İstanbul’da bir özel hastanede yoğun bakımda çalışan bir hemşire geçirdiği COVID-19 sürecini, yaşadığı ayrımcılığı, ekipman kullanımı konusundaki problemleri Sendika.Org’a anlattı. “O kadar ağır şartlarda çalışmaya alışmışız ki bu durum bize normalin bir tık üstü gibi geliyor” ifadeleriyle salgın sürecini değerlendiren hemşire “normalleşme” adımlarının da sürü bağışıklığını anımsattığına dikkat çekti
İstanbul’da bir özel hastanede hemşire olarak görev yaparken COVID-19’a yakalanan sağlık çalışanı, özel hastanede görevli sağlık çalışanlarının omuzlarındaki yükü, hasta olduğu sırada yaşadığı ayrımcılığı, hastanelerdeki ekipman kullanımını Sendika.Org’a anlattı.
25 yaşında olan ve dört buçuk yıldır pediatrik yoğun bakımında çalıştığını ifade eden hemşire COVID-19 salgını başladığından bu yana servislerinin COVID-19 ünitesine dönüştürüldüğünü belirtti. Hastane aciline en yakın yoğun bakım olduğu için kendi yoğun bakımlarının COVID-19 servisine dönüştürülmesini mantıklı bulduğunu sözlerine ekledi.
Nisan ayında ilk testinin pozitif sonucunu alan hemşire o günü şöyle anlattı:
3 Nisan’da gündüz hiçbir şey yoktu. O gece nöbete kaldım ve gece yarısından sonra kötüleşmeye başladım. Ateşim çıktı, üşümeye, titremeye başladım. Ateşle birlikte kalp ritmim yükseldi. Halsizlik ve ağrı oldukça arttı. O gün yoğun bakımda sorumlu bendim. O yüzden hasta sayısı da çok olunca bırakamadım. Yani on yatağın onu da doluydu. Diğer arkadaşlar da çok fazla yetkin olmayıp hastaların durumu da ortada olunca ben bırakamadım tabi. Ben o gün sabaha kadar koruyucu önlemlerimi alarak çalıştım.
Sabahında kendisine test yapıldığını aktaran hemşire, serum takılmasının ardından Bilgisayarlı Tomografisi’nin çekildiğini ve ciğerinin sol altında küçük bir kısımda buzlu cam gibi COVID-19 belirtisinin olduğunu ifade etti. Bunun ardından da doktor kendisine “15 gün dinlen, biz tedaviye hızlıca başlayacağız” dedi.
Gece boyu süren nöbetin ardından sabah 8’de girdiği acil servisten ancak öğleden sonra 2 buçukta çıkabildiğini anlatan hemşire ilaca erişimde sorun yaşadığını ve şahit olduğu ayrımcılığı şu ifadelerle anlattı:
Bana ilaç ayarlanması gerekiyordu. İlacı bizim eczanemiz ayarlıyormuş. En başta dediler ki “Test pozitif sonuçlanmadan ilaç verilmiyor”. Ama ben orada serum alırken benim hemşire arkadaşlarım bana aynen şunu söyledi: ‘Biraz önce yine hasta bir doktor geldi ve doktora verildi bu ilaç’.
Aynı hastanede çalışan ve testi pozitif gelmeyen bir doktora ilaçların verildiğini ancak sıra kendisine geldiğinde pozitif test engeliyle karşılaştığını belirten hemşire normalde hastanenin lojmanında kaldığını ancak bulguların pozitif yönde çıktığından lojmanlara gidemediğini anlattı. Acil servise ilk gittiği anda yaşadığı yer problemini anlatan hemşire, saat ikiye kadar kendisine yer ayarlanmasını da beklediğini sözlerine ekledi. Aynı şekilde ilaçlarına erişimde de sorun yaşadığını kaydeden hemşire, sonunda hemşirelik hizmetleri müdür yardımcısını aradığını belirterek aralarında geçen konuşmaya ilişkin şunları aktardı:
Müdür yardımcısını aradım. Ona ‘Gece sabaha kadar çalıştım kendimi çok kötü hissediyorum. Bir yer ayarlanacaksa acilen ayarlansın, bir de ilaçların ayarlanması lazım’ dedim. Ben böyle deyince bana ilaçların verilmesi için testin pozitif çıkmasının beklendiğini söyledi. Ben de ‘Biraz önce, test sonucu gelmeyen bir doktor tedaviyi almış’ dedim. Ben de yetkiliye ‘Testin pozitif çıkmasını beklemeden doktorlara ilacı veriyorsunuz da sıra hemşirelere gelince bize vermiyor musunuz’ diye sordum.
Yetkilinin bu soru karşısında “Burada kesinlikle ayrımcılık olmaz, bütün personellere eşit davranıyoruz” dediğini aktaran hemşire, Çin’den gelen ilacın hastalarda kullanımına dair de şunları kaydetti :
Favipiravir diye bir ilaç var. Çin’den gelen bir ilaç. Mart ayının sonlarına doğru geldi. Entübe hastalarımıza veriyoruz en başta. Bizim ünitede de bizim acil hekimimiz yatıyordu. Ben yetkiliye ‘Entübe olmayan bir hastayı entübe gösterip ilaç verdiğinizi biliyorum’ dedim. ‘Başka bir hekimin eşine, testi pozitif çıkmadan ilaç verildiğini biliyorum’ dedim. Sadece benim bildiğim bunlar yani. Ben böyle deyince ‘Onların durumları farklı’ dendi bana. Ben bunu duyunca sinirlenip görüşmeyi kestim böyle olunca yoğun bakımlara bakan hemşirelik hizmetleri müdür yardımcısı geldi yanıma.
Bu konuşmaların ardından beş dakika geçmeden ilaçlarının hazırlandığını söyleyen hemşire, yatan hasta katında kendisine bir de oda ayarlandığını belirtti. Nisan başında aynı katta bir doktor ve üç hemşirenin daha COVID-19 tedavisi gördüğünü ifade etti.
“COVID-19 hastalığıyla mücadele etmek için güçlü bir bağışıklık sistemine ihtiyacınız var” diyerek sözlerine devam eden hemşire, bunun için de beslenmenin önemine dikkat çekti. Ardından “Verilen yemeklerde bile ayrımcılık yaşadım” diye ekledi.
Hastalığın seyrine göre ilk beş gün zaten çok fazla yemek yiyemediğini belirten hemşire, kendisine ve doktora verilen yemeklerdeki ayrımcılığı şöyle anlattı:
Yatışımız gerçekleşti ve yemekler geldi. Ancak burada bir şey oldu. Fark ettim ki doktora sıcak yemek geliyordu bize soğuk yemek. Ben ve diğer hemşire arkadaşlara. Ben bu duruma da itiraz edince bana sıcak yemek göndermeye başladılar ancak diğer arkadaşlar hala aynı durumdaydı. Zaten bunun üzerine bir de hastalıktan dolayı iştahım kesildi. 5 gün kadar sürdü bu hal sonrasında dışarıdan yemek söyleyerek beslenmeye devam ettim.
Ailesinin il dışında olduğunu belirten hemşire, durumundan haberdar olmaması için çok çabaladığını anlattı:
O süreçte kötü etkilendiğim bir şey daha oldu. Benim ailem il dışında bense İstanbul’da çalışıyorum. Hastalık geçirdiğimi söyleyemedim aileme. Annem beni görüntülü arıyordu ben yanımda hemşire forması taşıyordum. O aradığında ben formamı giyiyordum ve çalıştığımı söylüyordum kendisine. ‘Şu an çok yoğun, şimdi çok konuşamıyorum, sonra konuşalım’ diye diye geçiştirmeye çabalıyordum. Yaşadığım ayrımcılığın üzerine bu durum gerçekten vahimdi.
Çalıştığı özel hastanenin martın sonuna kadar ekipman problemi yaşamadığını belirten hemşire, hastalık geçirdikten sonra işlerin değişmiş olduğunu anlattı. Çalışmaya başladıklarından beri N95 tipi maskelerin defalarca kullanıldığını aktaran hemşire “Bir maske 5 kez sterilize ediliyor. Her bir sterilize işleminin ardından biz üzerine işaret koyuyoruz. Beşinci sterilize işleminin ardından maskeyi atıyoruz” dedi. Ayrıca temizlik görevlilerine sadece cerrahi maskelerin verildiğini sözlerine ekledi.
Bu durum, Sağlık Bakanlığı’nın hastanelere koruyucu ekipman temininde bir problem olmadığı yönündeki açıklamasının da tersini destekleyen bir izlenim yarattı.
Şu anda maskeleri defalarca kullanmaları gerektiğini bu durumun da oldukça tehlikeli olduğuna dikkat çeken hemşire solunum güçlüğü çeken hastalara takılan bipap isimli cihazın kendisini hasta etmiş olabileceğini ifade etti. Hastalar öksürdüğünde tüm aerosollerin cihazdan dışarıya hava yoluyla çıkıp odaya yayılabileceği tehlikesine işaret eden hemşire, bu durumun da ekipman eksikliğiyle birleştiğinde sağlık çalışanlarını tehdit eder bir unsura dönüştüğünü belirtti.
Özel hastanelerdeki çalışma saatlerinin de değişkenlik gösterdiğine dikkat çeken hemşire aradaki farkı şöyle anlattı:
İkinci sınıf özel hastanelerde çalışan hemşire arkadaşlarımın 2 ay boyunca 24 saat çalışıp, 24 saat dinlendirildiklerini duydum. Hatta negatif testi gelmeden çalışmaya başlayan hemşire arkadaşlarım da var.
Özel hastanelerin bir devlet hastanesinin çektiği yükün kat be kat fazlasını taşımak zorunda kaldığını ifade eden hemşire, “Hasta bakamam” diyen hastanelerin vakaları özel hastanelere yönlendirdiğini belirtti.
Hemşirelere yapılan ek ödemelerin de dengesiz bir biçimde hesaplandığını, ek ödeme miktarlarının hemşireden hemşireye çok çeşitlilik gösterdiğini belirten hemşire, doktorlara ödenen ek ödemelerin hemşirelere ödenenden 10 kat fazla olduğunu belirtti. Sözlerine “Biz o kadar ağır şartlarda çalışmaya alışmışız ki bu durum bize normalin bir tık üstü gibi geliyor” diye devam etti.
Hemşire son olarak Sağlık Bakanı’nın “kontrollü sosyal hayat” dediği normalleşme adımlarına yönelik şunları söyledi:
Vaka sayılarının artacağını düşünüyorum. Şu an iş için Mecidiyeköy’de bulunuyorum ve sokakların doluluk oranının yüzde 60 olduğunu söyleyebilirim. Bu salgının bu şekildeki yöntemlerle kontrol altına alınabileceğini sanmıyorum. Sürü bağışıklığı denen bir bağışıklık var acaba bunu yapmaya mı çalışıyorlar diye düşünüyorum.
Sendika.Org (Uğur Cucu)