Dünyanın birçok yerinde koronavirüsten sonra halklar “hesapları kapatmaya” başlayacaklardır. Birikmiş mücadele deneyimi sayesinde Latin Amerika öncü olmaya devam edecektir
Latin Amerika’da, yeni yüzyılın başında, öncülleri 1989 Caracazo ve 1994 Zapatista ayaklanmasına dayanan halk mücadelelerinin giderek yükseldiği bir süreci yaşadık. Yükselen mücadeleler, Bolivya’nın Gaz ve Su savaşlarıyla, Arjantin’de Piquetero isyanının ve halk ayaklanmasının hükümeti devirmesiyle, Ekvador’daki CONAIE hareketinin 1997’de Başkan Abdala Bucaran’ı ve 2002’de Jamil Mahuad’ı istifa ettirmesiyle çok daha yüksek bir aşamaya sıçradı.
Bu mücadele sürecinin sonucunda neoliberal politikalar gerileme sürecine başladı. Bazı ülkelerde, Bolivya ve Venezüella’da olduğu gibi, bu politikalara karşı doğrudan mücadelenin içinden gelen kişiler iktidara geldi. Diğer ülkelerde, Arjantin’de olduğu gibi, mevcut geleneksel partiye ilerici misyonlar biçildi. Brezilya, Honduras, Uruguay, Paraguay ve Ekvador gibi ülkelerde sol-merkez yeni partiler ve ittifaklar hükümete yerleşti.
“İlerici” etiketi altında toplanan bu hükümetler, yeniden bölüşüm politikalarının yaygınlaştırılması, devletlerin rolünün yeniden değer kazanması ve ABD dış politikasından uzaklaşma gibi konularda ortak bir tutum geliştirdi; ancak buna rağmen aynı stratejik ufku paylaşmadı. Özellikle Küba’nın 50 yıl önce önerdiği şeyi örnek alarak sosyalizme kısmen de olsa yönelen Venezüella ile, kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir parti tarafından, (Álvaro García Linera’nın Amazon-And kapitalizmi[1] dediği) bir geçiş süreci modelinde yönetilen Bolivya arasında farklılıklar vardır.
Bu “ilerici blok” 2000’li yılların ikinci on yılında neredeyse yok oldu. İlerleme 2009’da Honduras’ta Manuel Zelaya’nın [darbeyle] görevinden alınmasıyla, sonra 2012’de Paraguay’da Fernando Lugo’ya karşı yapılan saray darbesiyle, 2015’te Brezilya’da Dilma Roussef’in görevden alınmasıyla, aynı yıl Macri’nin Arjantin’deki seçimleri kazanmasıyla, 2017’de Ekvador’da seçimi kazanan Rafael Correa’nın varisi Lenín Moreno’nun neoliberal dönüşüyle ve 2019 yılında Evo Morales’e karşı yapılan darbeyle neredeyse durma noktasına geldi. Bütün bu olaylarda ABD hükümetinin, politikalarıyla uyumlu olmayan başkanlardan ve hükümetlerden kurtulmaya yönelik doğrudan bir müdahalesi söz konusuydu.
Latin Amerika’da neoliberalizm için zafer dolu on yılın sonunda, Şili sokaklarında 2019 yılında başlayan Piñeira hükümetine karşı isyan, Ekvador’da CONAIE ve öğrenciler tarafından örgütlenen toplumsal hareketler, Kolombiya’da grev ve sokak eylemleri ve Haiti halkının mücadelesi yeni bir halk direniş döngüsü ortaya çıkardı. Kıtaya tekrar yayılan neoliberal politikalara karşı ortaya çıkan bu meydan okuma hem Venezüella ve Küba’nın hayatta kalmasına hem de Meksika ve Arjantin’de ABD’nin politik çizgisiyle en fazla uyuşan liderlerin seçim yenilgisine katkıda bulundu. İşte koronavirüs geldiğinde bunları yaşıyorduk…
Latin Amerika’nın kırmızı alarm veren rakamları
Pandemi ve küresel kriz, Latin Amerika’nın uluslararası alacaklılara borçlu olan, çok zayıf ekonomilere sahip, sürdürülemez üretim modelleri uygulayan ve nüfusun çoğunluğu için yıpratıcı yaşam koşulları ortaya çıkaran tüm ülkelerini şaşırttı. Son 10 yılda Latin Amerika eşitsiz ve sınırlı bir büyüme sağlamıştı. Ülkelerin ortalama GSYİH yıllık %1,9 (ECLAC[2] rakamları) oranında zar zor bir büyüme gösterdi, ancak bu büyüme eşitsiz bir şekilde dağıldığı için yoksulluğu ortadan kaldırmadığı gibi sağlık, eğitim ve konut endekslerini çok daha kötü hale getirdi.
Örneğin Arjantin, Macri dönemini %35’e varan yoksullukla ve 323 milyar 177 milyon dolar (Aralık 2019, GSYİH’nin %91’ine denk gelen) dış borçla bitirdi. Ülkede iki milyon kişi işsiz, yedi milyon kişi kayıt dışı çalışıyor ve 360 bin kişi sosyal yardımlarla geçimini sağlıyor. Hantal sanayi kapasitesi %43 civarında, sanayi üretimi ve ihracatı ise küresel krizden etkilenebilecek değer zincirleriyle birbirine bağlı halde. Bu durum ülkeye döviz girişini ve aynı zamanda gelirin teminini de etkileyecektir.
Bilinen petrol çıkarma yöntemleriyle yeterli petrol temin edilemiyor. Önceki hükümetin de sözünü ettiği rezerv, sadece hidrolik kırılma teknolojisi (‘fraking’) ile erişilebilen Vaca Muerta[3] rezervidir. Ancak bu tür petrol çıkarma yönteminin çevreye yol açtığı zararlara ek olarak petrol fiyatlarındaki düşüşün de bu yöntemle petrol üretiminin maliyetlerini piyasa değerinin üstüne çıkaracağı da eklenmelidir.
Dünyada gıda kıtlığının giderek arttığı bu tarihsel anda, tarımsal üretim modelinin sınırları da ortaya çıkıyor. Tarımsal açıdan ana ihracatımız gıda değil, kafese kapatılmış hayvanları beslemek için yem oluyor. Yeni viral hastalıkların mutasyonunun ve yayılmasının ana sorumlularından biri olarak kabul edilen bu endüstriyel hayvancılık modeli, yarattığı bariz tehlike nedeniyle yaygın olarak sorgulanmaya başlıyor. Ayrıca neredeyse tüm tarımsal üretimin, çoğu durumda ithalata ve petrole bağlı olan herbisitlere ve gübrelere bağımlı olduğu da eklenmeli. Bu bağımlılık ise döviz kıtlığının olduğu bir ülkede ekonomik engeller ortaya çıkarmaktadır.
Yoğun tarımsallaştırma süreci ile başlayan çölleşme süreci ülkede yeni zorluklar ortaya çıkarıyor. Tarım sınırına elverişsiz -ve daha savunmasız- toprakların temizlenmesi ve tarımın ilerlemesi her yıl çölleşme sürecini büyütüyor. Bir örnek vermek gerekirse Santiago del Estero eyaletinde, 600 bin hektar soya fidanı ekilen alan daha sonra terk edildi.
Diğer taraftan Arjantin, hayvancılıkta, iç fiyatı etkilemeden/değiştirmeden büyük gelir elde edemez. Dünya pazarında çimler üzerinde büyüyen ve beslenen hayvansal kökenli gıdalara dönük büyük bir talebin olacağı doğrudur. Ancak sığır eti “stokları” geçen yüzyılın 60’lı yıllarına benzerlik göstermektedir. 1950 yılında 50 milyon olan koyun sayısı bugün 15 milyona düşmüştür. Domuz ve kümes hayvanları, belirli önlemlerle tam anlamıyla tecrit koşullarında yetiştirilmektedir. Süt üretimi ise 20 yıl öncesiyle neredeyse aynıdır.
Pandemi sonrası dünya
Arka plandan bahsedip, ekonomideki önceki yaşanan durumları ifade ettikten sonra, Latin Amerika’da neler olabileceğine dair bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Ondan önceyse daha önce yazdığım “Koronavirüs sonrası dünya” yazısının ana hipotezlerini yeniden öne süreceğim:
- Koronavirüs pandemisi, analistler tarafından uzun süredir tahmin edilen kapitalizmin küresel krizini ortaya çıkardı. Bu kriz 2008-2009 krizinden çok daha derin ve kalıcı olacaktır.
- Pandemi, Çin’in ABD’den dünya liderliğini alacağı günleri ortaya çıkaracak. Egemenler, liderlik değişiminin yaşandığı her tarihsel durumda savaş siyasetini tırmandırdılar. Mevcut koşullarda bu durum yine tekrarlanabilir.
- Krizin acil etkisi, küreselleşmenin gerilemesi ve ülkeler arasındaki ekonomik ve politik kopukluğun -bunun halihazırdaki en görünen örneği Avrupa Birliği’nin parçalanma sürecine girmesidir- derinleşmesidir. Bu kopukluk mevcut durumda en aşırı ifadesini sınırları kapatmakla göstermektedir ve zamanla ulus devletlere geri dönüşe de neden olacaktır.
- Politik-ideolojik açıdan bakıldığında kriz, ulus devletler tarafından halk sağlığı politikalarının devre dışı bırakılmasıyla neoliberalizmin suç karakterini ortaya koymuştur. Ulus devletler sağlık hizmetlerini, bilimsel ve farmakolojik araştırmayı piyasanın ellerine teslim etti.
- Ayrıca ekolojistlerin ve bilim insanlarının, bu ekonomik üretim ve tüketim modelinin bizi felakete götüreceği, bunun sonucunda doğanın intikam alabileceği yönündeki uyarılarının da boşa telaşlanma olmadığını göstermiştir.
- Son olarak, bir sonraki krizin, mevcut üretim biçiminin nesnel sınırlarından kaynaklanabileceği ve bu durumun gıda krizini ortaya çıkarıp fiyat artışına neden olabileceği konusu da gündemdedir. Çin ve diğer Asya ülkelerindeki domuz çiftliklerinde yayılan domuz gribi yeterince açıklayıcı bir örnektir. Tarımsal üretimle yeri henüz doldurulamayan bir tedarik boşluğu oluşmaktadır.
Ulus devletler göğüs geriyor
Uluslararasılaştırılmış bir pazar ile büyük güçlerin açık üstünlüğü koşullarında politik iktidarın ulus devletler elinde tutulması arasındaki çelişkiyi yaşadık. Bu çelişkinin kapitalist bakış açısıyla çözülmesi için iki olanak bulunmaktaydı. Büyük çapta bir siyasal küreselleşmeden ulus-üstü ve ötesi bir devlet inşa edilebilirdi veya iktisadi küreselleşme süreçlerinde bir gerileme yaşanabilirdi. ABD’li hegemonyacı teorisyenler birinci seçenekten yanaydılar. Devletlerin ve ulusal kimliklerin çözüldüğü, halkların kardeşin kardeşi öldürdüğü türden mücadelelere mahkûm edildiği kaotik bir periferi öngördüler. Bu kaos ortamının doğal kaynakların sömürülmesini kolaylaştıracağını düşündüler. (Lübnan modeli ve Suriye ve Venezüella’da suya düşen planlar.)
Mesele şu ki, bu dönüm noktası bir fanus içinde değil, dünya kapitalizminin çelişkilerinin gelişimi çerçevesinde ortaya çıktı. 2008 krizinin çözülmediği, daha fazla derinleşeceği ve uzun süreye yayılacağı konusunda uyaranlar, yine de seçecekleri yol konusunda tereddüt etmediler. Solun büyük bir kısmı, dünyanın nasıl işlediğine dair gerçekliği kendi arzularıyla karıştırdı ve devrimlerin küresel olacağı ve ulusal sınırların ortadan kalkacağı fikrinin heyecanına kapıldı. Öte yandan, Başkan Macri ödevlerini iyi yaparsa ülkeye yabancı yatırımların yağacağı hezeyanlarına kapıldı. Bu arada ABD’de Donald Trump ve İngiltere’de Boris Johnson’la somutlaşan yeni muhafazakâr sağ, ülke sınırlarını kapatıyordu, değer zincirlerini kısaltmaya çalışarak yeni bir aşamaya hazırlanıyordu.
Bu analiz abartılı bir berraklık göstermiyor, sadece insanlık tarihini bilmek ve ondan sonuç çıkarmak üzerine kurulu. Şu an dünya savaşları gibi büyük bir kriz dönemindeyiz. Devletlerin refleksleri yerel kapitalizmin stratejik çıkarlarını korumak, burjuvalar da dahil olmak üzere tüm toplumu disipline etmeye çalışmak ve kendi içine kapanmak oluyor.
Büyük krizin yaklaşmakta olduğunun farkında olarak başlayan bu hareketler -pandemi küresel krizi hızlandırdığından- bizimki de dahil olmak üzere neredeyse tüm ülkelerde krizi görünür kıldı. Trump ve Johnson’un öngöremediği tek şey koronavirüstü ve bu yüzden bugün yaşadıkları sorunlarla cebelleşmekteler. Bu karakterlerin Macri’den daha sinsi olmalarının, Avrupa’nın sosyal liberallerinden ve bizdeki (Arjantin’deki) solun büyük bir kısmından daha elverişli konumda olmalarının, mutlaka sağın daha avantajlı olacağı anlamına gelmediğini de açıklığa kavuşturmak gerekiyor.
ABD’nin kışkırttığı melez savaşı engelleyen ve ağır darbe alan bir ülke olan Venezüella’da salgın başladığında, sağcı analistler bunun Maduro hükümetini devirmek için bir itici güç olabileceğini söyledi. Ama koronavirüsle mücadele hükümet çerçevesinde ulusal birliği güçlendirdi, Chavizm tarafından yaratılan mevcut halk sağlığının değerini yeniden ortaya çıkardı ve hükümete şu ana kadar aldıklarından daha iyi kararlar almasının zeminini sağladı.
Arjantin’de sağlık ve eğitim emekçileri, on yıllarca kamusal hizmetlerin ücretsiz olmasını savundu ve bu hassas konuları özel şirketlerin ellerine teslim etmemek için mücadele etti. Örneğin Malbrán Enstitüsü gibi yerler yeterince finanse edilmemesine rağmen bugün belirgin bir şekilde halk sağlığını ayakta tutan yerler oldu. Pandemiye karşı mücadelenin öncü siperi haline geldi.
Her durumda, pandemiye karşı tatmin edici sonuçları ortaya çıkarabilenin devlet planlaması olduğu görüldü. Bunun en güçlü örneği Çin oldu. Eyleme geçme biçimiyle ABD’nin lümpenleşmiş kapitalizminin tutarlı cevaplar üretemediğini açığa çıkardı. Fakat aynı zamanda Küba ve Dominik Cumhuriyeti gibi çok küçük ama yoğun nüfusun yaşadığı ülkelerin ve hatta devletin ve devlet planlamasının çok farklı olduğu Kolombiya ve Venezüella gibi ülkelerin arasındaki sonuçları karşılaştırmak da oldukça ilginçtir.
Konuyla ilgili ilk sonuç şudur: Küresel kriz, dünyadaki kopukluğu derinleştirecek ve ulus devletin rolünü güçlendirecek. Halkın ise bu politikaları yeniden değerlendirmeye tabi tutması, egemenler için daha büyük bir endişe kaynağı olacaktır. Ulusal sorunu, Devletin kendisi ile Devlet politikaları arasındaki ihtilafı yok sayarak siyaset yapmak bir hataydı. Bizim (Arjantin) solumuzun büyük bir kısmı da hiçbir belirgin bedel ödemeden bu hataya düştü. Krizin bu aşamasında bu konumlanmaları tekrarlamak, siyaseti oldukça kötü bir şekilde marjinalleştirecektir.
Sürü arayışı
Dikkate alınması gereken ikinci husus ise, derin kriz zamanlarında “sürü arayışı” olarak adlandırılacak büyük bir hareketin ortaya çıkma ihtimalidir. Doğada yırtıcıların varlığı onun içsel bir parçasıyken, sürü, hayvanların hayatta kalmasının doğal yoludur. Hayvanlar, kendisini izole etmenin ölüm tehlikesini arttırdığını bilir. Bu sürü aynı zamanda güçlü bir liderliği gereksinir.
Bu noktada, sürü arayışı hareketinin mutlaka dönüştürücü bir yönelim anlamına gelmediğini açıklamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Yaraya parmak basalım: Krizle karşı karşıya kalındığında Amerikan halkının Trump’ın yeniden seçilmesini garanti edecek şekilde birleşmesi çok muhtemeldir. Yine de ulus devletlerin ve sürü arayışı anlayışının yeniden değerlendirildiği bu tarihsel an, neoliberal politikalara karşı güçlü bir meydan okuma bağlamına dönüşebilir.
Neoliberalizmin politik saldırısının yanında Latin Amerika halkının son on yılda uğradığı ideolojik saldırı da fazlasıyla büyüktür. Girişimcilik kültürü, bireysellik kültü, anti-kolektif vurgu ve örgütlenme karşıtı vaazlar, kolektif çıkarların ifade edilebileceği bir yer olduğu halde devlet karşıtı öfke, bir senteze ya da sonuca varmadan sürekli farklı olmanın teşvik edilmesi, medyada boy gösteren servet ve güç elde edenlerin yüceltilmesi, kısacası bütün bunlar neoliberal vaazlarla şiddetlenen kapitalizmin ortaya çıkardığı değerlerdir.
Yine de durum değişiyor. Yeni kahramanlar doktorlar ve hemşireler, çöp toplayanlar ve kolektif aşevleri kuranlar, gıda üreticileri, küçük çapta ticaret yapanlar ve bunun gibi işleri yapanlar olmaya başlıyor.
Hayatta kalma olasılıkları, her ülkede halk sağlığının bakım ve koruma kapasitesi açısından ölçülmeye başlandı. Büyük dünya liderleri olarak sunulan güçler, enfekte olanlar ve ölenler tarafından taşkın zatlar görünüyor. Cesetleri saklayabilirler ancak artık güvende olmadıklarına dair kanıtlar ortadayken korkuya kapılan bir halkın tanık olduklarını gizleyemezler. Korkuyla eğitilmiş ama aynı zamanda kendi ülkelerinde korunaklı olduklarına kesinkes inananlar açıkta kaldıklarını keşfediyorlar.
Öyleyse benim için “sürüye dönüş”, bir araya gelme, rütbeleri bir kenara bırakma, farklılıkları gizleme veya erteleme, birlikte hareket etmeye çalışma anlamına gelmektedir. Latin Amerika’da neoliberalizme karşı halk mücadelelerinin canlanması, içerisinde topyekûn bir meydan okumaya dönüşen özel bir tadı barındırmaktadır.
Ancak bir araya gelmekten bahsettiğimizde, soru neyin ya da kimin etrafında bir araya geleceğimiz sorusuna dönüşüyor. Şili halkı pandemi öncesinde %6’lık halk desteğine sahip olan Piñeira hükümeti etrafında birleşebilir mi? Ya da Ekvadorlular, halkı baskı altına alan ve bugün enfekte olanları ve ölüleri gizleyen ancak sokağa atılan cesetleri gizleyemeyen Lenin Moreno hükümeti etrafında toplanabilir mi? Bolivyalılar gayri meşru ve ırkçı Cumhurbaşkanı Jeanine Áñez’in kriz yönetimini kabul edebilir mi?
O zaman en muhtemel olanı, Venezüellalı Reinaldo Iturriza’nın dediği gibi “Karantinadan sonra, sokaklarda, halklarımız -hatta ABD halkı bile- doğru olanı nasıl yapması gerektiğini bilecek: mücadeleye devam etme ve derinleştirme, hâlihazırda açık olan hesapları kapatma.”
Fırsatlar ve olasılıklar
Toplumsal dönüşümler için iki olumlu faktörün birleştiğini söyleyebiliriz; dünya çapındaki artan kopukluk ile yerel burjuvazilerin zayıflaması ve Latin Amerika’daki neoliberal politikalara karşı meydan okumalar. Her ikisi de değişim için bir fırsat sağlayabilir ancak bu mutlak belirleyici olacakları anlamına gelmez. Örgütlü bir halk gücüne, devrimci bir kurumsallığa ve tüm potansiyelleri toplumsal dönüşüme yönlendirecek yeteneğe sahip bir liderliğe ihtiyacımız var. Bu liderliğin aynı zamanda, aşırı uç kapitalist politikalar nedeniyle acı çeken mağdur konumunu kendi bilinç ve meraklarıyla aşamayan kesimleri de eklemleme kapasitesi olmalı.
Büyük dünya krizlerinde, krizlere devrimci bir yön vererek krizleri kendi lehine çevirenlerin bu nitelikleri vardı. Son zamanlardaki halk protestolarında (Şili, Ekvador ve Kolombiya) neler inşa edebildik, önceki birikimlerimiz önümüzdeki on yıl içinde baskıcı ve yolsuz hükümetleri yıkmak için yeterli olacak mı? Küresel krizin bu yeni aşamasında, bugün halkın çıkarına düşünen ülke projeleri olmadan yönetenlere karşı siyasi alternatif oluşturabilirler mi?
Arjantin’de şu an için, sağlık krizinde iyi idare etmiş, girişimcilerden çok doktorları dinlemiş bir hükümet var ama küresel mali krizle giderek kötüleşen bir ekonomiyle, büyük ekonomik güçlere karşı zayıflamayla ve projesinin getirdiği tüm kısıtlamalarla yüzleşmek zorunda kalacak. Devrimciliği bir meslek olarak gören bizler ise dönüştürücü güç olma olasılığından oldukça uzak durumdayız.
Macri’yi yenebilecek adayın projesine destek verenlerin, bugün iktidar partisinde esamisi okunmuyor gibi görünüyor ve büyük siyasi tanımların yapıldığı bir dönemde bir önemleri yokmuş gibi görünüyor. Sağlık krizinin ortasında karantinalarını hükümete taş atarak geçiriyorlar ve politik marjinalliklerini artırma riskini taşıyorlar. Böylesi bir kavşakta siyaseti tükenmiş halde, küreselci solun (Ç.N.; Arjantin’deki Troçkistleri kastediyor) gündeminin esirleri olmaya devam ediyorlar. Bu bir süre daha böyle devam edecek gibi görünüyor.
Krizi derinleştirmenin ve iyi öneriler sunmanın, salgına karşı koymak için somut eylemler yapmanın zamanı gelmiştir. İyi önerilerden kastımız, en zenginler üzerindeki vergi baskısını arttırmak, banka mevduatlarının kamulaştırılması, sermayenin ülkeden çıkışının kontrolü, işten çıkarmaların yasaklanması ve çalışma olanağını kaybeden herkes için temel gıda ve hizmetlerin güvence altına alınması gibi acil tedbirlerin uygulanmasıdır. Bu taleplerle birleşen ve dış borç ödemelerinin denetlenmesine hatta askıya alınmasına yönelik kampanyalar örgütlenmelidir.
Bütün bu taleplerin bir siyasi meşruiyetten doğru dile getirilmesi önemlidir. Temel hizmetleri ayakta tutanlarla, kolektif aşevlerinde açlıkla başa çıkmaya çalışanlarla, baskıya karşı mücadele verenlerle, işten çıkarılmaların hıncını paylaşanlarla ve hiçbir zaman ayın sonunu getiremeyenlerle omuz omuza bir mücadele vererek ve bu kesimlerin sesine ses olarak bu talepler dile getirilmelidir. Bir küresel besin krizinin arifesinde sadece devlete baskı yapmakla, kaynak yaratmak ve dayanışmacı bir biçimde yemek dağıtmakla değil, aynı zamanda her daim yaratmaya söz verdiğimiz kişiler haline dönüşmek için uğraşmalıyız.
Her alanda savaşacak devrimci alternatiflerin inşası, kendilerini devletten özerk bir şekilde sürdürmelerine olanak sağlayan maddi koşullardan ayrılamaz. Bu kriz günleri, devrimci olmaya hevesli kişilerin, ellerini taşın altına koymalarını dayatan günler. Sahipsiz yapıları, dini grupların politikalarının zavallılığını, bürokratların vasatlıklarını, halkın süreçlerinden kopuk veya gerçekliği analiz etmeye zaman ayırmadan siyasal çözümlemeler getirenlerin çırılçıplaklığını gösteren günlerden geçiyoruz.
Mücadelemize saygı duyulmasını ve mücadelemizin duyulma olasılığını sağlayan şey kriz anlarıdır. Kriz anları, köklü toplumsal ve siyasal değişimlere değer vermenin, insanları birleştirme yeteneğini ortaya çıkarmanın, çalışkan, yaratıcı, öğrenmeyi ve insanları dinlemeyi bilen liderleri yaratmanın ve arzularımızı somut gerçeklikle karıştırmama kararlarının verildiği anlardır. Kuşkusuz, dünyanın birçok yerinde koronavirüsten sonra halklar “hesapları kapatmaya” başlayacaklardır. Birikmiş mücadele deneyimi sayesinde Latin Amerika öncü olmaya devam edecektir.
* Yazar başlıkta ve metnin tümünde “Nuestramérica” yani “Amerikamız” kelimesini kullanıyor. Bu kullanımın arkasında Amerika’nın sadece ABD’den oluşmadığına ve Amerika’nın gerçek sahibinin orada yaşayan halklar olduğuna dair köklü bir anti-emperyalist bakış açısı bulunuyor. Ancak bunu çevirirken Türkçe’de artık yerleşiklik kazanan “Latin Amerika” kullanımını tercih ettik.
Dipnotlar:
[1] Metnin orijinal halinde bu ifade “capitalismo andino amazónico” şeklinde geçmektedir. And dağlarına da atıfla bir tür bölgesel, yerel kapitalizm biçimi tarif edilmektedir.
[2] Latin Amerika Ülkeleri Ekonomik Komisyonu
[3] Arjantin’deki Neuquén Havzasında bulunan, petrol ve gaz birikintilerinin olduğu jeolojik bir oluşumdur.
[La Haine’deki İspanyolca orijinalinden Yener Çıracı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]