Fotoğraf çekilirken objektife bakmamış Behçet Aysan. Unuttu mu bir an? Aklı gün içindeki bir şeye mi daldı? Önemsemez, sevmez miydi fotoğraf çektirmeyi? Küçük Eren mi dikkatini dağıttı acaba?
Eren Aysan, annesi Adviye Aysan ve babası Behçet Aysan
2 Temmuz 2020 tarihli Birgün gazetesindeki yazısında Eren Aysan bizatihi mağduru olduğu Sivas Katliamı’nın ardından geçen 27 yılı 27 maddede anlatır. Anlatılanlar hepimizin bir parça ortak tarihi olduğundan yazıya ilgisiz kalmak düşünülemez. Yazıya ailesine ait küçük bir fotoğraf da koymuştur Eren Aysan. Yazıyı sinirlenerek, hayıflanarak, gururlanarak okudum ama aklım gün boyu bu fotoğrafa takılı kaldı.
Fotoğrafta şair-doktor Behçet Aysan, eşi, sözlük yazarı Adviye Aysan ve küçük Eren Aysan bulunmaktadır. Bu fotoğraf Eren’ in küçüklüğüne ait ve ailesinin ev içinde toplu olarak bulunup çekildiği az sayıdaki fotoğraftan biridir muhtemelen.
Eren Aysan babası Behçet Aysan’ı kaybettiği 1993’te on altı yaşındadır. Annesi Adviye Hanım, yaşadığı acılar, mahkeme sürecindeki rezillikler yüzünden 2001 yılında kırk dokuz yaşında kanserden vefat ettiğinde Eren Aysan yirmi üç yaşındadır.
Fotoğrafta annesinin kucağında görünen Eren, yaklaşık üç yaşlarındadır. Eren Aysan 1976 yılında doğduğuna göre bu fotoğraf 1978-79 yıllarında çekilmiş büyük ihtimalle. Yani Behçet Aysan, 29 ya da en fazla 30 yaşında genç bir babadır. Doktor değildir o yıllarda. Çok bilindik tanıdık bir şair bile değildir. Babadan, kendi ruhundan şairdir ama düzenli olarak şiirlerini yayımlaması bu fotoğrafın çekildiği zamanlardan sonrasına aittir. İlk şiiri 1979’da yayımlanır. Dergilerde şiirleri bu tarihten sonra görülür ve ilk kitabını 1983 yılında yayımlar: “Karşı Gece”.
Behçet Aysan fotoğrafta 29 yaşında genç bir babadan ziyade kırkını aşmış, ellisine doğru yol alan koca bir adam görüntüsündedir. Saçları seyrelmeye yüz tütmüş, geniş alnı daha da açılmış. Duruşu, öne doğru eğilişi onu olduğundan büyük göstermektedir. Hani bazı ‘çiğ’ insanlar için denir ya “yaşının adamı değil” diye. Behçet Aysan da gencecik bir baba iken bile yaşının çok üstünde hep “olmuş” bir adamdır (kavrulmuş demeye dilim varmıyor).
Belki 70’li yılların insanları çabuk büyüten, olgunlaştıran, dünya ile aralarındaki her türden siyasal- toplumsal mesafeyi kaldırma girişimlerinin gözü pek havasından geliyordur olgunluğu. Belki üzerinde dizden paçaya doğru genişleyen pantolondur buna sebep. Herkesin giydiği ceketlerden biri vardır üzerinde ve kürenin merkezine çekiyordur Şairi. Kalın camlı, kalın çerçeveli gözlükleri, üzerindeki ‘düşünceliliği’ bir kat daha artırıyordur. Muhalif aydına yaşatılan baskılar, halka dayatılan sefalet koşulları, her yeri ele geçiren gerici karanlık, geniş kitlelerin kendi sorunlarına ilgisizliği ve daha nice sorun erkenden büyüyüp solmasına yol açıyordur belki de Behçet Aysan’ların.
Fotoğraf çekilirken objektife bakmamış Behçet Aysan. Unuttu mu bir an? Aklı gün içindeki bir şeye mi daldı? Önemsemez, sevmez miydi fotoğraf çektirmeyi? Küçük Eren mi dikkatini dağıttı acaba? Hiç huysuz bir hali yok Eren’in oysaki! Mahcup, çekingen bir hali var Behçet Aysan’ın. Sağ kolunu eşi Adviye Hanım’ın omzuna koymuş, sağ eliyle de “biricik” kızının kolunu tutmaktadır. Onlara doğru yönelmiştir. Adviye Hanım ile mutlu oldukları, birbirlerine bağlılıkları aşikâr. Fakat kafasını kurcalamaktadır çalıştığı işler. Dönem dönem yaşadığı işsizlik… Yavaş yavaş biten gençlik yaşları… Memleket ortamındaki siyasi istikrarsızlık, can güvenliği kalmayan (hangi dönem oldu ki!) muhalifler, aydınlar…
En önemlisi de biricik kızı Eren’ i büyümektedir. Hiçbir toplumsal, siyasal bilinç, hiçbir Marksist doğru ve mücadele pratiği, hiçbir aydınlanma anı sizi bu biri büyük diğeri küçük iki kadının bakışları kadar sarsamaz. “Kan, ter, irin” ve acıdan mürekkep toplumsal ve bireysel tarihi bedenine, kafanın içine sığdırırsın da iki çift gözün bakışları altında dağılırsın. Sabah evden çıkarken, akşam eve dönerken bu bakışlar kadar hiçbir şeyin mecburiyeti zorlayamaz hayatta seni. Sen onların babalarısın ya, artık kendi kendini mecbur hissedersin onların bakışlarındaki her türlü kaygıyı silmeye. Dalgınlığı bundan olsa gerek Aysan’ın, bundandır bakışlarını kaçırması objektiften. Yeni kararlar almıştır ya da alacaktır bu fotoğrafın çekildiği günlerde.
Ne yapar insan, önemli kararlar arifesinde? Ya yeni yollar deneyecektir hayatında ya da bir vakit yarım bıraktığı yolları tekrardan tamamlamaya koyulacaktır. Aysan ikinci yolu seçer. 1968 yılında başlayıp bitiremediği tıp fakültesine geri döner. Ömrünün o yıllarını şöyle özetler Behçet Aysan:
“1963-1967 Kuleli Askerî Lisesi: Futbol, şiir, İstanbul. 1968, Ankara’da askeri öğrenci olarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi. Ve öğrenci olayları, girmemek balıklama ne mümkün. Hareketli bir dönem. Şiirin benim için daha gerilerde kaldığı.
1972-1973. Gözaltı. 141-142’ye muhalefetten tutuklanma. Harbiye, Selimiye, Kartal-Maltepe, Ankara Mamak ve Ankara Merkez Cezaevleri. Beş ay sonra aklanma. Oy birliğiyle bir sivil mahkeme tarafından, sıkı yönetim güvensizlik kararı ve 1973 seçimleri üzerine beraatla sonuçlanma.
1974-1979 yılları. İşsizlik, sıkıntılı günler, evlilik, 1976, biricik kızım, sevgili Eren’in doğumu. Yankı Dergisi, Türk Haberler Ajansı’nda gece sekreterliği, Sendika eğitimciliği, yine işsizlik. Ve şiire çok ciddi sarılma.
1979; yeniden tıp öğrenimine, 4. sınıftan dönüş.”
1968-1979 yılları solcu muhalif bir aydın olarak Aysan’ın şiir, hapislik, geçici işler ve işsizlikle geçirdiği bir dönem olmuştur. Aysan’ın gençlik yılları Türkiye tarihinin en çalkantılı, en hızlı ve en umutkâr yıllarıdır aynı zamanda. Ve ortalama solcu bir aydının hayatının bir on yıllık dönemini hapislik, sürgün, mücadele, ekonomik zorluklar ile geçirdiğini varsayarsak Behçet Aysan da o bedeli ödemiş, o toplumsal muhalefet anaforunun dışında durmamış/kaçmamış, elinden geleni yapmıştır fazlasıyla. Doktorluk, onun için halka karşı sorumluluklarını yerine getireceği bir meslek, halka rahat dokunabileceği bir alan, eşine en çok da “biricik” küçük kızına karşı iyi bir baba olma sınavını geçeceği, kızının gözünden bakıldığında kendini iyi göreceği bir yer olmuştur.
1984 yılında bitirir okulu. Ankara ve İstanbul’da doktorluk yapar, bu arada da şiire hiç ara vermez. Şarkılar yaparlar şiirlerinden, şiir kitapları çeşitli ödüller alır, başka dillere çevrilir, iyice tanınan, bilinen bir şair olur… Psikiyatri uzmanlığını 1991 yılında alır. Sanki biraz geç bir tarihte uzman olmuş gibi gelebilir insana ama Aysan’ın ara vermeden yaptığı şey şairliktir, şiir yazmaktır. Bir çeşit namerde el avuç açmamak için doktorluk yapmakta, geçimini çıkarmaktadır. Yanılıyor olabilirim, sonuçta bir fotoğrafı konuşturuyorum ben. Devrimci kimliğinden, solcu bir aydın olmasından dolayı her dem şair kalmıştır. İyi bir baba, iyi bir eş olarak “biricik” kızı için, onların bu yönde talepleri olmamasına rağmen, bireysel içsel bir zorunluluk hissettiğinden dolayı da doktorluk yapmıştır.
Gericilikle, karanlıkla ve karanlığı örgütleyen devletle mücadelesinde katledilmiştir diğer şair, eleştirmen, yazar, çizer arkadaşları ve gencecik tiyatrocu çocuklarla birlikte.
Fotoğraftaki küçük Eren bugün diğer yakılmış insanların yakınları, siyasi ve faili meçhul (!) cinayet mağdurlarıyla beraber ezilen horlanan aydınlar ve diğer insanlarla yan yana durmakta, yaşanan acıların tekrarlanmamasına uğraşmaktadır.
Behçet Aysan hep fotoğraftaki ev gibi mütevazı yaşadı. Solcu-muhalif aydınlar sistematik bir şekilde elitist olmakla suçlandılar, halktan kopuk olmakla itham edildiler. Batı tarzı bir hayatı taklit ettikleri söylendi. Bin çeşit asılsız siyasal, kültürel, dinsel suçlamalarla karşılaştılar. ‘Fi’ tarihinde değil 1979 yılında yaşadığı ev ortadadır solcu aydının. Kanepe-koltuk arası bir oturma takımı, bir sehpa, boş duvarlar. Balo ve parti verilebilecek bir ev değil yani, dostlarla sade bir akşam yemeğine, çaya, kahveye, muhabbete gidilecek bir ev yalnızca.
Behçet Aysan, kızı için Tıp Fakültesi’ne dönmüş, doktorluk yapmıştır. Eren Aysan da babası için hiç olmayacağı kadar belki de siyasetle ilgilenmek zorunda kalmıştır! Babalar kızlarını çok severler, kızlar da babalarını…
Şair Behçet Aysan Sivas’ta öldürüldüğünde kırk dört yaşındaydı. Kızı Eren Aysan da şimdi kırk dört yaşındadır. Sivas’ta öldürüldüğünde şair Metin Altıok elli iki yaşındaydı. Kızı Zeynep Altıok da şimdi elli ikisinden gün almaktadır. Her ikisi de babalarının öldüğü yaştadırlar. “Aynı gökyüzü aynı keder/ değişen bir şey yok ki”…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.