Ufukta Libya bataklığı görünüyor

NATO müdahalesine ve dolayısıyla Tobruk ile Trablus meclislerine karşı tutum alan Libya Ulusal Halk Hareketi, Sebha, Tebu kabileleri ve birçok sivil toplum kuruluşu, “Türkiye’nin müdahaleciliği ile radikal İslamcı terörün ülkeyi ele geçirmesine müsaade etmemek” adına Halife Hafter’e ve Libya Ulusal Ordusu’na destek vermeyi tercih ettiler. Türkiye’nin artan müdahaleciliğinin giderek Hafter’in liderliğini pekiştiren bir etki yarattığını söylemek yanlış olmaz

Ufukta Libya bataklığı görünüyor

Son günlerde Libya sahası yeniden ısındı. Hem de İdlip’ten dönen savaş geriliminden sonra yeniden savaş davulları çalacak kadar…

Libya Ulusal Ordusu kaynakları, Türkiye’nin Libya’ya transfer ettiği Suriyeli paralı askerlerin son günlerde çok fazla kayıp verdiklerini, keza düşürülen Türk SİHA/İHA’ların ve ele geçirilen/imha edilen “Kirpi” adı verilen zırhlı araçların günlük raporunu veriyorlar. Şu ana kadar Suriye’den Libya’ya taşınan paralı askerlerin sayısı 17 bine ulaşmış durumda.[1]

İş bununla da sınırlı değil. Hafter’e bağlı güçler son günlerde Trablus’u yoğun bir top ve roket ateşine tabi tuttular. Günde 100’ün üzerindeki atışlarla Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı milis güçleri, deyim yerindeyse “son iki yılın en hızlı” kayıplarını verdiler. Bundan Türk temsilcilikleri de nasibini aldı. Bu durumu, “Sadece 9 Mayıs günü, Trablus’un merkezindeki yerleşim birimlerine yoğun topçu ateşinin yanı sıra 100’ün üzerinde roket fırlatılmıştır” açıklamasıyla da teyit eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Libya’daki temsilciliklerimiz ile çıkarlarımızın hedef alınması halinde, Hafter unsurlarını meşru hedef olarak telakki edeceğimizi tekrar vurguluyoruz” dedi. Yani Türkiye açısından Libya’da işler iyi gitmiyor ve AKP, bir sürelik sakinliğin ardından tekrar Libya’daki gerilimi yine gündeme taşıdı. Libya sahası neden şimdi tekrar ısındı?

Geçtiğimiz ay bütün dünya koronavirüsle meşgul iken UMH, “nereden geldiği belli olmayan” bir güçle büyük saldırılar başlattı. Kısa sürede Trablus’un batısında birkaç yerleşim yerini kontrol altına aldı. Trablus’un güneyindeki Tarhuna kenti sıkı bir kuşatma altına alındı. Bu zaman sürecinde AKP iktidarı Libya savaşı yokmuş gibi davrandı. Hatta bu süreçte durup dururken UMH lideri Fayiz es-Serrac, “hiçbir ateşkesi kabul etmeyeceklerini” söyledi. Önemli bir özgüven vardı.

UMH’nin Tunus sınırına yakın bölgedeki bu atağı için “Acaba Tunus mu destek verdi?” diye fikir beyan edenler oldu. Bilindiği üzere Tunus’ta AKP’nin kardeş partisi Nahda Hareketi bir dönem iktidar oldu, sonra gücünü kaybetti ama hareketin lideri Raşid Gannuşi şu anda Tunus Meclis Başkanı’dır. Fakat AKP’nin Libya tezkeresinden sonra Gannuşi ile yaptığı görüşme nedeniyle Tunus Meclisi özel bir oturumda, deyim yerindeyse Gannuşi’yi adeta “linç” etti… Bu yüzden UMH’ye transfer edilen gücün Tunus’tan gelmesinin olanaksızlığı da tartışıldı ve geriye sadece “korona günlerinde Türkiye’den akan yoğun destek” üzerinde duruldu… Fakat bu “zafer” günleri uzun sürmedi. Hafter kendini Libya’nın lideri olarak ilan etti, ardından büyük bir karşı taarruz başlattı. Bundan sonra hem Serrac’a bağlı milisler hem de Suriye’den Libya’ya taşınan paralı askerler fazlaca kayıp vermeye başladılar.

Önce Hafter’in kendi liderliğini ilan etmesine dair bir detaya girmek gerekirse; açıkçası dünya medyasında Hafter’den sanki bir asker değil de “Doğu Libya’nın lideri” algısını yaratan bir dil kullanıldı. Medyada mütemadiyen “Hafter güçleri” diyen bir dilin kullanılması ve Hafter’i “Libya’nın resmi Ulusal Ordusu’nun resmi Genel Kurmay Başkanı” olarak atayan Tobruk Meclisi’nden söz edilmemesi, zaten böyle bir algıyı yaratmıştı. En son Hafter kendini “Libya’nın lideri” olarak ilan ettiğinde de medya organları bu ilanı “olağan” kabul ettiler. Oysa işin özü şu ki, Libya halkının önemli bir kesimi açısından ne Serrac ne de Hafter “Libya’nın lideri”dir. Her iki lider ve hatta her iki meclis (Trablus ve Tobruk), “Libya halkına karşı işlenen NATO suçlarının ortakları” olarak görülüyorlar. Çünkü “iki taraf, NATO müdahalesinin ürünüdür ve hala her biri farklı dış güçlerin temsilcileridir”… Ancak şöyle bir gerçeklik de var; Trablus hükümetinin askeri gücü İhvancı/Selefi milislere dayandığı için,  NATO müdahalesine yol açan radikal İslamcı terörün bu iktidar sayesinde varlığını sürdürmesi, Libya halkının büyük çoğunluğunun tepkisini topladı. Bundan dolayı Hafter destek gördü. Özellikle AKP’nin Libya’ya müdahale tezkeresinden sonra Hafter, adeta destek yağmuruna tutuldu. NATO müdahalesine ve dolayısıyla Tobruk ile Trablus meclislerine karşı tutum alan Libya Ulusal Halk Hareketi, Sebha, Tebu kabileleri ve birçok sivil toplum kuruluşu, “Türkiye’nin müdahaleciliği ile radikal İslamcı terörün ülkeyi ele geçirmesine müsaade etmemek” adına Halife Hafter’e ve Libya Ulusal Ordusu’na destek vermeyi tercih ettiler. Türkiye’nin artan müdahaleciliğinin giderek Hafter’in liderliğini pekiştiren bir etki yarattığını söylemek yanlış olmaz. Bu yüzden belli bir kıvamdan sonra Hafter kendini lider olarak ilan etti ve taarruzunun şiddetini de arttırdı. İşte Türkiye yanlısı savaşçılara en ağır kayıplar verdiren, Trablus’taki Türk temsilciliklerini de hedef alan bu son hamle, Türkiye’nin şimdiki tepkisine yol açan bir etki yarattı. Ve Çavuşoğlu’dan sonra AKP Sözcüsü Ömer Çelik de “Hafter güçlerini bundan sonra meşru hedef kabul edeceğimizi açık şekilde söylüyoruz” dedi. Nasıl ve kimlerle? AKP sözcüleri bunu açıktan söylemeseler de, belli ki İhvancılara, Türkiye adına savaş ilan edecek kadar güvence verilmiş!

“Bu bir sır değil, Trablus’ta yüzlerce Türk subayımız var!”

Türkiye’nin Trablus Büyükelçiliği dahil “diplomatik misyonların” Hafter güçleri tarafından hedef alınmasından ve Dışişleri’nin “Hafter açık hedefimiz haline gelecektir” açıklamasından hemen sonra Serrac’ın Mağrib temsilcisi Cuma el-Kumati şu açıklamayı yaptı: “Bu bir sır değil. Trablus’ta yüzlerce Türk subayımız var. Başkanlık Konseyi ile Türkiye arasında imzalanan güvenlik anlaşmasını uygulamak üzere burada bulunuyorlar. Eğer Türkiye, Hafter’in kendisini hedef aldığını düşünürse, Hafter de Türkiye için meşru bir hedefi haline gelecektir. Türkiye bu konuda güçlü bir tutum alacak ve etkileri önümüzdeki haftalarda ortaya çıkacaktır…”

Geçtiğimiz Pazar günü (10 Mayıs) Libyalı İhvancıların kanalı olan Libya el-Ahrar televizyonunda bu açıklamayı yapan El-Kumati, Libya’daki Türk subaylarına çok güvendiği için mi bu cümleleri söyledi, yoksa bu sözler Libya’da açıktan bir cephe savaşına girmesi için Türkiye’ye Müslüman Kardeşler’in bir çağrısı mıydı? El-Kumati doğru söylüyorsa, bunu “önümüzdeki haftalarda” göreceğiz demektir. Ama AKP sayesinde şimdiye kadar Türkiye’nin dış politika siciline düşen kayıt şudur: Türkiye’nin fiili olarak savaşa girmesini isteyenler; Suriye’de bilumum cihatçılar, Libya’da ise İhvancılar… Ve yine bu uğurda Türkiye’nin kayıp defterine düşen kayıtlar: 12 Mayıs 2020 tarihi itibarıyla, Libya’da ölen Türkiye yanlısı paralı askerlerin 13’ü çocuk yaştaki savaşçılar olmak üzere toplam sayısı 279 olarak bildirildi.[2] Sadece 12 Mayıs’ta 11 Suriyeli militan öldürüldü. Libyalı kaynaklar, öldürülen bu militanların Suriye’deki hangi cihatçı gruplara mensup olduklarını da yazdılar. Buna göre 12 Mayıs’ta Libya’da kayıp veren gruplar şunlar: Mutasım Tugayı, Sultan Murad Tümeni, Kuzey Şahinleri, Hamza Tümeni ve Süleyman Şah Tugayı… Yani çoğunlukla “Suriye devrimi” için ayağa kalkan “AKP’nin Türkmenleri” Libya’da can verdiler! Peki ne amaç uğruna? Türkiye’nin Libya’da neyi hedeflediğini Arap analistlerden aktaralım…

Türkiye Libya’da neyi hedefliyor?

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye ve İran uzmanı Beşir Abdülfettah, Türkiye’nin Libya’da elde etmeyi amaçladığı dört hedefi olduğunu söylüyor ve bu hedefleri şöyle sıralıyor: [3]

Birinci hedef, enerji kaynaklarına erişim: Türkiye yılda ortalama 50 milyar dolarlık enerji ithal ediyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı kızdıracak şekilde ve genelde uluslararası düzeydeki itirazlara rağmen Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları başladı, ama deniz alanlarında henüz gaz ya da petrole ulaşılmış değildir. O yüzden Libya’ya tutundu, Libya’nın tartışmalı hükümetiyle bir denizcilik anlaşması imzaladı. Ama bu adım Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı kızdırdı…

İkinci hedef, Doğu Akdeniz kavgası: Doğu Akdeniz Bölgesi enerji kaynakları, bir bütün olarak bölge ülkeleri için büyük bir açgözlülüğü açığa çıkarmaktadır. Çünkü 100 trilyon metreküpten fazla olduğu tahmin edilen büyük bir doğalgaz rezervi içeriyor. Ankara bu nedenle bu zenginliklerden büyük bir pay almak istiyor. 2000 km’lik bir hat boyunca Avrupa’ya enerji arzına nüfuz etmeyi amaçlayan Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’in imzaladıkları Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı anlaşması olan EastMed, Türkiye’nin Doğu Akdeniz üzerindeki kontrolünü genişletme çabalarını engelleyen bir anlaşmadır. Türkiye’nin Libya ile ittifakı bu anlaşmaya yanıt olarak geldi.

Üçüncü hedef, Mısır’a yakın olmak: 2013’te İhvancı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi askeri darbeyle devrildiğinden beri Kahire ve Ankara arasındaki ilişkiler gergin. Ankara Libya’daki siyasi ve askeri katılımı ile bölge denkleminin bir parçası olmayı ve Mısır’ın batı komşusu olarak bu denklemde yer almayı hedefliyor.

Dördüncü hedef, Yeni Osmanlıcık: Türkiye’nin Libya’daki rolü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yeni Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma, dolayısıyla Osmanlı torunlarına Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerinde yeniden geniş bir etkiye sahip olma fırsatı sunuyor.

Kurgulanan bütün bu hedeflere ulaşmak için İhvancıların son kalesi olan Trablus hükümetine dört elle sarılma söz konusudur. İşte sırf bu İhvan kardeşliğindeki ısrar yüzünden tek dostu Katar kaldı, geriye kalan bütün bölge ülkeleri Türkiye’nin karşısında yer aldılar.

Arap yorumcular da, Libya hamlesiyle “Türkiye’nin Akdeniz’deki çıkarlarını koruma” söyleminin sadece bir propagandadan ibaret olduğunu söylüyorlar. İç siyasetteki karşı çıkışları manipüle etmenin aracı olarak kullanılan “Mavi Vatan’daki ulusal çıkar” argümanı, esas olarak bu mavi sularda yürütülen her türlü “şahsi” ticaretin de üstünü örttüğü gibi, bir hırsın ürünü olarak İhvan kardeşliğindeki ısrarı ve bu bağlamda İhvancılığın son kalesi olan Trablus hükümetine tutunmayı da gizlemektedir.

Ancak bu hedefler için ayrıca bir milliyetçilik sosu da gerekliydi… Suriye müdahalelerinde “Kürt tehdidi” üzerinden muhalefeti arkasına dizen AKP’nin, bu kez “Libya’da ne işimiz” eleştirisi yapıldığında, elinde bir “Kürt tehdidi” argümanı yoktu. Ama bir “Türklük” kartı vardı… 2011 yılından bu yana Libya’daki süreçlere dahil olmak için çeşitli nedenler öne süren Erdoğan, bu kez birden bire “Köroğlu Türkleri” tezini ortaya attı ve “Libya’da Türkleri savunacaklarını” söyledi. Peki nereden çıktı bu “Köroğlu Türkleri”?

Erdoğan’ın “Türk kartı” Libya’da tutar mı?

Prof. Dr. Nurullah Çetin, Ali Hammuda isimli bir Libyalının anlattıklarından yola çıkarak “Libya’da Türk varlığı”nı 2014’te yazdı. Libya’nın Vakıflar ve Din İşleri Bakanlığı görevinde ayrılıp Türkiye’ye gelen Ali Hammuda, bunları Ankara Millî Düşünce Merkezi’nde verdiği bir konferansta anlatmış.

Bu anlatıma göre Misrata’nın bir Osmanlı şehri olduğu 1556’dan 1911 yılına kadar Osmanlı yönetimin hâkim olduğu Libya’da, Türk subay ve askerleri yerli kadınlarla evlenmişler ve çoğalmışlar. Bu aşirete Kuloğlu veya Köroğlu diyorlarmış.[4]

Hemen iki soru geliyor akla: Birincisi, Kuloğlu mu Köroğlu mu? İkisi aynı şey değil. Libya tezkeresi sürecinde Yeni Şafak gazetesi, “Libya’da ne işimiz var” diyenleri “Libya ile aramızdaki tarihi bağları” bilmemekle suçladı ve bu “Köroğlu Türkleri”nin Libya’daki varlığını, Araştırmacı Tuğrul Oğuzhan Yılmaz’a dayandırarak şöyle aktardı: “Kuloğulları, kendilerini ‘Köroğlu’ olarak adlandırıyor. Köroğlu, bir anlamda ‘Kuloğlu’ kelimesinin Arap ağızlarında yerleşmiş hâli olarak değerlendirilmektedir.” [5]

Oysa Libyalı kaynaklara göre, Libya’da kendilerini Osmanlı mirasçısı olarak gören bir nüfus var ve bunlar, “Osmanlıya kulluk ettikleri” için “Kuloğlu” ya da “Kuloğulları” olarak bilinirler. Yani bu isim, “Köroğlu kelimesinin Arap ağızlarında yerleşmiş halinden” gelmiyor, doğrudan Osmanlı dilindeki bir sözcükle tanımlanıyorlar. Libya’daki Kuloğlu aşiretleri, “Osmanlı kültürel mirasını yaşatmak” amacıyla 2015’te bir dernek kurdular ve kendileri için “Köroğlu” ismini tercih ettiklerini açıkladılar. Yani 2015’ten sonra “bir talimatla” Köroğlu ismini kullanmaya başladılar ve tıpkı Suriye’de olduğu gibi Libya’da da Türkiye’nin elinde “bir savaş kartı” olacak şekilde hazır hale geldiler…

Siyasi analist Sarah Reşad, Erdoğan’ın Libya’daki Türk kartının yeni olmadığını söylüyor. Reşad’a göre, Libya’da “kendilerini Kuloğlu olarak tanımlayan 13 aşiret mevcut ve ‘Arap Baharı’nın başlangıcından bu yana Türkiye ile ilişkileri var. Türkiye, Kaddafi’yi devirmek ve Libya’yı kontrol etme projesini uygulamak için bu grupları harekete geçirdi.”[6] Yine kimi analistler, Erdoğan’ın, “Libya’nın petrol zenginliğini ele geçirmek için Türk kartını öne sürmesini” eski bir hile olarak tanımlıyorlar. Bu “hile” belki Libya ile de sınırlı kalmayacaktır. Çünkü kendilerini “Osmanlı torunları” olarak tanımlayan Kuloğlu kabileleri sadece Libya’da değil, Cezayir ve Tunus’ta da var. Fakat sayıları fazla olmamakla birlikte küçük aşiretler şeklinde yaşayan ve şu anda Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekleyen Libya’daki bu Kuloğlu kabileleri, daha çok İhvancı olarak bilinirler ve 2011’den beri Türkiye ile birlikte hareket ediyorlar. Örneğin, İhvan’ın siyasi kanadı olan Adalet ve İnşa Partisi’nin lideri ve Muhammed Savan da, Serrac Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Fethi Başağa da kendilerini “Osmanlı torunu” olarak gören Kuloğlu aşiretlerindendir ve Erdoğan’ı Libya’ya çağıran da bunlardır.

Ama daha da ilginç olanı, AKP medyasının görmediği (aslında görmek istemediği) bir şey var; Erdoğan’ın “Köroğlu Türkleri” çıkışından sonra Libya’daki Kuloğlu aşiretleri adına bir grup kabile temsilcisi, Halife Hafter’i ve Libya Ulusal Ordusu’nu destekleyen bir açıklama yaptılar. Açıklamada kendilerini “Libya’ya sadık yurttaşlar” olarak tanımladılar ve Erdoğan’ın “açgözlülük” olarak nitelendirdikleri Libya hamlesini, “Teröristlere karşı ordumuzun yanındayız” diyerek reddettiler.[7] Yani aslında AKP’nin savaş gerekçesi olarak çektiği “Türk” kartının Libya’da pek bir karşılığı yok. Sadece iç siyasette bir alıcısı olabilir belki, ama küresel güç dengelerinde alıcısı olup olmayacağını AKP de bekleyip görecek. Çünkü Libya’yı elbirliğiyle yıkıma götüren küresel ittifaktakilerin hiçbirinin şu anda Libya ile ilgili kalın çizgilerle belirlenmiş bir stratejisi yoktur. Elbirliğiyle kaosa sürüklenen Libya’nın geleceği belirsizliğini korurken, “bekle ve gör” siyaseti güden ABD ve Batılı ülkeler açıktan müdahale etmiyor, ama Türkiye’nin müdahalesini uzaktan izliyor gibiler. Belki de Abdülbari Atvan’ın dediği gibi, “Suriye, Türkiye’ye Amerika’nın bir tuzağıydı ve şimdi de buna Libya tuzağı ekleniyor”[8] da olabilir… Çünkü AKP’nin Libya’ya cihatçı ve silah transferi şu ana kadar uluslararası toplumun ciddi anlamda herhangi bir engeline takılmış değil. Ama gözlem altında olduğu ve Libya’da yüzleşmek zorunda kalacağı şeyler biriktirmesine fırsat verildiği açıktır.

Şimdi tekrar başa dönelim ve AKP’nin öne sürdüğü “Libyalı Türkler” kartına dair diğer önemli soruya gelelim. Şeyh Ali Hammuda isimli Libyalı din adamına 2014’te Ankara Milli Düşünce Merkezi’nde “Libya’daki Türkler” konulu konferans verdirene kadar “Kuloğlu” ya da “Köroğlu” Türklerine dair bir arşiv yok. 2014 yılına kadar AKP’nin aklına neden bu “Köroğlu Türkleri” gelmemişti? Daha doğrusu 2014’te ne oldu da Libyalı Ali Hammud Ankara’ya çağrıldı ve kendisine “Libya’da Türkler var!” konferansı verdirildi? Hemen söyleyelim: O yıl Halife Hafter, İhvancılara karşı harekete geçmişti. Ve İhvancılar da, Libya’ya bir daha hükmedemeyeceklerini ilk o zaman anladılar… Yani İhvancıların kaybı, dolaylı olarak AKP’nin de kaybı sayıldığından, o zamandan bu yana Türkiye’nin İhvancılar lehine Libya’ya müdahalesi aslında beklenen bir şeydi. Çünkü 2013 yılında Mısır’daki İhvancı Mursi iktidarına darbe yapılmıştı ve geriye sadece Libya’daki İhvancı iktidar kalmıştı. Ama 2014’te Hafter güçleri harekete geçti ve Libya’daki İhvancılar da Trablus’a sıkışıp kaldılar. Hafter’in başlattığı “İslamcı teröre karşı Onur Operasyonu”ndan üç ay sonra bu Libyalı Hammuda “Türkiye’deki Türklere, Libya’daki Türkleri anlatma” görevi üstleniyor ve yine bundan bir yıl sonra da bu “Libyalı Türkler” Kuloğlu ismini beğenmemeye başlıyorlar, dernekleşiyorlar ve kendilerine “Köroğlu Türkleri” denmesini istiyorlar! Tesadüfler zincirinin böylesi de var. Buna dayanarak Libya için yıllar önceden bir “Türk kartı” hazırlığı yapıldı, ya da bütün bunlar sadece birer tesadüften ibarettir denilebilir belki, ama ortada duran gerçek şu: AKP’nin Libya savaşı için öne sürdüğü hiçbir gerekçenin Libya’da karşılığı yoktur. Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el-Mismari her demecinde, yürüttükleri savaşın “Erdoğan’a karşı bir savaş” olduğunu beyan ediyor. Hatta en son beyanında dediği şu: “Erdoğan’ın yayılmacı hayalleri Libya’da sona erecek.”[9] Keza Türkiye’nin Libya müdahalesiyle birlikte Libyalıların Hafter’e desteği, olabileceğinin en zirvesine ulaştı ve bu destek sayesinde kendini “Libya’nın lideri” olarak ilan etti.

AKP’liler bunu öngöremediler mi, yoksa Libya dışında, o coğrafyada başka hesaplar mı var? Akıllarına Libya’daki “Köroğlu Türkleri” gelip de “tabanı bilgilendirme” yağmuruna tutan AKP medyasının bu yılın başında yaydığı algının bir detayında şunlar da var: “Köroğlu Türkleri sadece Libya’da bulunmuyor, Kuzey Afrika’da halkın önemli ve büyük bir parçasını da oluşturuyormuş.”[10] Öyleyse “Libya ile aramızdaki tarihi bağlar” argümanından sonra sırada “Afrika ile aramızdaki tarihi bağlar” mı olacak? Trablus’a yapılan cihatçı yığınak için sonraki duraklar bu kıta ülkeleri olabilir mi? Fetihçilik hayallerinin sınırı yok ama paralı cihatçılarla çıkılan yolun getireceği büyük belalar hayallere sığmayabilir… Bu durum için belki şöyle bir deyim tarihe geçecektir: Ayranı yok içmeye, gümüşten köprü hayal eder geçmeye! Ne var ki Afrika’dan önce ufukta Libya bataklığı görünüyor…

Dipnotlar:

[1] https://libyaschannel.com/2020/05/12/%d8%a7%d9%84%d9%85%d8%b3%d9%85%d8%a7%d8%b1%d9%8a-%d8%b9%d8%af%d8%af-%d8%a7%d9%84%d9%85%d8%b1%d8%aa%d8%b2%d9%82%d8%a9-%d8%a7%d9%84%d8%b3%d9%88%d8%b1%d9%8a%d9%8a%d9%86-%d9%81%d9%8a-%d9%84%d9%8a%d8%a8/

[2] https://libyaschannel.com/2020/05/12/%d8%a7%d8%b1%d8%aa%d9%81%d8%a7%d8%b9-%d8%b9%d8%af%d8%af-%d8%a7%d9%84%d9%82%d8%aa%d9%84%d9%89-%d9%85%d9%86-%d8%a7%d9%84%d9%85%d8%b1%d8%aa%d8%b2%d9%82%d8%a9-%d8%a5%d9%84%d9%89-279-%d8%a8%d9%8a%d9%86/

[3] https://www.france24.com/ar/20191231-%D9%85%D8%A7%D8%B0%D8%A7-%D9%8A%D8%B1%D9%8A%D8%AF-%D8%A3%D8%B1%D8%AF%D9%88%D8%BA%D8%A7%D9%86-%D9%85%D9%86-%D9%88%D8%B1%D8%A7%D8%A1-%D8%A5%D8%B1%D8%B3%D8%A7%D9%84-%D9%82%D9%88%D8%A7%D8%AA%D9%87-%D8%A5%D9%84%D9%89-%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A7

[4] http://www.yenimesaj.com.tr/libyada-turk-varligi-H1237671.htm

[5] https://www.yenisafak.com/dunya/kuloglu-ya-da-yeni-turk-3522561

[6] https://alarab.news/%D8%B9%D9%82%D8%AF-%D9%85%D9%86-%D8%A7%D9%84%D8%A7%D8%B3%D8%AA%D9%82%D8%B7%D8%A7%D8%A8-%D8%A7%D9%84%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A-%D9%84%D9%84%D9%83%D8%B1%D8%A7%D8%BA%D9%84%D8%A9-%D9%81%D9%8A-%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A7

[7] https://www.alsaaa24.com/2020/01/26/%D8%AA%D9%82%D8%B1%D9%8A%D8%B1-%D8%A5%D8%B9%D9%84%D8%A7%D9%86-%D8%A3%D8%B1%D8%AF%D9%88%D8%BA%D8%A7%D9%86-%D8%AD%D9%88%D9%84-%D8%A3%D8%B5%D9%84-%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A7-%D8%A7%D9%84%D8%AA/

[8] https://www.raialyoum.com/index.php/%D9%85%D8%A7%D8%B0%D8%A7-%D9%8A%D8%B9%D9%86%D9%8A-%D8%A7%D9%84%D9%82%D8%B5%D9%81-%D8%A7%D9%84%D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A-%D9%84%D9%82%D9%88%D8%A7%D8%AA-%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A9-%D9%81%D9%8A-%D8%B3/

[9] https://www.masrawy.com/news/news_publicaffairs/details/2020/5/11/1784770/%D8%A7%D9%84%D8%AC%D9%8A%D8%B4-%D8%A7%D9%84%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A-%D8%A3%D8%AD%D9%84%D8%A7%D9%85-%D8%A3%D8%B1%D8%AF%D9%88%D8%BA%D8%A7%D9%86-%D8%A7%D9%84%D8%AA%D9%88%D8%B3%D8%B9%D9%8A%D8%A9-%D8%B3%D8%AA%D9%86%D8%AA%D9%87%D9%8A-%D9%81%D9%8A-%D9%84%D9%8A%D8%A8%D9%8A%D8%A7

[10] http://www.yenimesaj.com.tr/libyada-turk-varligi-H1237671.htm


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur