Emekçilerin eylemlerinin doğru analizi, mücadelenin seyrini anlama bakımından önemlidir. İçimizi umutla dolduran siyasi gelişmeleri abartarak yorumlamak, onun açmazlarını görmezden gelmek solun en büyük zaaflarından biri
ABD’deki son gösterilerde, eylemlerin yaygınlığı, polis şiddetine karşı insanların korku sınırını aşıp direnmesi, polis arabalarının ve karakolların yakılması, Beyaz Saray’a yürümeler, gerici, sömürgeci devlet adamlarının heykellerinin yıkılması hepimizin içini umutla dolduruyor. Dahası, tüm polis baskısına ve vahşetine rağmen gösteriler iki haftadan beri sürüyor ve ABD’de en gerici politikacı ve gazeteciler, hatta bazı polis şefleri bile göstericilerden yana tavır göstermek zorunda kaldılar.[1] Emekçilerin eylemlerinin doğru analizi, mücadelenin seyrini anlama bakımından önemlidir. İçimizi umutla dolduran siyasi gelişmeleri abartarak yorumlamak, onun açmazlarını görmezden gelmek solun en büyük zaaflarından biri.
ABD ırkçı bir devlet. Kapitalizm, politik egemenliğini emekçilerin din, etnik grup, renk vb. temelinde bölünmeleri ile sürdürebilir. Ancak liberaller ve liberal sol, ırkçılığı kapitalizmden ve devletten bağımsız olarak ele alma eğiliminde. Onlara göre ırkçılık, kapitalizmden ve devletten bağımsız olarak insanların içlerinde olan bir kötülük, hatta bir hastalık. Kendileri gibi olmayanlara karşı bir tahammülsüzlük. Mücadeleyi de bu anlayış temelinde kuruyorlar.
Eylemlerde yer yer sosyalistlerin de var olması bu gerçeği değiştirmiyor. Eylemlere damgasını vuran hareket “Black Lives Matter” (BLM), yani “Siyah Hayatlar Önemlidir”in web sayfasına bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. “Özgürlük, Eşitlik ve Adalet” adına mücadele ettiklerini söyleyen grubun sayfasında kapitalizmin ve devletin adı bir kere bile geçmemekte. Ya da o kadar az geçiyor ki ben rastlayamadım. ABD’de şiddet uygulayan polisleri devletten, devletin verdiği ideolojik eğitimden, polislere tanıdığı şiddet kullanma hakkından vb. bağımsız kavramak mümkün değildir. BLM’nin tek talebi, polis bütçesinden siyah yoksullara para aktarılması. Böylece ırkçılığı azaltabileceklerini umuyorlar. Boşuna değil, birçok sağcı ırkçı politikacı ile beraber ırkçılığı ile ünlü İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un bile “Siyah Hayatlar Önemlidir” sloganını sahiplenmesi ve aynı zamanda ırkçı politikalarına devam etmeleri.
Obama dönemi de en az Trump dönemi kadar vahşi idi ve binlerce insan her yıl polis tarafından öldürülürdü. Hatta “Siyah Hayatlar Önemlidir” sloganı ilk kez Obama döneminde, 2012’de polis tarafından öldürülen Trayvon Martin için kullanılmıştı. Obama bu cinayetleri işleyenler hakkında hiçbir şey yapmadığı gibi, eylemcilere karşı polisi ve özel birlikleri en az Trump kadar keyifle kullandı. Ama bir kere bile BLM hareketi Obama’yı bu cinayetler nedeni ile sorumlu tutmadı, dahası, BLM hareketinin unsurlarının hemen hepsi, ırkçılığı geriletmek adına Obama ve diğer demokrat liderler lehine kampanya yaptılar. CHP’yi ya da liberal partileri destekleyip demokrasiyi geliştirme fikri sadece Türkiyeli liberallere özgü değil yani.
BLM açısından siyahlara karşı ırkçılık, kısaca bir derinin rengi meselesidir.[2] Emekçi kimliğinden soyutlanmış ve tek bir kimliğe indirgenmiş siyah mücadelesi, ırkçılığı geriletme konusunda kısmi başarılar kazansa da, bu kazanımlar uzun süreli olmamaktadır. Bu anlayışın en önemli hasarı, zaten siyah gettolarda yaşayan siyah emekçilerin, zihinsel olarak da siyah gettolara kitlenmesi, bırakın beyaz emekçilerle ortak bir mücadelede buluşmayı, Latin, yerli, göçmen vb. diğer ezilen emekçilerle bile ortak bir dayanışma ve mücadele hattı yakalayamamasıdır.
Sonuç ise kısmi başarıların ve kazanımların kısa sürede yok olması ve hem ırkçılığın hem de genel olarak emekçilere dönük devlet şiddetinin 1970’lerden bu yana sürekli artmasıdır. 1990’larda insanlar polisin sokakta dayak atmasını protesto için sokaklardaydı, şimdi ise polisin sokakta işlediği cinayetler yüzünden. ABD’de her yıl binlerce emekçi, özellikle yoksul mahallelerde polis tarafından öldürülüyor. Bunların kabaca yüzde 25’ini siyahlar oluştururken, yüzde 35’ini beyaz emekçiler ve gerisi diğer gruplardan oluşuyor. Devlet şiddeti daha önce de vardı ama 1970’lerden bu yana sürekli artıyor. Polis tarafından öldürülen ve cezaevindeki insan sayısı çok yüksektir. Siyahlık temelinde verilen mücadelenin ne ırkçılığı ne de devlet şiddetini geriletemediği açık.
1950’lerden bu yana ırkçılığa karşı verilen mücadelenin öğrettiği bir şey var: Irkçılık hareketi siyah gettosunu yıkıp tüm emekçilere yayılmadığı sürece, ırkçılığa karşı kalıcı bir başarı kazanamayacaktır. Devlet; halkı ırklar, dinsel gruplar vb. şeklinde kültürel ve lokal gettolara sürüyor. Liberal kimlikler politikası, bireylerin çok sayıda kimliğinin tek bir kimliğe, yani siyahlığa, beyazlığa, Müslümanlığa, kadınlığa vb. indirgenmesidir. Yani, özünde bireyin reddidir. Bunun sosyal sonucu ise gettolaşmadır. Kitleler kimlik gettolarında sürünün bir parçası haline geliyor. Emperyalist devletlerin, basını ve akademi de dahil tüm gücü ile liberal kimlikler politikasını savunması boşuna değildir. Bu noktada son sözü tüm emekçilerin birliğini savunan ve polis tarafından öldürülen Kara Panterler üyesi, sosyalist Fred Hampton’a bırakalım: “Ateşi ateşle söndüremezsiniz. Ateşi su ile söndürürsünüz. Irkçılığa karşı ırkçılıkla değil ama dayanışma ile savaşacağız. Biz kapitalizme karşı siyah kapitalizmle değil ama sosyalizm ile savaşacağız.”
Siyahlar ve diğer emekçi gruplar arasındaki bölünme sürdüğü sürece polis emekçiler üzerindeki baskılarını, şiddetini cinayetlerini sürdürebilir, ki ABD’de olan tam da bu. Beyaz emekçilerin önyargıları onları siyahlardan ayıran bir kimlik politikası ile değil, tam tersine kapitalizme, devlete ve devlet şiddetine karşı ortak bir mücadelede yok edilebilir.
Dipnotlar:
[1] Liberal sol, kapitalizmi ve faşistleri kutsamak için hiçbir bahaneyi kaçırmaz. Faşizm onların da kafalarına vurduğu için, zorunlu olarak faşizm karşıtı bir konumda yer alırlar ama gözleri sürekli burjuvazidedir. Madenciyi tekmeleyen Yusuf Yerkel’i hepsi anında affediverdi. Aynı olay ABD polisi vb. için de geçerli. Sosyal medya, gösteriler konusundaki tavrından dolayı, Trump’a “Ağzını kapa” diye atar yapan Houston Polis Müdürü Art Acevado’nun videoları ile kaynıyor. Liberaller “Bakın” diyorlar, “ABD’de ırkçılık var ama ne kadar da demokrat bir ülke!” Gerçek ise şu; Acevado en az Trump kadar ırkçı bir polistir. George Floyd’un öldürüldüğü gün, Acevado’nun polisleri bir sivili öldürmüşlerdi. Houston’da polis tarafından son birkaç haftada öldürülen sivil sayısı altı ve bunların beşi etnik gruplardan. Şehirde son bir yıl içinde polis tarafından öldürülen kişi sayısı 11, son beş yılda ise 56. Bu cinayetlerin birçoğu kameraya çekilmesine rağmen polisler ceza almıyorlar. Mesela nisan ayında silahsız, psikolojik sorunları olan ve henüz bir yıllık evli bir Latin emekçiyi, Nicholas Chavez’i, elleri havada ve dizleri üzerinde teslim olduğu halde vurarak öldürdüler. Tüm cinayet kameraya çekildiği halde tek yapılan soruşturma açmak ve polislerin idari görevlere atanması oldu, o kadar. Açığa bile alınmadılar.
[2] Irkçılığı derinin rengine, dini ya da etnik ayrılıklara indirgemek, ırkçılığı tersinden besleyen kanallardan biridir. Sosyalistler, ırkçı politikalar ile 1960’lar sonrası emperyalist ülkeler tarafından adapte olunan ve gerçekte insanların tek kimliğe hapsedilmesi, yani kimliksizleştirilmesi demek olan kimlik politikalarının aynı sonuca vardığını görmeliler. Tek kimlikli kişi artık bir birey değildir, grubun bir parçasıdır. Kimlikler politikası, bireyselliğin, bireysel zenginliğin en büyük düşmanıdır. Gerçek çok kültürlülük ancak emekçilerin dayanışması, birliği ve zaferi ile sağlanabilir. Burada anlaşılması gereken çok kültürlülüğün sadece toplumda değil ama onunla paralel olarak doğrudan her bireyde oluşması gerektiği ve her ikisinin birbirini diyalektik biçimde desteklediğidir. Bireylerde çok kültürlülüğü yok ederek çok kültürlü bir toplum yaratamazsınız. Ortaya çıkan şey, tek kültürlü gruplardan oluşan bir toplumdur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.