Kurban döneminde açığa çıkan bu bariz çatışma aslında hayatımızın en temel çelişkilerinden biri ile bizi yüzleştiriyor. Hissedebilen, duyarlı bir varlığı ihtiyacımız olmadığı halde sömürmek, kullanmak, mal olarak alıp satmak, yemek bu hassasiyet dönemlerinde “tiksindirici” gelebiliyor. İşte bu tiksinme duygusu asıl “normal” olan
Hayvan özgürlüğü kavramı toplu katliam dönemlerinde tekrar tekrar tartışmaya açılıyor. İnsanlar, “ipini koparan dananın” tarafında olduğunu iddia ettikleri bu 4 günlük hassasiyet dönemi bitince türcü hayatlarına geri dönüyor. Çoğu ise sadece hayvanlara “acımak” ile yetinerek bu dört günlük kanlı bayramı geride bırakıyor. Pek çok hayvan hakları aktivisti ise kurbanın aslında dinde yeri olmadığına dair insanları ikna etmeye çalışıyor. Bu yöntem bir denetim mekanizması olan dinleri güzelliyor ve dogmatik bakış açısını pekiştiriyor. Özel olarak dinler, ritüeller üzerine uzun bir yazı yazabilirdim ama böyle bir günde türler arası eşitlik talebini hatırlatan bir yazı yazmak en güzeli olacaktır.
Vegan olmak mümkün mertebe hayvan kullanımlarının tamamını hayatımızdan çıkarmaktır. Bunların içerisinde beslenme, eğlence, deney, kıyafet ve aklımıza gelmeyecek daha pek çok alanda süren tüm kölelik biçimleri dahildir. Bunu yapmak ise basit pratiklerimizi değiştirmekle mümkündür ve kolaydır.
Evet, bal da yemiyoruz.
Ancak veganlık tek başına ne bir diyet ne de bir tüketim boykotudur. İnsan ve insan harici hayvanların özgürlük mücadelesinin asgari şartıdır. İnsanların özgürlük mücadelesinin de şartı olmasını ise kiyerarki kavramı ile açıklamak mümkün. Kısaca kendimiz ezilenken ezen olmaya devam etmeye kiyerarki deniyor.
Will Kymlicka, geçen sene bu zamanlarda çevrilen yazısında sol hareketlerin hayvan hakları hareketlerini görmediğini söylüyor. Bunun ise sadece insan harici hayvanların eşitliğine değil tüm eşitlik anlayışına zarar verdiğine değiniyor.
“Hayvan haklarını gündeme ve dikkate almak, yalnızca insanların kimliklerini ve hayat tarzlarını zora sokmaz; aynı zamanda sol politikanın merkezî yapıtaşlarından birini de zora sokar: hümanizmi.”[1]
Yıllardır kurulu bir şekilde süren insan merkezli hak mücadeleleri için bu yüzleşme ciddi bir değişimi beraberinde getirecektir. Hümanizmin yıkılmasına ve ekosistemin merkeze alındığı bir hak mücadelesi perspektifine acil şekilde ihtiyacımız var. İnsan türünün yüzyıllardır yaşadığı büyük katliamlar, felaketler insanlar arası ayrımcılığı odak noktasına alıyor. Ancak her yıl 56 milyar kara hayvanının öldürüldüğü dünyada gerçek bir eşitlik mücadelesinin olamayacağı sizce de açık değil mi?
İçten içe alaysanan, küçümsenen, “çiçek/böcek işleri bunlar” denen hayvan hakları hareketinin gerçek politik öncüsü veganlar olarak burada bir kapı aralamak istiyoruz. “Hayvan haklarını savunmak veganlıktır” dememizin asıl nedeni şiddet faili konumundayken eşitliği savunamayacağımızdır. Ezen konumumuzu korudukça, konfor alanlarımızı terk etmedikçe çelişkilerle dolu bir özgürlük algımız olmaya devam edecektir.
İnsan türünün bu çelişkisini aşması yıllardır kökleşmiş hak mücadelesi perspektifini cüretkâr bir değişime uğratacaktır. Neoliberal, patriyarkal, ırkçı, heteroseksist dünya ile mücadele ederken odak noktası insan olan hak savunucuları olarak bizlerin eşitlik anlayışımızı sarsmamız, silkelememiz gerekiyor.
İnsanca yaşamak isterken, insan onuruna yakışır bir muamele isterken, aynı zamanda hayvanların insanca katledilmesini istiyoruz. Bu ne büyük çelişki? Yıllardır savunduğumuz; insanlık onuru, insanca muamele sizce öldürmekle, sistematik olarak sömürmekle nasıl yan yana gelebilir?
Oysa hayvanları köleleştirmeden yaşamak mümkün. Politik bir tutar arıyorsak bütünleşik özgürlük ve eşitlik mücadelesine yüzümüzü dönmeliyiz.
Bu mücadeleye dahil olmak için vegan olmalıyız. Vegan olmak ise hayvan haklarını savunmanın sadece başlangıcıdır. Yüzyıllardır mal, köle olarak görülen hayvanların özgürlüğünü sağlamak ciddi bir mücadele gerektiriyor. Mücadele için senin de bizimle olman gerekiyor.
Kurban döneminde açığa çıkan bu bariz çatışma aslında hayatımızın en temel çelişkilerinden biri ile bizi yüzleştiriyor. Hissedebilen, duyarlı bir varlığı ihtiyacımız olmadığı halde sömürmek, kullanmak, mal olarak alıp satmak, yemek bu hassasiyet dönemlerinde “tiksindirici” gelebiliyor. İşte bu tiksinme duygusu asıl “normal” olan.
Şunu unutmayalım ki bu dünyanın ilk köleleri olan hayvanları özgür ve eşit görmedikçe kölelik tam manasıyla asla bitmeyecektir. Üstelik mal statüsünde görülen hayvanlar burjuva hukukunda bile haklarını kazanabilmiş değiller. Mücadelenin öznesinin içinde yer alamadığı bu direnişte eşitlik ve özgürlük hareketlerinin hayvan hakları hareketini görmesi daha da önem kazanıyor.
Vegan hareket sahici bir hareket olarak büyüyor ve eşitlik kavramını dönüştürüyor. Bu dönüşüme kayıtsız kalan hareketler geçmişin tozlarını yutarken harekete geçenler direnişe ivme kazandırıyor.
Radikal eşitsizliklerin çağında “radikal” bir şekilde eşitliği savunmak sorumluluğumuzdur. Ölümün karşısında yaşamın, kapitalizm karşısında işçi sınıfının, patriyarkal dünyanın karşısında cinsiyet eşitliğinin ve türcülüğün karşısında ipini koparıp kaçan dananın tarafındaysak haydi hemen, şimdi vegan olalım!
Kaynaklar:
Dipnot:
[1] İnsan üstünlükçülüğü: hayvan hakları aktivistleri neden hala solun kimsesizleri https://www.birikimdergisi.com/guncel/9620/insan-ustunlukculugu-hayvan-haklari-aktivistleri-neden-hala-solun-kimsesizleri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.