Che Guevara, Latin Amerika’nın hemen bütün ülkelerindeki gerilla mücadelelerinin esin kaynağı olmuş bir kahramandır. Bu bakımdan, 1970’lerden itibaren Latin Amerika solu içerisinde Marksizm’i inkâr ederek ve Gramsci’yi çarpıtarak yola çıkan başka bir Arjantin kökenli Ernesto Laclau ve benzerlerinin oluşturduğu aşırı reformist çizginin önünde bir barikattır
Ernesto Che Guevara 14 Haziran 1928’de Arjantin’de doğdu. Bolivya’da ikinci devrimini yapmak isterken bir dağ geçidinde rejimin askerlerince yakalandı, ertesi gün CIA ve yerel yetkililerin emriyle infaz edildi.
Che Guevara, geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da dünyanın en çok sevilen devrimci figürleri arasındadır. Şöhrete, makama, paraya pula önem vermeyen böylesi devrimci kahramanların sayısı fazla değildir. O ki Küba’da bakanlığı bırakıp, devrim yapacak ülke aramaya (Kongo, Bolivya) çıkan bir enternasyonalizm aşığıdır. Gençliğinde futbol, ragbi ve binicilikle uğraşmış bir sporseverdir. Korkusuz ve romantik ama sahici bir gerilla komutanıdır. Karizmatik, yakışıklı ve espritüeldir. Şiir yazar, güzel konuşur, iyi savaşır.
Dünya gericiliği bedenen öldürdü ama fikirlerini ve Latin Amerika’dan dünyaya yayılan efsanesini öldüremedi. Metalaştırarak ve moda ikonu yaparak manen öldürmeye çalıştı yine öldüremedi.
Ernesto Che Guevara 1967 Ekim’inde öldürüldüğünde sosyalisttim ama henüz büyük bir devrimciyi kaybettiğimizi idrak edebilecek düzeyde değildim. 1968’de BYYO’ya (Basın Yayın Yüksek Okulu, İLEF) girdiğimde herkes gibi ben de bir bilinç fırtınası yaşadım. Sınıfta sıralara iri harflerle Marx, Lenin, Mao, Che yazılmıştı. Devrimci önderlerin yaşamları ve fikirleri hakkında çok şey bilmesek de biz de geleneği sürdürdük. Che katledileli bir yıl bile olmamıştı. Batı’dan, Doğu’dan, Kuzey’den, Güney’den, her yönden devrim rüzgârları esiyordu. Çok geçmedi, her bir yönün bir fraksiyona gerekçe yapıldığına tanık olduk.
O yıllarda değişim çok hızlıydı. Uluslararası komünist hareket içindeki bölünmeler bize de yansıdı, saflar belirginleşmeye başladı. 1969 sonunda MDD’cilerin ortak teorik dergisi Aydınlık, Mihri/Mahir ve Doğu Perinçek kanatları olarak ikiye bölündü. TKP-TİP (Boran-Aren kanadı) zaten Sovyetlere zimmetliydi. 1970 Ocağında çıkan Perinçekçi “Ak Aydınlık” Maocu, Mahirci “Al Aydınlık” ve Denizler Küba, Vietnam, Kuzey Kore gibi ortada idiler. Kısa süre sonra yolları ayrılacak Mihri ve Mahir tarafı kendi tutumlarını “Ho Şi Minh çizgisi” diye tanımlıyorlardı.
Mensubu olduğum Basın Yayın Komünü (Aktan İnce, Aydın Çubukçu, Nejat Arun, Hikmet Çiçek vs.) olarak biz bilinçli diyemeyeceğim bir tercihle kısa süreliğine Maocu tarafta yer almıştık. İçimizde yalnız Mustafa Kuseyri’nin yatağının üstünde Che portresi asılıydı. Mahir’ler ve Deniz’lere gelince yalnız Latin Amerika ekolünde karar kılmakla kalmamışlar, 1970 yılını teoriden pratiğe sıçramanın hazırlıklarıyla geçirmişlerdi.
Mao’nun parti, kitleler, halk ordusu, halk savaşı söylemleri bize daha mantıklı geliyordu. Klasik Marksizm kalıplarına uymayan Küba söyleminde devrimci durum, parti ve kitleler vurgusunun, gerilla retoriğinin gölgesinde kalmasını, Lenin’den uzaklaşma olarak yorumluyorduk. Bu arada Mao’nun tuğla kalınlığındaki Askeri Yazılar’ını okudum. Askeri akademi kitapları gibi biraz sıkıcı gelmesine rağmen, Doğu Asya (Çin, Kore, Vietnam) devrimciliğini, Latin Amerika devrimciliği ile kıyaslayınca, ilki bana daha mantıklı geldi. Biri gerilla timlerinden (“foko vs.), birkaç kişilik, onlu, en fazla yüz’lü gruplardan bahsediyorsa, öbürü binlerden, on binlerden, kızılordulardan, Latin Amerika kıtası boyunda uzun yürüyüşlerden söz ediyordu. Çinlilerin Che Guevara’nın anılarıyla büyük devlet şovenizmi kokan “Bir Avcının Notları” diye alay etmeleri bunu vurgulamayı amaçlıyor olmalıydı.
Yine de Guevara’nın Günlüğü’nü, Carlos Marighella’nın kapağında üç kurşun deliği bulunan Şehir Gerillası’nı, Doughlas Braovu’nun Milli Kurtuluş Cephesi’ni, Alberto Bayo’nun Gerilla Nedir’ini (Che ve Castro’nun gerilla eğitimi hocası), herkes gibi biz de su içer gibi okuduk, cazibesine kapılmaktan kendimizi alıkoyamadık. Maocu Aydınlıkçılarda silahlı devrim yapacak cevher görmeyince (geleneğin gerçek sahibinin Aydınlık’tan kopan İbrahim Kaypakkaya olduğu görüldü) ayrıldık ve ucu zamanla ÇKP’den kopuşa ve AEP’ye çıkacak bir yola girdik.
Lenin gözümüzde dokunulmazdı, ama ufak ufak şehir gerillası eylemleri provası yapmaktan da geri durmuyorduk. Herkes gibi bizim de bilinçaltımıza gerilla özlemi yön veriyordu. Parka, postal, kadife pantolon, kirli sakal, silah tutkusu bunun dışavurumuydu. Gözümüz klasik teorideydi, ama ayağımız bize değil “zamanın ruhu”na kulak veriyordu.
Aynı dönemde saflar netleşti. Banka soygunlarının ardından THKO adıyla ilk dağa çıkan Guevarist grup Deniz’ler oldu. Mahir Çayan tarafı da arka arkaya askeri eylemler geliştirdiler. İki taraf da Çin ve Vietnam devrimlerine sempatilerini sürdürüyorlardı, ama yine de gönülleri çabuk iş bitiren Che ve Castro’dan yanaydı. Mahir Çayan yazılı bir görüş deklere etmeyen Deniz’lerden farklı olarak, Kesintisiz Devrim’lerde, referansları arasına Küba’dan başka, Latin radikalizminin diğer renklerinden Brezilyalı C. Marighella’yı, Tupamaroları ve D. Bravo’yu da katıyor; “suni denge”, “milli kriz”, “öncü savaş”, “silahlı propaganda”, “politikleştirilmiş askeri savaş stratejisi” gibi kavramlar setinden bir Latin devrimciliği sentezi geliştiriyordu.
THKO olsun THKP/C olsun SBKP-ÇKP saflaşmasında pragmatist nedenlerle (devrim esnasında destek almak gibi) açıkça taraf olmuyorlardı ama aslında SBKP’nin başını çektiği Kruşçev revizyonizminin “barışçıl yoldan devrim”, “barış içinde bir arada yaşama” gibi anti-Leninist tezlerine şiddetle karşıydılar. Bizse bu konuda hemfikir olmakla birlikte, düne kadar Dev-Genç çatısı altında beraber olduğumuz arkadaşlarımızın “öncü savaşı”, “PASS” gibi Latin Amerika devrimciliğinden alınmış tezlerini sol olarak görüyor, kitlelerden kopuk “fokoculuk”la eleştiriyorduk.
Şimdiki düşünceme göre ortak hatamız, devrimin yolunu, dünya ve ülke gerçekliğinden yola çıkarak değil, Rus, Çin veya Küba devrim modellerini taklit ederek çizmeye çalışmamızdı. Bir kez taraf tutulup yol seçildi mi kimse ötekinin ne dediğine bakmıyor, herkes okumasını kendi listesine göre yapıyordu. Bu, teorik olgunlaşmamışlığımızın ve siyasi ufkumuzun darlığının bir sonucuydu. Sırtımızı yaslayabileceğimiz sağlam bir teorik cephaneliğimiz olmadığından el yordamıyla yürüyorduk. En soldaki eski tüfekler bile “sakın maceraya kalkışmayın, silahtan uzak durun” diye uyarılarda bulunuyorlardı. Farklı devrim modellerini var eden nedenin farklı tarihsel koşullar ve bağlamlar olduğu, başka bir ifadeyle Güneydoğu Asya devrimlerinin diğer kıtadakilere daha az, birbirlerine daha çok benzemelerinin nedenleri üzerine düşünmüyorduk bile. Savunanlar kadar karşı çıkanlar da Latin Amerika’da devrimci sürecin şekillenmesinde kıta halklarının tarihsel ve kültürel özelliklerinin payını dikkate almadıklarından, Castro ve Che’yi kendi bağlamlarından koparabildiler.
Onca yıl aradan sonra Bolivya girişimini de içine alan Küba devrimi deneyimi ele alınırken, 71 ihtilalcilerinin yorumlarından daha üst bir bakışa ihtiyaç olduğu noktasında genel bir kanaat oluşmuş durumdadır: Gerek Che’nin Bolivya harekâtı gerekse Deniz’lerin ve Mahir’lerin 71 çıkışları Türkiye devrimciliğinde barışçıl yol suni engelini aşan, ileriye doğru bir sıçramadır. Bunda iç dinamikler kadar Küba, Vietnam, Çin devrimlerinin rüzgarından etkilenmenin de katkısı vardır.
Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki muzaffer devrimler dünya devrimci hareketinin zirvede olduğu, devrimci aşırıcılığı hem doğuran hem de mazur gösteren bir bağlama sahipti. Hareket dibe vurduktan sonra geriye dönüp bakıldığında, devrimini yapıp sosyalizme geçmiş ülkelerin kapitalizme yenik düşmeleri, devrimi korumanın ve sürdürmenin en az devrim yapmak kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sosyalizmin çöküşüne sebep olan etkenler önlem almaya daha iktidarı elde etmeden önce başlamak gerektiğine işaret ediyor.
12 Mart döneminde kır ve şehir gerillası eylemlerini başlatan arkadaşlarımız, Küba devrimini tek yanlı, şematik bir yoruma tabi tutarak askeri bakış açısını ve partisizliği mutlaklaştırarak devrimi “fokoizm”e indirgeyen Regis Debray gibi yorumcuların etkisi altındaydılar. Debray gibi entelektüeller ve kabına sığmayan Carlos Marighella, genç devrimcilerdeki sabırsızlığı körüklediler. 1971 girişimi Che’deki cesareti ve tarihsel atılganlık duygusunu görüyor, eksik olanı görmüyordu. Yeterli bir hazırlık yapmadan devrim yapmak, ancak başka etkenler de olduğunda (örneğin patlamaya hazır devrimci ortam, hegemonya krizi) mümkündür. Küba’da uzun sayılabilecek bir hazırlık olmamıştı, ama diktatör Batista’ya karşı geniş bir sosyal muhalefet vardı ve başka sol kesimler de gerillayı destekledi. Bunu önemsemeyen Che, Bolivya’da iki noktayı gözden kaçırdı. Küba’nın aksine, o sırada Bolivya’daki yerel nüfus ve kentler gerillaları desteklemedi. Ayrıca, bölgelerinde Che Guevara’nın ortaya çıkmasından korkan Bolivya makamları, ABD’den yardım istediler. CIA’nın özel ajanları aktif olarak Bolivya ordusuna yardım ettiler.
Che Guevara, Küba Devriminin dersleriyle yetinmeyen, teorik düzeyini ve politik kavrayışını geliştirmek için sürekli çaba gösteren, gelişen, dönüşen ve sosyalizmin bütün sorunları üzerinde kafa yoran bir devrimciydi. Katledilmese büyük olasılıkla Bolivya deneyiminden dersler çıkarır, anılarını ve makalelerini aşan daha sistematik görüşler geliştirirdi. Ne yazık ki trajik ölümü devrimin ve sosyalizmin sorunlarına daha yakından eğilmesine zaman tanımadı.
Latin Amerika’nın sosyalizme yönelen ilk radikal devrimi olan Küba deneyimi her şeyden önce Kruşçevci revizyonizmin “sosyalizme barışçıl geçiş” ve “barış içinde bir arada yaşama” teorilerine sıcağı sıcağına verilmiş bir cevaptı. Che ve Castro, “füze krizi” sırasında Kruşçev’in ABD karşısında geri adım atması üzerine hayal kırıklığına uğramışlardı. Küba Devlet Başkanı Fidel Castro pragmatik nedenlerle Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirmeye devam etti. Stalin ve Mao’ya ilgi duyan Che ise Kruşçev’in gidişatından pek memnun değildi. Sovyet tezlerine karşı şiddeti kitleleri ayaklandıracak bir kaldıraç olarak kullanma anlayışını geliştirdi. İkinci olarak kıtanın SBKP güdümlü, devrim yapmamak için bin bir bahane üreten fosilleşmiş bürokratik-reformist partilerin ipliğini pazara çıkardı. Üçüncü olarak, Castro-Che çizgisi, Ho Şi Minh’le birlikte, sadece 1970’de Şili’de izlediği yolun samimi ve kararlı savunucusu Salvador Allende’nin trajik bir yenilgiyle sona eren barışçıl yoluna karşı değil, aynı zamanda ve özellikle İtalya’da Şili trajedisinin kendi başına da gelmesinden korkan E. Berlinguer’in “tarihsel uzlaşma”sına ve Fransa, İspanya KP’leriyle birlikte geliştirecekleri Avrokomünizme karşı devrimci bir alternatifti.
Che Guevara, Latin Amerika’nın hemen bütün ülkelerindeki gerilla mücadelelerinin esin kaynağı olmuş bir kahramandır. Bu bakımdan, 1970’lerden itibaren Latin Amerika solu içerisinde Marksizm’i inkâr ederek ve Gramsci’yi çarpıtarak yola çıkan başka bir Arjantin kökenli Ernesto Laclau ve benzerlerinin oluşturduğu aşırı reformist çizginin önünde bir barikattır. Bölge ve dünya devrim güçleri yenik düştükleri bir dönemde meydan liberal solculara kaldı. Reformist Lula, Kirchner, Chavez, Morales hükümetleri, kıtanın patronu ABD tarafından, bir yandan işbirlikçilerinin ve sermayenin yardımıyla devrilmeye çalışılırken, bir yandan da devrimci radikalizme karşı yedek lastik olarak indirekt müsamaha gördüler. Neoliberalizm Latin Amerika’ya yerleştikten ve itibar kaybeden askeri faşist diktatörlükler bir bir yıkıldıktan sonra, reformist parti ve hükümetler ülkelerinin kapitalist “normal”e geçişlerine refakatçilik yapmakla kalmamışlar, kendi halklarının devrimci birikimini eriten bir rol de oynamışlardır. Soğuk Savaş yıllarında askeri faşist darbelerle çözülen kriz, bu kez reformist toplumsal uzlaşma yoluyla çözülmüştür. Dolayısıyla, eğer bir gün kıta ülkelerinde devrim ateşleri yeniden parlayacak ve kriz devrimci yoldan çözülmek istenecekse, bu Che (ve Castro) geleneğinin dışında olmayacaktır.
Kruşçev revizyonizminin ve uzantısı Avrokominizmin Latin Amerika ülkelerindeki yansımalarından başka bir şey olmayan söz konusu reformist partiler ve akıldaneleri Laclau, yalnız şiddete dayanan devrimi değil, Lenin’in devrimci iktidara dair öteki tezlerini de inkâr ederek iktidar devrimci güçlerin eline geçmeden de “Bir başka dünyanın mümkün” olduğu hayalini yayıyorlar. Oysa engin pratik öngörüsüyle ayağını yere sağlam basan Che, stratejik hedefinin merkezine siyasi iktidarı koymakta hiç tereddüt etmemiştir. Bu yönüyle üniversite yetiştirmesi Marksist/post-Marksist kökenli ideologlarla tam bir zıtlık içindedir. Batı solundakiler sağından solundan kırptıkları devleti silahsız külahsız içten dönüştürme teorileri icat ederler. Che ise namlusunun ucundan gözetlediği devletin ne olduğunu, ona karşı nasıl davranılması gerektiğini Lenin netliğinde bilir.
Yazılarında, anılarında ve pratiğinde cisimlenen devrimci yolunun dar askeri bakış açısından yorumlanmasından kaçınılmalı, birçok Guevara aşığı tarafından da dile getirildiği gibi, geçmiş üzerinde yeniden düşünülmelidir. Bunun ilk adımlarından biri Regis Debray gibi ikinci el çarpık şemalaştırmalardan kaçınılması ve Tupamarolar gibi fokocu anlayışlardan uzaklaşılmasıdır. Küba Devrimi gerilla hareketinin “öncü savaşı”ndan ibaret değildi, kitlelerin nefretini kazanmış öteki Batista muhaliflerinin, kentlilerin ve kırdakilerin desteğine sahipti. Bir diğeri, Bolivya yenilgisi dahil Latin Amerika modelinin devrimci parti, parti ile işçi sınıfı ve ezilenler ilişkisi, devrimci durum gibi açılardan, Leninizmin ve zamanımızın ışığında yeniden değerlendirmesi ihtiyacıdır. Bugün devrim yapmak o zamana göre daha zordur. Hem Gramsci’yi anımsatan sabırlı bir hegemonya hazırlığı gereksiniminden, hem de gonk çaldığında Che gibi elini çabuk tutmayı bilme zorunluluğundan dolayı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.