Sıkıyönetim’e rağmen yüz binlerce işçi 25 Temmuz’a kadar üç gün boyunca grev ve protesto gösterileri gerçekleştirdi. 23 Temmuz’da DİSK’e bağlı sendikaların üyesi işçilerin bir günlük genel grevine Türk-İş’e bağlı 20 sendikanın üyesi işçiler de destek verdi. Bu genel grevi, 25 Temmuz’da Türkiye tarihinin en kitlesel genel grevi ve protesto gösterisine dönüşen Kemal Türkler’in cenaze töreni izledi
Türkiye işçi sınıfının 15-16 Haziran İsyanı, sendika bürokrasisinin müdahalesiyle mantıki sonuçlarına ulaşamadan sona erdi. Fakat yarattığı dalga o kadar büyük oldu ki, 12 Mart 1971-73 yıllarındaki yarı askeri rejimine rağmen işçi hareketi 1978’e kadar yükselmeye devam etti.
Bu tarihten itibaren, kazanımlar büyük ölçüde korunmakla birlikte işçi hareketinin yükselişi sona erdi. Ama sınıflar mücadelesinde inisiyatif, hala işçi sınıfındaydı.
Sanayi burjuvazisi, işçi sınıfının fabrikalardaki inisiyatifini kırmak, kendi sert disiplinini fabrikalarda hâkim kılmak için özel tedbirler alıyordu. Bunların başında öncü işçileri işten atmak, fabrikaları başka şehirlere taşımak, emek yoğunluğunu artıran iş düzenlemeleri ve üretimin bir kısmını taşeron atölyelere yaptırmak vardı.
Fabrikalardaki bu tedbirlere, devletin polis, sıkıyönetim ve adliye aracılığı ile, grevlere, mitinglere örgütlenme faaliyetlerine şiddete varan baskıları eşlik ediyordu. Devletin baskısını, faşist hareketin grevlere, öncü işçilere, sol sendika bürokratlarına yönelen şiddeti tamamlıyordu. 1978’den itibaren çok sayıda öncü işçi faşist hareketin saldırısıyla katledildi.
Kapitalizmi var eden, sermaye birikim sürecine hizmet eden, nesnel hareket yasalarının engelsiz işlemesi için, işçi hareketinin inisiyatifinin kırılması sınıflar mücadelesinde patronlar için zorunla hale gelmişti. Sınıfın inisiyatifi kırıldıktan sonra, sıra yasalardaki değişiklerin yapılmasına gelecek, bunun için de devletin yapısının askeri diktatörlük olarak değiştirilmesi gerekecekti.
İşte bu koşullarda günümüzden kırk yıl, 12 Eylül Darbesi’nden yaklaşık iki ay önce 22 Temmuz 1980’de eski DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler sistemli bir tertiple katledildi. Cinayet Kemal Türkler’in şahsının çok ötesinde işçi hareketine, sendikalara, devlete ve sermayeye biat etmeyen DİSK’e, sol siyasete karşı büyük bir darbeydi.
Burjuva devleti, kendisine hâkim olan sermaye sınıfı uğruna işçi sınıfının inisiyatifini kırmak için şiddeti uç noktasına taşımış, 12 Eylül darbe koşullarına zemin hazırlamıştı.
Fakat, burjuva devleti ve hükümeti hesabında belki de yanıldı. Çünkü MHP destekli AP Hükümetinin bugünü aratmayan baskılarına, faşist hareketin şiddetine ve İstanbul’daki Sıkıyönetim’e rağmen yüz binlerce işçi 25 Temmuz’a kadar üç gün boyunca grev ve protesto gösterileri gerçekleştirdi. 23 Temmuz’da DİSK’e bağlı sendikaların üyesi işçilerin bir günlük genel grevine Türk-İş’e bağlı 20 sendikanın üyesi işçiler de destek verdi. Bu genel grevi, 25 Temmuz’da Türkiye tarihinin en kitlesel genel grevi ve protesto gösterisine dönüşen Kemal Türkler’in cenaze töreni izledi.
Üst üste iki günlük genel grev şeklindeki bu kitle grevi, işçi hareketinin yeniden yükselmesi ve 12 Eylül Darbesi’ne meydan verilmemesi için büyük bir fırsattı.
Sadece İstanbul’dan değil, diğer sanayi merkezlerinden taşranın çoğu ilinden (otobüs firmalarının en kazançlı günlerinden biriydi o gün) gelen yığınlar İstanbul’da buluştular. 25 Temmuz 1980’de İstanbul tarihinin en büyük gibi emekçi buluşmasına ev sahipliği yaptı.
Giriş ve çıkışların kısıtlandığı İstanbul’da hayat bir günlüğüne de olsa fiilen durdu. İşçiler sadece eski sendika liderlerine son görevlerini yerine getirmek için mi gelmişlerdi acaba?
Muhakkak son görevin de rolü vardı. İşçiler K. Türkler’i 15-16 Haziran İsyanı’nı sona erdirici rolünden çok, 1963 yılı Kavel Grevi’nin açtığı yolda Toplu Sözleşme ve Grev Yasası’nın fiilen kullanılır hale getirilmesi ve yeni kazanımlarla genişletilmesindeki mücadelesinden hatırlayarak gönüllü olarak katılmışlardı.
Ama muazzam işçi yığınlarını buluşturan şey son görevin ötesindeydi. Her şeyden önce cenazenin 1 Mayıs 76 ve 77’nin niceliğiyle kıyas kabul edilmeyecek şekilde aşırı kalabalık olması yarı örgütlü bir siyasi protestoya işaret etmekteydi. Diğer taraftan yığınların sloganlara yansıyan aşırı öfkesi, katliamdan hesap sorulmasını talep etmesi, sıkıyönetim tedbirlerini çiğnemesi İstanbul’da buluşmanın cenaze görevinin çok ötesinde anlamı olduğunu gösteriyordu.
Zaten dönemin burjuva basını bile cenazedeki muazzam kalabalığın varlığını ve öfkesini görmezden gelemedi. 24 Temmuz tarihli burjuva basınının cenazeye dair haberlerinin satır aralarında İstanbul’daki muazzam işçi buluşmasının kolay atlatıldığına kolaylıkla rastlanabilir.
Cenaze günü, yani 25 Temmuz 1980’de İstanbul’da bir günlüğüne de olsa hayat durdu. Cenazeye yığınlar halinde katılan işçilerin çalıştığı fabrikalarda da üretim fiilen durduruldu. Şüphesiz, işçiler şalterleri indirip, 15-16 Haziran’daki gibi fabrika fabrika öbekleşip, kalabalıklaşarak İstanbul’a varmadı. Ama büyük çoğunluğu işyerine gitmeyip cenazeye katıldığı için üretimin yapılması imkansızdı. Pek çok fabrikada şalterler kendiliğinden inmiş oldu.
Yüzbinlerce işçi, 25 Temmuz’da fiilen Türkiye sanayisinin en büyük fabrikalarının önemli bir kısmında üretimi durdurmuş olarak ve mitinge dönüşen cenaze törenine katılarak fiilen genel grev yapmıştır. Hatta Türk-İş’e bağlı birçok büyük kamu fabrikasında bile üretim fiilen durmuştur.
40 yıl önceki bir olayın genel grev olarak nitelenmesi sadece işçi sınıfı mücadele tarihinin doğru biçimde ortaya konulması için gerekli değildir. İki önemli başka nedeni de vardır.
Birincisi, Türkiye sol siyaseti ve akademisinde, sınıflar mücadelesine dair kavramlaştırmanın, burjuva ideolojisinden tümüyle arınmış olmamasıdır. Sadece Türkiye değil, dünya işçi sınıfı mücadelesi için de özgün boyutları olan 15-16 Haziran Genel Grevi ve İsyanı’nı “direniş” olarak; 1989 Kamu İşçileri Genel Grevi’ni “Bahar eylemleri” olarak kavramlaştırılmasının kaynağı maalesef burjuva üniversitesi bile değil, burjuva basını olmuştur.
İkincisi genel grevlerin Rosa Luxemburg’un Rusya işçi hareketine dair değerlendirmesinde belirttiği gibi (R. Luxemburg, Kitle grevi, parti ve sendikalar) sınıf mücadelesinde keskin dönemeçleri oluşturabilmesidir. Böylece genel grev toplumun burjuva ve işçi sınıfı olarak sınırlarının netleşmesine, diğer toplumsal hareketlerin canlanmasına muazzam bir imkân sağlar. Aynı dönemde, devlet devrimci bir isyanın muhtemel odaklarını imhaya aşırı şiddet kullanarak (Fatsa’da olduğu gibi) ve faşist hareketi kışkırtarak yönelmişken, genel grevin somut politik taleplerle sürdürülüp, üst noktaya sıçraması pekâlâ mümkündü. Ama işçilerin fiilen yaptığı genel grevden ürken sendika bürokrasisi için en iyisi işçilerin yığınsal buluşmasının bir cenaze töreni olarak tanımlanmasıydı.
Sendika bürokrasisinin İsyan’a dönüşmeye yüz tutmuş 15-16 Haziran 1970 Genel Grevi’nin sona erdirilmesinde belirleyici rol dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’e aitti. 10 yıl sonra eski DİSK Başkanı Kemal Türkler’in fiilen bariz bir genel grev olan cenaze töreninin İsyan’a yönelmesini bu kez yeni DİSK sendika bürokrasisi engellemiştir. Profili Kemal Türkler’den daha düşük olsa da yeni sendika bürokrasisi on binlerce işçinin cenazede taşmaya hazır sınıf öfkesini, türlü yollarla yatıştırmayı başararak egemen sermayeyi ve burjuva devletine rahat bir soluk aldırmıştır. Bürokrasi, böylece gelmekte olduğu anlaşılan askeri darbenin ciddi bir sınıf direnciyle karşılaşmayacağının da işaretini vermiştir.
İlginçtir, cinayetten sonraki gün öncü işçilerin yönlendirmesiyle 23 Temmuz’da bir günlük genel grev yapılmışken mevcut DİSK bürokrasisi katliamı protesto için “önümüzdeki günlerde … işi yavaşlatmak, kitlesel gösteriler, toplu direniş(!)” türü eylemleri yapabileceklerini açıklayabilmiştir. Maalesef önümüzdeki günler gelmeden 12 Eylül darbesi gelip çatmış, teslim olun çağrısına, en başta sendika bürokrasisi, gözaltı işlemlerini yaptırmak için Selimiye Kışlası önünde caddelere taşan kuyruklar oluşturarak cevap vermiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.