarmasıdır. Herkes biliyor ki Türkiye, Suriye ve Libya’ya ABD politikaları doğrultusunda müdahil oldu. Emperyalist işgal politikaları sonucu bu ülkelerde milyonlarca insan öldü ve ölmeye devam ediyor. Erkiner, Suriye, Libya vb. ülkelere yapılan bu vahşi emperyalist müdahaleleri, “barış gücü” kisvesi altında savunuyor.[2] Bu ülkelerde milyonlarca emekçi vahşice öldürüldüğünde doğrudan emperyalizme karşı çıkmak yerine, orada emperyalizm ile iş yapan Türkiye’ye “Bakın katil işte bu” diyor. Gerekçe olarak ise Saddam, Esad, Kaddafi vb. diktatörleri gösteriyor. Sanki bir ülkenin başındaki diktatörlerin kötülüklerinin emperyalistlere işgal, katliam ve faşist devletler kurma hakkı verirmiş gibi.
Son olarak, özellikle solda yer alan ve alt-emperyalist teorisini destekleyen bazı arkadaşlara ilişkin bir gözlemimi burada belirtmek istiyorum. Sanırım burada esas sorun Kürt sorunu. Kürt halkı ezilen bir halktır ve demokrasi mücadelesinin önemli dinamiklerinden birisidir. Kürt halkının ve ezilen diğer halkların haklarını savunmak devrimciliğin olmazsa olmaz koşullarındandır. Ancak bu arkadaşlar, Kürt halkının tüm haklı taleplerini destekleme ilkesini, Kürt siyasi organizasyonlarının doğru yanlış tüm politikalarını desteklemeye indirgiyorlar. PKK son 25 yıldır başta ABD başta olmak üzere emperyalist devletler ve kuruluşlarla işbirliği geliştirmeye çalışıyor. ABD, PKK ile başından beri çalışmayı reddediyor. (Ama PKK’ye yakın olan yasal parti ve kuruluşlarla ilişki geliştiriyor.) Ancak Suriye’de YPG ile ABD arasında, sahadaki koşulların zorlaması sonucu bir işbirliği gelişti ve bizim solcu arkadaşlarımız bunu meşrulaştırabilmek için alt-emperyalizm teorilerine sarıldılar. Ancak hem kendilerine, hem de desteklemek istedikleri Kürt halkına en büyük zararı veriyorlar.
Artı Gerçek haber sitesinde Hamide Yiğit’in konu ile ilgili “ABD için Kürtlerin ulusal birliği ne anlama geliyor, tarafların beklentileri ve itirazları nelerdir?” başlıklı bir makalesi yayımlandı. Bu haberden de açıkça görüldüğü gibi, ABD’nin misyonu Kürtlere özgürlük getirmek değil, tam tersine, Kürtleri, Arapları, Türkler ile tüm bölge halklarını sömürgeleştirmektir. Bunun yolu Erdoğan, Barzani gibi gericileri, faşist yönetimleri başa getirmektir. ABD bazı zorunluluklar gereği YPG ile çalışıyor ama diğer yandan onu Barzanileştirmek, içindeki demokrat, laik, özgürlükçü unsurları tasfiye etmek için elinden geleni yapıyor. Kürt halkının özgürlüğü emperyalizm ile işbirliğinden değil ama tam tersine ona karşı mücadeleden geçer. Aksi Barzani hareketinde görüldüğü gibi Kürt halkının özgürlüğü, demokrasi ve bağımsızlık değil, Türkiye faşizminin bir uzantısı olacaktır.
Dipnotlar:
[1] Erdoğan yönetimine getirilen en büyük eleştirilerden birisi ülkeye akan bu paranın yanlış kullanıldığı, üretime yönelik kullanacakken, inşaat ve spekülatif alanlarda kullanıldığıdır. Bu analiz kökünden yanlıştır, emperyalizmi anlamamaktan kaynaklanır. Bu para zaten emperyalistlerin parasıdır ve bu paranın hangi yatırımlara gideceğine karar veren emperyalistlerdir. Eğer yeni sömürge olan diğer ülkelere de bakarsanız, yatırımların bir kısmının emperyalist şirketlerin uzantısı üretim birimlerine, ama büyük çoğunluğunun özelleştirme, borsa ve inşaat gibi spekülatif alanlara gittiğini görürsünüz. Bu sermayenin kendisi için en kârlı alanlara yönelmesi için gereken tüm yasal, idari, politik tedbirler, daha ülkeye girmeden alınır.
[2] http://enginerkiner.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1609&Itemid=1%20
https://bianet.org/biamag/bianet/128909-anti-emperyalizm-ama-hangisi
İlgili yazılar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.