Şimdi kendi çalıştığım hastanede COVID-19 hastalığı nedeniyle bir odada yatarken, biriktirdiğim insanlarla ayaktayım. Arkadaşlarımın gülüşleriyle gülüyor, örgütlülüğün gösterdiği birliktelik ile COVID-19’u yeneceğimi biliyorum. Bir işçi olarak hissettiğim gücü hissetmeniz ve yanımda olan arkadaşlarıma elimden geldiğince teşekkürlerimi iletmek amacıyla yaşadığım deneyimi paylaşmak istiyorum
Ben Reyhan, 48 yaşındayım. 2012’de hastaneye temizlik işçisi olarak başladım. Kendi işyerimi kapatıp bu işe başladığımda boğazıma kadar borca batmıştım. Hatta defalarca intiharın eşiğine kadar gelmiş ama çocuklarımı düşünerek vazgeçmiştim. Çaresiz bu işi yapmak zorundaydım. İşe başladıktan iki ya da üç yıl sonra sendikaya üye olma yolu açılınca hemen DİSK Genel İş’e üye olup işyeri temsilciliğine adaylığımı koydum ve kazandım. Hak aramak için en iyi mücadele şeklinin doğru sendikada örgütlü olmak olduğunu biliyordum. Daha önceki işyerlerinde de sendika ile ilgili çalışmalarım vardı.
Sonra çocukluğumdan beri sempatizanı olduğum Halkevleri’nde örgütlendim. Bu yaştan sonra olur mu demeyin, olur olur, hem de çok iyi oluyor. Kendimi oraya ait hissettim. İnsan kendisini bulduğu yerde, kendisini iyi hissettiği yerde; görüşleri, düşünceleri aynı noktada buluşan insanlarla bir arada olmaktan haz alıyor. Gözü arkada kalmadan çocuğunu teslim edebileceği bir güven dolu bir örgütlülük. Hani derler ya dosta güven veren… bu da bizim Özgür’ün sözü :) Gencecik insanlar tarafından sahiplenilmek, sahiplenmeyi öğrenmek, hakkına, hukukuna, insana, doğaya, hayvana, ağaca, işyerine sahip çıkmak… Örgütlülük bana bunları hissettirdi ve her anında “iyi ki” dedirtti.
Şimdi kendi çalıştığım hastanede COVID-19 hastalığı nedeniyle bir odada yatarken, biriktirdiğim insanlarla ayaktayım. Arkadaşlarımın gülüşleriyle gülüyor, örgütlülüğün gösterdiği birliktelik ile COVID-19’u yeneceğimi biliyorum. Bir işçi olarak hissettiğim gücü hissetmeniz ve yanımda olan arkadaşlarıma elimden geldiğince teşekkürlerimi iletmek amacıyla yaşadığım deneyimi paylaşmak istiyorum.
Her şey yüksek ateşle başladı. Yüksek ateş yüzünden yorgun ve bitkindim. Evdeyken Nebiye’ye mesaj attım:
– Nebiye ateşim düşmüyor. Herhalde hastalığı kaptım.
– Geçmiş olsun. Biz gelip götürelim seni hemen.
– Gerek yok, akşam nöbetim var. Gidince baktıracağım.
– Haber et yapabileceğimiz bir şey olursa…
Ben hastaneye vardım, acile girdim. On dakika sonra Nebiye geldi ve tüm işlemlerimde yanımda bekledi “ya bana da bulaşırsa” diye düşünmeden.
“Nebiye, sen eve git bekleme” dediysem de gitmedi. Neden bekliyordu biliyor musunuz? Gerçekten benim için endişe ediyordu. Sonuç geldi; COVID-19’a yakalanmışım. Şaşırdım, üzüldüm. Hastaneye yatmam gerektiğini söylediler. Doktor, “Reyhan abla sana oda ayarladık, sürüntü sonucun pozitif, gelmen lazım” diye telefon etti.
En az beş gün… Ya çocuklar ne olacak? Endişem bu kez onlardan yana. Ne yerler, ne içerler, nasıl idare ederler? Doktor tekrar aradı:
– Reyhan abla seni bekliyoruz.
Sabaha karşı koyuldum yola. Gittim, yattım hastaneye. İşte o andan itibaren bu hastalığı tek başıma yenmeyeceğimi anladım.
Hemşire Burcu ve Zehra:
– Abla yapabileceğimiz bir şey varsa hemen söyle.
Anlarsınız o samimiyeti o içtenliği. Kafamdaki bulut biraz aralandı. Odama çıktım, saat sabahın yedisi… Saat kaçtı bilmiyorum, Nebiye telefon etti:
– Reyhan ben geldim acilin bahçesindeyim. Seni nasıl görürüm?
Bir baktım ki odanın camının altında. Çocuk gibi, kaybettiğim eşyayı bulmuş gibi nasıl mutlu oldum… Saatlerce hastanenin etrafında bekledi, bir şeye ihtiyacım olursa diye. Yine telefon çaldı bizim yeni Özgür:
– Abla cama çık seni göreyim.
Ben şaşkın bir vaziyette cama çıktım, karman çorman duygular, ağlasam mı gülsem mi… Pat bir telefon daha:
– Abla cama çık, ben geldim.
Bu da bizim Özgür. “Kuzum ya…” Onları anlatmak için söz bulmak zor… Sonra Menderes Abi, hayatımda ilk kez biri bana şiir hediye etti. Nazım Hikmet’in dizelerini armağan ediyordu bana.
“Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Şiiri okurken ağladım. Tutamadım kendimi. Ne güzel, ne naif bir insan. Ne zaman bir araya gelsek kendisini özel hissettirir insana. İnsanlar bu kadar kısa sürede nasıl haber aldı anlamadım, telefonlar mesajlar ve insanların içtenlikleri beni hiç olmadığım kadar iyi hissettirdi.
Ya Pınar… Aynı gün içinde beni aradı: “Reyhan doğru mu, gerçekten hasta mısın?” İçim gitti. (Bunu bir insan gerçekten hissetmese söylemez.) O sakin, o dingin kadının sesindeki tedirginlik, endişe benim içindi. Yine bir mesaj geldi, ikinci şiir hediyem Pınar’dan… Gel de ağlama. Kardeşim gibi, kızım gibi… “İyi ki tanıdım” dediğim özel insanlardan. Füruğ Ferruhzad’dan “Sadece Ses Kalıcıdır” şiirini gönderiyor. Bizim seslerimizin kıymetini anlamamı istercesine…
“Ben ağaçların soyundanım
Ve bu ‘bayat’ havayı solumak kederlendiriyor beni,
Ölen bir kuş uçuşu unutmamayı öğütledi bana
Tüm güçlerin sonu güneşin gerçeği
ve ışığın bilinciyle birleşmekten ibarettir,
birleşmek.”
Aysun arıyor:
– Reyhan aplaaa nasılsın? Hemen geliyorum yanına. Bir şey istiyor musun?
– Aysun gelme, iyiyim.
– Çocuklar bende. Sen merak etme. Ben uğrarım onların yanına.
Tabii durur mu? Tüm Keçiören’i ayağa kaldırmış. Esin hocam, Seyide ablam, Ayten, Aydın… Aydın: “Abla sen rahat ol, çocuklar bende gereken ne varsa yaparım” diyor, Sebahat her gün güzel mesajlarla günümü aydınlatıyor. Çok özel bir insan Sebahat. Güzel arkadaşım Ayten aradı. Keçiören’de konuşmuşlar. Yemeklerin yapılması için paylaşım yapılmış.
– Canım çocuklara yemek yapıyorum ne severler?
Sanki kendi işi başından aşkın değilmiş gibi taze fasulye, yoğurt çorbası, patates salatası, yaprak sarma yapmış. Bir de diyor ki: “Bunlarla idare etsinler, ben yine yaparım.” Ayten’in yaptığı yemekleri Gata’dan Özgür götürüyor çocuklara, yorgunum argınım demeden, “Abla ne demek, biz ne güne duruyoruz” diyerek. Şebnem desen öyle… Keçiören Halkevi’nden tanıdığım-tanımadığım, sadece bir kez gördüğüm insanlar, hiç karşılaşmadığım insanlar bile tek tek aradılar sordular. Geçmiş olsun dileklerini ilettiler. İyi ki Halkevciyim, iyi ki Halkevi’nde örgütlenmişim.
DİSK Kadın Komisyonu’ndan Özgün, Dilan, Ekin, Nermin, Nevin abla… Hepsi birlikte: “Reyhan çocukları merak etme, biz onlarla ilgileniriz. Sen yeter ki söyle” diye beni rahatlattılar. Herkes o kadar içten o kadar gerçek ki COVID-19’u unuttum desem yeri… Bir şımardım, bir haller oldu bana.
Koskoca İbn-i Sina kapıdan bacadan, “Geçmiş olsun Reyhan abla. Bir ihtiyacın var mı?” Çay getiriyorlar, su getiriyorlar… “Abla sen söyle biz hallederiz.” Ferdane abla, danışmadaki Derya çorbalar, köy peynirleri, yufka ekmekler getiriyor. Benim sevdiğim her şeyi nasıl da akıllarında tutmuşlar. An tıp marketteki arkadaşa çorba istediğimi ama kantine ulaşamadığımı söyledim. Marketteki, ismini bile bilmediğim arkadaş: “Sen bizim öncü işçi Reyhan abla değil misin? Senin için hemen çorba gönderiyorum abla.” dedi ve on dakika sonra çorba geldi. Onlarla aramdaki diyaloğun bu kadar içten olduğunun farkında bile değilim.
Daha nice insan… Sadece birer konuşmamızı yazabildim. Yalnız olmadığımı her an hissettiğim günler. COVID-19’u yeneceğimi hissettiren bir mücadele birikimi… Birbirimize dokunduğumuz, birbirimizin derdini dert edip koşturduğumuz zaman oluyormuş. Nasıl teşekkür ederim, nasıl teşekkür etme fırsatı bulurum bilemiyorum ama: NE GÜZEL İNSANLAR BİRİKTİRMİŞİM…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.