Emek hareketi salgın sonrasında bütünlüklü bir yaklaşım ve buna bağlı bir çözüm ortaya koymak yerine günü kurtarmakla sınırlı bir tutum sergilemiş, içinden geçilen sürece uygun bir plan ve programla hareket etmemiştir. Sonuç alıcı bir mücadele programı yerine geleneksel olarak daha çok protesto eden, itiraz söylemi üzerine kurulu bu tarz ile başarı elde edilememiştir. Bu dönemde parçalı olarak sergilenen olumlu pratikler ise bütüne dair sorunu ortadan kaldırmamıştır
Tarih boyunca birçok ayaklanmaya yol açan salgın hastalıkların sonuncusu dünya çapında yaşanan halk ayaklanmaları dalgasının üstüne geldi. Uzak Asya’da Hong Kong’dan Latin Amerika’da Şili’ye, Endonezya’dan Cezayir’e, Lübnan’dan Irak’a süren halk isyanları, halkta can korkusu yaratan salgınla birlikte (Lübnan’da aralıklı olarak sürse de) geri çekilerek yeni dönemi anlama seyrine girdi. Türkiye’de ise zaten hareket kapasitesi oldukça sınırlanan toplumsal muhalefet, ilk kez karşılaştığı bu durum karşısında büyük ölçüde geri çekilirken esen her rüzgârı fırsata çevirmekte yetenekli olan AKP-MHP iktidarı sınıfsal tercihlerini beklendiği gibi kullandı. Koronavirüs salgınını da bir fırsat olarak görüp kendine muhalif olanları baskı altına alarak her türlü itirazın önünü kesmeye çalıştı. Burada özel olarak da salgından korunmanın bir aracı olarak toplumun ileri kesimini oluşturanların bile çeşitli koşulların sağlanarak (barınma, beslenme, fatura giderleri) sokağa çıkma yasağına razı oldukları psikolojik ortamın sağlanması ile oluşturulan “toplumsal rıza” iktidarın bu süreçte de uyguladığı anti-demokratik uygulamalara psiko-politik bir zemin oluşturdu. Sağlık Bakanı’nın akşamları kimi zaman ağlamaklı olarak açıkladığı veri tabloları hükümetin PR çalışması olarak devam ederken, sokağa çıkma yasağına rağmen zorla çalıştırılan işçiler başta olmak üzere, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin hiçe sayılması, sağlık, kargo, market, inşaat alanında çalışan işçilerin hayatlarının bir değerinin olmadığı gerçeği iktidarın, sistemin çelişkilerinin (sosyalistlerin hareket noktası açısından oldukça önemli) en görünen halini oluşturdu.
Vaka sayısına paralel biçimde pik yapan faşizmin muhaliflere yağdırdığı ölüm tehditlerine hastanelerde, inşaatlarda çalışan işçilerin ölüm haberleri eşlik etti. Bu dönemde DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin kimi ortak açıklamaları, kamuoyunun oluşturulmasına dönük imza faaliyeti, sosyal medya eylemlilikleri biçiminde yapılan çalışmalar, dönemin olağanüstülüğünü kavramaktan hayli uzaktı. Halkın can derdine düştüğü bir dönemde bile yağma ve talandan vazgeçmeyen iktidar bloğu şirketlere kurtarma paketleri hazırlarken, payına kolonya düşen emekçilerin yanında yer alan ilerici emek ve meslek örgütlerinin, salgının başlarında hükümetten yerine getirilmesini istediği 7 Acil Önlem talebini açıklaması kamuoyunda heyecan ve beklenti oluşturmuşsa da sonrasında izlenilen süreçte ikircikli yaklaşımlar, cüretkâr davranamama hali ile toplumsal inisiyatifi merkezi olma noktasında kamuoyunun beklentisini karşılamaktan oldukça uzak kaldı.
Emek hareketinin bütünlüklü bir yaklaşım ve buna bağlı bir çözüm üretmek yerine sadece günü kurtarmayla sınırlı (daha çok söylem düzeyinde kalan) bir tutum sergilemesi, içinden geçilen süreci kavrayamayarak, onun özelliklerine göre bir plan ve programla değil, hâlâ olağan dönemin (pandemi öncesinin) olağan reflekslerinin “dayanılmaz hafifliği” içinde hareket etmesinin sonucudur. Sonuç alıcı bir mücadele programı yerine geleneksel olarak daha çok protesto eden, itiraz söylemi üzerine kurulu bir çizgi üzerinden yürütülen bu tarz ile başarı elde edilememiştir. Bu dönemde kamuda bazı sektörlerin kendi özgünlüklerinden de kaynaklı ortaya koydukları ancak bir itirazı dillendirmenin ötesine geçemeyen kimi eylemlilikler ise o alanın tümünü kapsayan bir hareketi oluşturamadı.
Bunu en net şekilde sağlık örgütlerinin 15 Mart günü Ankara’da yapacağı ancak salgın nedeniyle iptal edilen Büyük Beyaz Miting sonrası yaşanan dağınıklığa bakarak anlayabiliriz. Sağlık örgütleri arasında mitingin hazırlık aşamasında yakalanan birliktelik, TTB’nin bu süreci bilim kurulu gibi yönetmesinin yanı sıra hekimlerin hakları ile sınırlı dar meslek örgütü formuna dönmesi ile dağılmış, işlevsiz hale gelmiştir. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları, kişisel koruyucu ekipman, döner sermaye adaletsizliği ve ayrımcı politikalara karşı SES’in yapmış olduğu eylem ve etkinlikler yerellerde Tabip Odaları ve Dev Sağlık İş’in katılımı ile yürütüldü. Merkezde güçlü bir birlik oluşturulamaması başta olmak üzere tüm olumsuzluklara rağmen SES’in farklı statülerde görev yapan sağlık çalışanlarının hakkını araması hastanelerde olumlu bir yankı yarattı. Bunun yanı sıra Haber Sen’in PTT çalışanları için (özellikle kargo servislerinde) yaptıkları eylemlilikler, BTS’nin Ankara yürüyüşü de dâhil olmak üzere sürgünlere dönük eylemleri, Eğitim Sen’in sınavların ertelenmesine karşı yürüttüğü çalışmalar bu dönem toplumsal mücadelenin geliştirilip büyütülmesi açısından önemli ipuçları barındırmaktadır. Ancak KESK’in kamu emekçilerinin hakları ile halkın haklarını birleştirebilen bir çizgi ortaya çıkardığını söylemek mümkün görünmüyor. Salgın İzleme Kurullarının hedeflendiği gibi işleyememesi de hayal kırıklıklarından biri oldu.
İktidarın Türk-İş ve Hak İş aracılığıyla işçilerin tepkilerini yatıştırmaya çalıştığı bir dönemde tarihsel misyonuna yakışır biçimde hareket eden DİSK yaratılmak istenen illüzyonu bozabilmişse de bunu daha ileri taşıyan, tüm işçileri meydanlara sürükleyen (özellikle fabrikalarda dip dibe zorla çalıştırılan işçilerin bu yönde beklentilerinin yüksek olması değerlendirilmesi gereken önemli bir olanakken) hükümete seslenmekten ibaret kalan bir süre tanımasıyla heba edilmesi DİSK’in de bu dönemin olağanüstülüğünü, olağan eylemlerle aşma çabasından öte gidememesi sonucuna yol açtı. DİSK’e bağlı Dev Sağlık İş, Enerji Sen, Birleşik Metal İş ve Dev Yapı İş’in cüretkâr çabaları da bütünlüklü işçi hareketi yaratmaya yetmedi.
Dünyada 150 yıldır alanlarda kutlanan 1 Mayıs’a, ilk defa yine dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi ülkemizde de salgın döneminin oluşturduğu statükoya (toplumda oluşmuş genel rıza gösterme haline muhalefetin de uyum sağlamasıyla) uyum sağlanan koşullar altında girildi. 1 Mayıs etkinlik programı, bir haftaya yayılan bilgilendirme, sosyal medya aracılığı ile ajitasyon-propagandanın ağırlıkta olduğu, 30 Nisan günü illerde kent meydanları ve işyerleri önünde basın açıklamaları, 1 Mayıs günü ise sanal miting, sosyal medya konseri ve akşam saat 21.00’de balkonların miting alanına çevrilmesi biçiminde planlandı. Halk sağlığı uygulamalarını uzun süre önce rafa kaldıran iktidar, 1 Mayıs kutlamaları söz konusu olduğunda kapitalizmin sıhhatini düşünerek etkinliklere illerde 5 kişilik, Taksim anmasında ise sendikalara 10’ar kişilik sınırlamalar getirdi. Etkinliklerinin organizasyonunu yürüten KESK-DİSK-TTB-TMMOB (daha sonra diğer muhalefet örgütlerini de dahil ederek) birlikte sağlık önlemlerinin baskılanması altında tercihini katılım sayısının yükseltilmesi için müzakere etmek yönünde kullanmış, istenen sonucun elde edilemediği noktada iktidarın çizdiği çemberin içinde kalmamak adına “gerekirse” Taksim anmalarında olmamayı kararlaştırmıştır. Sayı konusunda İçişleri Bakanı ve İstanbul Valiliği ile müzakere yürütülmesi süreci işletilmiş 30 Nisan günü akşam saatlerine kadar KESK-DİSK-TTB-TMMOB çalışmalarını ortak yürütürken, DİSK’in Başkanlar Kurulunda alınan “her koşulda Taksim’e çıkma” kararını diğer bileşenlere iletmesiyle tartışmalı süreç başladı. Bu andan itibaren KESK-TTB-TMMOB ise önceki kararlaşmaları doğrultusunda süreci devam ettirirken, eksik bilgilenme nedeniyle zaman zaman haksızlığa varacak eleştirilere maruz kalmıştır. DİSK’in 1 Mayıs sabahı genel merkez binası önünden kendi kararını hayata geçirme girişimi, uzunca bir süredir 1 Mayıs’ın bütün süreçlerinde yaratılan (Taksim anmaları da dâhil) toplumsal muhalefetin bütünlüklü görüntüsü yerine parçalı bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bütün bu gelişmeler, şu gerçeği gölgelememelidir: 1 Mayıs günü DİSK’in sokağı zorlaması ve AKP-MHP iktidarının kurduğu polis barikatı karşısında kararlı ve direngen bir tutum sergilemesi ile 1 Mayıs kitlelerin bilincinde anlamına uygun bir biçimde yer etmiştir.
Salgının birinci döneminde iktidar sağlık önlemleri bahanesiyle toplumsal hayatta ve çalışma yaşamında yeni sayılan bazı yöntemleri devreye sokmuştur. Bu değişikler emekçiler açısından yeni sorun alanları yaratırken, bunların çözümüne dönük farklı mücadele yöntem ve araçlarının gündeme alınmasını zorunlu kılmıştır. Önümüzdeki dönem emek hareketinin yeni örgütlenme, mücadele, yöntem ve araçlarının geliştirilmesine ışık tutması açısından oldukça önemlidir. Sosyal ve kültürel yaşamda önemli değişikliklere yol açan pandemi, emek hareketinin kendini yenilemesini gerektirdiğinden ilk elden söylenebilecekleri sıralayalım.
* Bu salgının, vahşi doğanın dokunulmazlığını bütünüyle ortadan kaldıran kapitalist talana ve endüstriyel hayvancılığa bağlı olduğunu görüyoruz. Çevre hakkı ve yaşam hakkının birbirinden ayrılamayacağı görüldü. Ekoloji mücadelesini yaşam hakkı ve kent hakkı mücadeleleriyle bir program etrafında kavrayan bütünlüklü bir mücadele verilmesi zorunludur. Endüstriyel tarım-hayvancılık karşısında küçük-orta ölçekli üretim çiftlikleri, kooperatifleri ve buna bağlı olarak kırı destekleme politikaları gündeme alınmalıdır.
* Salgınla birlikte kadınların işsizlik sorunu ve ücretsiz ev-içi emek yükü daha da ağırlaşmış, erkek şiddeti tırmanmış, bu krizin yükü de katmerli olarak kadınların sırtına yıkılmıştır. Salgınla birlikte kesintiye uğrayan halk isyanları dalgasının en önünde yer alan kadın hareketinin bu yeni dönemde de en önde yer alması sürpriz olmayacaktır.
* “Uzaktan eğitim”, pahalı teknolojik ürün ve hizmetleri gerektirdiğinden eğitim hakkına erişimde var olan eşitsizlikleri daha da artırmakta, çocukların asosyalleşmesine zemin hazırlamakta, ayrıca toplumsal eğitimi salt bir öğretim faaliyetine indirgemektedir. Ancak veri madenciliği gibi tuzaklar barındırarak denetim olanaklarını muazzam derecede artıran sosyal medyayı yeri geldiğinde silah olarak kullanmayı başarabilen muhalif kesimler uzaktan eğitimin yarattığı olumsuzlukları da aşabilme kapasitesine sahiptir.
* Başta ABD olmak üzere emperyalist-kapitalist ülkelerde uzaktan eğitimin, bina, çalışan vb. maliyet unsurlarını ortadan kaldırabilecek olması nedeniyle, örgün eğitimden vazgeçilmesi ve bunun yerine sermaye gruplarının elinde bulunan dijital platformlar üzerinden öğretim programlarının ikame edilmesi şimdilerde tartışılmaya başladı. Bu durumda eğitim hakkı mücadelesi kendini yeni bir boyutta dayatmakla kalmıyor, toplumsal muhalefete önemli bir dayanak noktası oluşturuyor.
* Eğitim ile halk sağlığı meselelerinin iç içe geçmesinden dolayı önümüzdeki dönem sağlık emekçileri ile eğitim ve bilim emekçilerinin daha fazla işbirliği içinde olması bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
* Salgın günlerinde çözüm olarak başvurulan evden çalışma yöntemi, işverenlerin öğle yemeği, servis, elektrik, su, ısınma giderleri gibi maliyetlerden kurtulmalarını sağladığından sermayenin iştahını kabartacak gibi duruyor. Emek örgütleri, istisnai çalışma biçiminin temel çalışma biçimine getirilmesi yönündeki girişimlere karşı bir öngörü çerçevesinde hazırlıklı olmalıdır.
* Sağ gösterip sol vurmayı çok iyi bilen kapitalistler işçi sağlığını koruma bahanesiyle elektronik kelepçe, izole üretim tesisleri gibi projeleri hayata geçirmeye hazırlanıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin içeriğinin zenginleştirilmesi, bu doğrultuda kapsamlı bir çalışma ve mücadele programı oluşturulması bir görev olarak önümüzde duruyor.
Değişen koşullarda Türkiye Solu da doğal olarak tartışmalar yürütüyor. Bu tartışmalarda karşıtlıklar daha çok “eski-yeni” biçiminde tarif ediliyor. Ancak bilinmelidir ki “yeniyi” gökten zembille inecek orijinal bir şey olarak düşünenler yanılır. Toplumsal muhalefetin ilerleyebilmesi devrimci kadrolara ve kitleye bağlıdır. Esas olan mücadelenin ihtiyacıdır. Önderlik doğru zamanda doğru yerde kitleleri seferber ederek mücadeleyi yürütebilmektir. Unutulmamalıdır ki öncülük tek başına önde gitmek değil ardından gidilen olmaktır da.
Bugün dünya ve Türkiye’de sosyalistlerin yaptığı tartışmalarda neyin “eski” neyin “yeni” olduğuna ancak yaşamın içindeki deneyimlemeler sonucu varılabilir. Çünkü devrimci olan hayatın kendisidir. Toplumsal değişimde temel prensiplerinden biri; yeninin hep eskinin içinden çıkması bir süre “eski”nin izlerini bağrında taşımasıdır. Bugün olumlu bir rol oynayan dayanışma ağlarına baktığımızda işçi sınıfının sendikalardan önce yine mücadelelerle kurduğu yardım sandıklarının izlerini buluyorsak, toplumsal hareket sendikacılığını ararken yolumuz Yeraltı Maden İş’in Yeni Çeltek’te, Aşkale’de, Divriği ve Hekimhan’da yarattığı örneklere çıkıyorsa yapmamız gereken “eski”yi elimizin tersiyle itmekte değil, onu “eski”yi de içeren yaratıcı fikirlerle aşmaktır. Ayrıca yeniyi sadece örgüt modellerinde aramak derdimize çare değildir. Dilimizde, kültürümüzde, iletişim biçimimizde, yaşam tarzımızda, etik anlayışımızda tepeden tırnağa bir yenilenmeyi, giderek solun Rönesans’ını hedeflemeyen yenilik arayışları denize varmadan kuruyan çaylara benzeyecektir. Bu arayışların olumlu bir sonuç üretmesi sınıf mücadelesi zeminine basmayan “sınıfsal gerçeklikten kopuk seçkinci” eğilimlerle olacak iş değildir. Devrimci fikirlerin sınanacağı yer pratiktir. Pudingin kanıtı yenilmesindedir. Bugün hastanelerde tüm emekçileri (sendika, çalıştırma biçimi, mesleki vb. ayrımları bir kenara bırakarak) kapsayan ve talepleri etrafında örgütleyen işyeri salgın komitelerini kuran sağlık emekçileri, mahallelerde dayanışma ağlarını kuran devrimciler eskiden yeniye geçen köprüyü kurmaya çalışıyorlar. Heybelerinde devrimci hareketlerinin deneyimi, önlerinde kendilerinin açacakları devrimci bir yol var.
* İlhan Yiğit: KESK MYK Üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.