Sizi yangınlara atan iklim bugün de kat kat yangınlar yaratan aynı iklimden. Orda, o duman tüttükçe aynı ateşle bizler de yanmaya devam ediyoruz ve Sivas’ın açılamayan dumanlı başı bütün bir ülkenindir
Öyle zamanlar olur ki bir olayın nedenlerinden öte ortadaki sonuç ilişkisi nutkumuzu tutmaya, olayın görünümünün beynimizin kıvrımlarına bir çivi gibi bata çıka işlenmesine yeter de artar bile. Temmuz 1993’ün Sivas gerçeğinin böyle bir şey olduğu kuşaktan kuşağa hepimizin malumudur.
Ateşi soğumayan, dumanı tütmeye devam eden sızılı yanımız Madımak! Evvelinden açılıp da kapanmayan yaralarımızın tuzu-biberi. Ve sonrasında gelen can kırımları ve linç olaylarının da acıyan, kanayan bir noktasında büyük harflerle yazıp söylemeden geçemediğimiz 2 Temmuz 1993 Sivas’ı. Kapanmayan Pir Sultan davasının; Pir Sultan’dan sonraki Pir Sultanların insanca, hakça bir yaşam mücadelesinde uğradığı zulümlerle açılan yeni dava defterlerinin de bir başka yaprağı…
Üstünden geçen onca yılın sonunda bu ateşli kırım, modern çağımızda zaman aşımıyla mahşere terk edilecek değildir tabiî. Uygulanan zulmün hesabının hakkaniyetle görülmediği bir süreç, mazlumdan yana taraf olan bizlerin sorumluluk açısından yükünü ağırlaştırdığı kadar çürüme ve yozluğun sembolü güç odaklarından beslenen zalime de cesaret aşılar.
Elbet bu cesaret aklın saf dışı edildiği bir noktada belirip yeşermiş olan cehaleti kuşanma körlüğüdür ve bugün egemen hale gelen siyasal gericiliğin dışında değildir. Yakın tarihimizde 70’li yılların Kanlı Pazar’ından, 77’nin 1 Mayıs Katliamı ve o sürecin Sivas, Maraş, Çorum, Malatya’daki mezhepçi cinayet ve talan eylemleri ile 12 Eylül faşizminin işkenceleri, gözaltında kayıpları, hapsetmeleri hesabı verilmeyen sayısız örnek içerir. Buna Kürdistan’da, hapishane baskınlarında, Gazi’de yapılanlar da dahildir. Görülmeyen her hesap, zalimlerce ister din ister milliyetçilik zırhına bürünmüş dava yığınına dönsün bugün bu kan ve linç kültürünün paralelliği halkın ve kitlelerin sesini yükseltmesine, yürüyüş yapmasına karşı örülen yasak ve barikatlarla son kertede aynı kapıya çıkmaktadır.
Alevlere kazınan 93 Sivas’ındaki isimler salt 2 Temmuz 1993’te olup bitmiş, unutulmuş ya da unutulma zaafına uğramış değildir. 2 Temmuz’u anmak, anımsamak bir toplumsal bellek oluşturma olayından öte sıcağı sıcağına günümüzün olaylarına karşı duyarlılık ölçütünün bir parçası niteliğindedir ve yarınlara doğru giden yolda hesabını tuttuğumuz defterdeki kaydı da bakidir.
Göğe yükselen alevlerle yazılan o isimler bizim dünümüz, bakışlarında ise bugüne ve yarına yönelik sorumluluğumuzun çizgileri süzülüyor. Öncelikle bir bedenden ve bir isimden fazlası olan kimliğinizi tek tek yazıyoruz başucumuzda bir yere:
Ahmet Alan, Ahmet Özyurt, Asaf Koçak, Asım Bezirci, Asuman Sivri, Behçet Aysan, Belkıs Çakır, Carina Johanna, Edibe Sulari, Erdal Ayrancı, Gülender Akça, Gülsün Karababa, Handan Metin, Hasret Gültekin, Huriye Özkan, İnci Türk, Kenan Yılmaz, Mehmet Atay, Menekşe Kaya, Metin Altıok, Muammer Çiçek, Muhibe Akarsu, Muhlis Akarsu, Murat Gündüz, Nesimi Çimen, Nurcan Şahin, Sait Metin, Sehergül Ateş, Serkan Doğan, Serpil Canik, Uğur Kaynar, Yasemin Sivri, Yeşim Özkan.
Sazlarıyla ozanlar, kalemleriyle yazarlar geleceğe yol alan umutlarıyla çocuklar yani her biri kendi ağırlığınca bütün canlar; sizler ateş topu olarak bu topraklara savrulmuş birer sayısal veri değil hep bir arada kardeş kardeşe var olmanın, dayanışmanın, özgürlük ve demokrasi inancının, dünden bugüne bugünden yarına uzanan halkanın timsalisiniz. Anmak ne kelime! Anma törenleri uğruna ölümler yaşamış bu toprakları iyi bellemiş bir halkız.
Yangından Aziz Nesin’le birlikte kendini sağ kurtarabilen Lütfi Kaleli, 2 Temmuz 1993 Cuma günü Pir Sultan Şenliklerine katılanlara yönelik saldırıları aşama aşama bir kenara not etmişti. Madımak, dünyanın gözü önünde bile bile ateşe verilirken insanlık adına utancın ve acının en katmerlisi yaşanmaktadır. Köreltilmiş göz ve terk edilmiş akıl etrafında örgütlenmiş cehalet on iki yaşındaki Koray Kaya’nın çığlıklarını duyduğu gördüğü halde zevk içinde “Allah-u Ekber” diyerek ateşi harlamayı sürdürmüştür.
Madımak gazisi Lütfü Kaleli, Aziz Nesin’le birlikte fuaye ve merdiven boşluğuna dolan dumandan korunmak için odaya sığınmışlardır. Saat 12.00’de başladığı 2 Temmuz günlüğüne ilerleyen saatlerde şunları da not düşer:
Saat 20:30
İşte can alıyor, kan emici vampirler. Tamtam çalıp hop hop oynuyor yamyam kılıklı canavarlar. ‘Müslüman Türkiye!’ diye zafer çığlığı atarlarken; Aziz Nesin ile ben kıvranıyoruz boğucu duman içinde. Bu alçaklara kötü bir ölü görüntüsü vermek istemiyor Nesin:
‘Kaleli beni şu yatağa uzatıver’ diyor…
Boğazım tıkanıyor, başım dönüyor, dünyam kararıyor:
-Öleceğiz Abi, öleceğiz diyorum durmadan…
Hemen yanıbaşımda bitiveriyor Nazım Hikmet:
‘Düşmana inat, bir gün daha yaşamak!’ diye sesleniyor.
Bilincim açılıyor o an, elini tutuyorum Nesin’in.
-Gel çıkalım Abi, diyorum.
‘Durmayalım’ diyor Nesin.
Odanın kapısını açınca, ejderha dili alev yakıyor bedenimizi; Koyu kara duman kesiyor nefesimizi… Soluksuz iki büklüm koşuyoruz camı kırık pencereye. Oksijen soluyup biraz toparlıyoruz kendimizi…
-İmdat! diye bağırıyorum dördüncü kattan aşağıdakilere.
Bir itfaiye arabası yanaşıp uzatıyor merdivenini penceremize. Kucaklayıp kaldırıyorum Nesin’i merdivene. Nesin önde, ben arkada, ağır ağır iniyoruz. Tam da o an Belediye Meclis üyesi Cafer Erçakmak, tanıyor Nesin’i, tüm katır kiniyle kişniyor:
‘Esas ölecek hayvan ölmemiş! Öldürün onu!’ diyor.
Hemen yangın kancasını alıp bize saldırıyor… Müslümanlar coşuyor, linç etmek için Nesin’i…
-İmdat! diye bir çığlık daha atıyorum;
Ola ki içlerinden insan sütü emmiş birileri var diye. Ne gezer! Bir itfaiye eri bileğinden tutup savuruyor Nesin’i. Düşerken yakalıyor bir merdiven basamağını. Gövdesi sarkarken asılı kalıyor Nesin. Allah yarattı demiyor vuruyor itfaiye erleri… Kan akıyor Nesin’in alnından, yanaklarından. Yine ‘imdat!’ çığlıklarım yükseliyor. Anımsıyoruz yüzyıl öncesinden:
‘İt görirem, kurt görirem korkmirem.
Harda bir müsilmen görirem korkirem
Korkirem ay balam korkirem!…’
diyen Azerbaycanlı şair Sabir’in dizelerini. Buradaki Müslümanları görünce ben de korkirem. Bunlar Muhammedî İslam’ı ve soyunu katleden Emevi İslam artığı Müslümanlardır ay balam! Kan emeci vampirlerden de beter hayvanlardır; Hayvanlardır ay balam, hayvanlardır.”
Saat: 20:40
İşte Tanrı, insan sütü emmiş bir komiser çıkartıyor. O hayvanların elinden Aziz Nesin’i kurtarıyor. Dumandan ve dövülmekten baygın düşen Nesin’i ve de Nesin’in kanlı başını özenle tutan beni.[1]
İçeriden sağ çıkabilenler o tutuşan bedenlerle birlikte yürek yangınının en soluksuz ve öfkeli bir koşusunun içinde buldular hayatlarını… Aziz Nesin’in kalbi bu cehalet çılgınlığına ancak iki yıl dayanabildi.
Ateşe atılanlar sadece canlar değil, cana can katan kitaplardır, türkülerdir, semahlardır, sahnedir, bağlamadır, gitardır… Sizi yangınlara atan iklim bugün de kat kat yangınlar yaratan aynı iklimden. Orda, o duman tüttükçe aynı ateşle bizler de yanmaya devam ediyoruz ve Sivas’ın açılamayan dumanlı başı bütün bir ülkenindir. “Şeriat gelecek zulüm bitecek”, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak” diye diye toprağımızı çoraklaştıranlara karşı mücadelemizi sürdürmekten geri kalamayız. Çünkü yenilmek ancak terk etmekle olanaklı hale gelir.
O gün bugündür yani tam yirmi yedi yıldır etrafımızı saran alevlerin arasında ışıyan sizin bakışlarınızla yüz yüzeyiz. Biliyoruz o ışıkların içinde Pir Sultan da var. Ve biliyoruz size bakarken bakışlarımızın kararmaması gerektiğini. Ne unutulacak ne mahşere kalacak haliyle ‘93 Madımak yangını bu dünyaya dairdir.
Dipnot:
[1]Lütfi Kaleli, Sivas Günlüğü, Berfin Bahar, Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Sayı 77, Temmuz 2004
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.