Devrimci Gençlik salgın koşullarında da halkın sağlığını güvence altına alacak politik-pratik programı tıpkı 69-70’te fındık mitinglerini örgütlediği gibi, tıpkı Van depreminde halk sağlığı yararına gönüllü sağlık öğrencileri ve tüm üniversiteliler ile dayanışma köprüsü kurduğu gibi ortaya koyacaktır
“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir”
Karl Marx
İnsanlık, binlerce yıldır birbirinden farklı sayısız yoruma tanıklık etti. Yaşanan her çağın kendine özgü değerleri ve yıkımlarının ürünü olan pek çok yorum, bir şekilde güncel koşullara uyum sağlamanın aracı oldu. Fakat dünyayı değiştirmek isteyenler bu uyumu reddediyordu çünkü neye karşı mücadele ettiğinin bilincindeydiler. Yaşadığımız COVID-19 salgını, neoliberal çağın yıkıcı sonuçlarından biri olarak karşımızda. Pandemi sürecinin yaklaşık iki ayını tamamladık. Üniversiteliler için eğitime online devam etme ve evlere geri dönüş zorunluluğu ağır sonuçlar yaratan bir süreç başlattı. Üniversiteliler evlere kapatıldı, aile baskısıyla sınırlandırıldı ve kendilerini var edebilecekleri olanaklardan yoksun bırakıldı. Salgın sürecinde mücadeleye dinamizm katabilme gücüne sahip üniversiteli gençlik hareketi de sürece kalıcı müdahalelerde bulunabilecek görünürlüğe sahip olmadı. Açıkça söylemekte fayda var; bundan önce yaşanan tüm kırılma süreçlerinde olduğu gibi salgının ardından da “normalleşme, eskiye dönme” durumu söz konusu olmayacak. Üniversitelilerin yaşanan sürecin etkisinden hızlı bir çıkışla var olan sistemi yıkıcı ve yeniyi kurucu misyonunun harekete geçirilmesi ve devrimci mücadeleye ilham vermesi gerekmektedir.
Kapitalizmin var olan sistemik krizleri küresel salgının etkisiyle yeni yöntemler, çıkış noktaları aramaktadır. Bu arayış her zamankine benzer yönleri olan ancak bir o kadar farklılık da barındıran bir saldırı taktiğiyle yine soluğu emeğe daha fazla fatura kesmekte almıştır. Küresel salgının sorumlusu kapitalizmin bugüne özgü mülksüzleştirme, yoksullaştırma sınırları emeği “ırk, cinsiyet, etnisite vs” gibi katmanlaştırırken buna bir de kalıcı diğer katmanlar olarak “evde ve dışarıda çalışanlar” eklenmiştir.[1] Home Office çalışma yöntemi bütün bir günü işgal ederek kişisel özel zamanı tamamen ortadan kaldırmayı, işçinin kendi giderlerini dahi kendisinin karşıladığı, mola zamanı kavramını yok ettiği koşulları yaratmıştır. Üstelik bir de dışarıda çalışanlara kıyasla “daha şanslı” olduklarına ikna edilerek. Dışarıda çalışmak zorunda bırakılan birçok işçi ise hastalıkla, ölümle burun buruna bırakılarak aç kalma tehdidinin altında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra dışarıda çalışmak zorunda bırakılan işçiler salgına karşı sürü bağışıklığı yöntemi için bir nevi denek olarak kullanılmaktadır. Öte yandan hayatını part-time işlerde çalışarak idame ettiren üniversiteliler de tüm bu katmanlaşan işçi sınıfından bağımsız düşünülmemelidir. Part-time bir işte çalışabilmek için bedeni, cinsiyeti, kimliği üzerinden değerlendirmeye tabi tutulan üniversiteliler tıpkı evde ya da dışarıda çalışan işçiler gibi ölümcül salgın koşullarıyla karşı karşıya kalmıştır. Üniversiteliler de ya geçinemediği için çaresizlik hissine kapılmakta ya da istifa ettiği anda güvencesinin olmayışıyla baş etmek zorunda kalmaktadır. Tüm bu tespitler ekseninde bir değerlendirme yapacak olursak yaşadığımız çağın uygarlığı metalaşmanın, güvencesizliğin sınırlarına dayandığı süreçte tamamen işçi toplumu haline gelmiştir dolayısıyla COVID-19 ise bir işçi hastalığı halini almıştır.[2] Yani salgın sınıfsal bir karakter kazanmıştır.
Küresel salgının tarihsel krizleri ve “eve kapanma”
Sistemler ve onun tahakküm biçimleri her salgın döneminde kendisine yapısal parçalar eklemiştir. Ev içi şiddet oranlarının arttığı, kadını eve kapatmanın neredeyse meşruluk kazandığı, çarkların dönmesi için işçilerin çalışmak zorunda bırakıldığı, üniversitelerin online sistemlerinin çöktüğü ve eğitime devam edilemediği, çalışarak geçimini anca sağlayabilen üniversitelilerin işsiz kaldığı, aile evine dönüş yapan üniversitelilerin doğrudan baskı altına alındığı, erkek şiddetine maruz bırakıldığı bu süreçten toplumun her kesimi ve iktidarlar kendi payına düşeni heybesine almıştır. Bu heybede birikenler giderek derinleşen ekolojik, türcü, dinsel, ekonomik, toplumsal krizleri ve erkeklik krizini ortaya koymaktadır. Yaşanan bu krizler günlük yaşam ilişkilerinin alt üst olduğu, feodal egemenlik ilişkilerinin daha çok beslendiği psikolojik ve toplumsal olarak yaygınlaşan umutsuzluk, tahammülsüzlük ve atıllık altında ezilen yeni bir toplum tipi yaratmaktadır. Aslında yaşanan krizler genellikle iki ayrı sonuç ortaya çıkarmaktadır. Krizler ya toplumsal çelişkilerin üretiminin artmasına neden olmaktadır ya da egemenler süreçten olduğundan daha güçlü çıkmaktadır. Her iki sonucu göz önünde bulundurmak gerekirse devrimci mücadele için asıl önemli olan yaşanan sürecin içindeki yönetme krizinin ne kadar daha derinleşeceği değil neoliberal kapitalizme karşı nitelikli, örgütlü ve sıçratıcı bilimsel bir mücadele ortaya koyma zorunluluğudur. Yani yaşanan sürecin gerçek anlamda kurucu müdahalelerini yerine getirememiş üniversiteli militan öznelere bu sonuçların yüklediği misyon sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasının krizine karşı yaşamsal bilgiyi üretebilecek donanımın hazırlığıdır. Aksi takdirde bu ihtiyaca gözünü kapatan hiçbir program veya müdahale başarı ile sonuçlanmayacaktır.
Küresel COVID-19 salgını ile mücadele edebilmenin bir yöntemi olarak “evde kal” çağrısı yapan iktidar aslında “eve kapanmayı” önermektedir. Ancak bunu tamamen izole etme yöntemi olarak süreğen bir sokağa çıkma yasağı ile değil çalışmak zorunda bırakılan işçilerin yalnızca bazılarının tatil günü olan hafta sonu ilan ettiği sokağa çıkma yasağı ile yapmaktadır. Haftanın neredeyse en fazla iki günü yapılan bu “sosyal izolasyon” dahi sermayenin işine gelmemiş olacak ki tedbirler esnetilmektedir. Salgın koşullarında herhangi bir gerçekliği kalmayan bu tedbirlerin ve eve kapanma yönteminin bilimsel açıdan ele alınması gerekmektedir. Faşizmin bu süreçten kendisine yeni biçimler kazandırma çabasının bir sonucu haline gelmiş olan “evde kal” çağrısı toplumun üzerindeki kontrol mekanizmalarına bir yenisini eklemektedir. Burada esas önemli olan tüm halkın sağlığını güvence altına alabilecek, salgın süresince tüm sosyal haklardan yararlanmasını sağlayabilecek, kadınların ve çocukların yaşamlarına dönük saldırılara karşı önleyici tedbirler ortaya koyabilecek bir programın ihtiyacıdır. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için küresel salgına karşı mücadele nasıl ki emek-meslek-bilim; işçi sınıfının tüm kolları, mühendislik, mimarlık fark etmeksizin devrimci mücadelenin öznesi haline getirilmesi gerekliliği taşıyorsa salgına karşı üniversiteli gençliğin de kentlerin temizlenmesi, halk sağlığı yararına kentlerin düzenlenmesi, toplumun dayanışma gücünün öne çıkarılması, bilgi üretiminin sürdürülebilmesi için seferberlik yaratması gerekmektedir.
Salgın koşullarında üniversiteli gençlik hareketi
Salgına karşı mücadelenin aynı zamanda faşizme ve kapitalizme karşı bir mücadele olduğunu görmekteyiz. Artık toplumsal muhalefet bir halk sağlığı hareketi yaratma zorunluluğu içindedir. Pandemi ve ekonomi arasında sıkışıp kalan ve tercihini sermayeden yana yapan iktidar, insanca koşullarda bir yaşam güvencesi vermemektedir. Halkın tüm yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanabileceği güvenceli bir yaşam için çözüm ancak devrimdedir. Bu süreç içinde kendisine en aktif rolü biçecek üniversiteli gençliğine duyulan ihtiyacı da öne çıkarmaktadır. Üniversitenin salgına karşı sürdürülebilecek bir halk hareketinin sürükleyici unsuru olabilmesi için üniversiteli militan öznelerin tamamının aynı zamanda söz ettiğimiz halk sağlığı hareketinin militan bir öznesi haline gelmesi gerekmektedir. Haziran ayı itibariyle normalleşme olacağı açıklamasını yapan iktidar, salgın başladığı günden bugüne online eğitim olanaklarına sahip olmayanlara “dondurabilirsin” açıklamasında bulunurken şimdi eğitime geri dönüş açıklamalarında bulunmaktadır. Ancak üniversitenin tüm bileşenlerinin ve aynı zamanda halkın sağlığının güvence altına alınabileceği koşullara dair hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Burada bu koşullar sağlanana dek üniversiteye, kampüslere geri dönmüyoruz demek çözüm arayışında olanların mücadelesini devrimci mücadeleden koparacaktır. Hatta salgın koşullarında yükseltilecek “kyk-yurt-burs” taleplerini örgütlemek gerekse de bu tek başına oldukça yetersiz kalacaktır. Esas olan çöken sağlık, eğitim sisteminin tüm toplumu sürüklediği güvencesiz ve ölümcül koşullara karşı üniversiteler bizimdir ve üniversitenin asli unsuru olan aklın, üniversiter bilginin ışığında halk sağlığını güvence altına alabilecek önleyici programın üniversiteliler tarafından ortaya konulmasını sağlamaktır. Bu ülke gençliğinin, işçilerinin, kadınlarının enkaz altında kalmış bu devlete ve sermayeye ihtiyacı yoktur; devletin-sermayenin ölüm dışında vaat edecek bir şeyi de kalmamıştır.
Üniversiteliler tarafından bir dönem yalnızca devrimcilerin idealleriymiş gibi görünen ancak bugünün sosyalist aklının temsilcisi olan ideallerin tekrar dile getirilmesi gerekmektedir. Bu ideallerin ürünleri olan dayanışma ağları kurmak, parasız hak taleplerinde bulunmak, ortak yaşamın varlığını gösteren düzenlemeler yapmak, ev-mahalle-işyeri-üniversite-kentler fark etmeksizin halk sağlığı komiteleri kurulması ve buralarda kurucu rol alınması gerekmektedir. Evde kal çağrısıyla dahi olsa ev içi yaşamların demokrasi, eşitlik, özgürlük, bilim üreten bir yaşam haline getirilmesi gerekmektedir. Tüm bunlardan uzak yapılmış programların kısa vadeli süreçleri kapsayacağı ve kurucu misyon edinemeyeceği, yapılan eleştirilerinde yalnızca eleştiri olarak kalacağı açıktır.
Hatırlatmakta fayda görüyorum: Bugünün eylemini yaratabilmek için salgının bitmesini ve hayatın “normalleşmesini” beklemek hatalı olacaktır. Şu an bulunduğumuz koşullarda devrimcilik faaliyeti yapabilmek günün ödevlerini bu koşullarla savaşabilir bir nitelikle belirlemek demektir. Devrimcilik vakti gelince yapılacak bir faaliyet değildir, tarihte de böyle olmamıştır. Bu nedenle Devrimci Gençlik içinde bulunduğu koşullar ne olursa olsun politik pratik programını ne iktidarın oturduğu koltuktan yazdığı felaket senaryolarıyla ne de düzen içi olanaklarla şekillendirecektir. Düzen içi olanakları devrimcileştirerek kullanıyor olmamız dahi soru işaretlerini gidermek için yeterli olacaktır. Bulunduğumuz salgın koşulları altında podcast, video, online atölyelerle gençliğin kendini gerçekleştirme arzusuna cevap veriyor olmak, en güvenilir ve en güncel tıbbi gelişmelerden haberdar olmasını sağlayacak en uygun ve yaygın iletişim kanallarıyla gençliğin kendisini ifade etmesine ve bilgi almasına olanak sağlıyor olmak, eğitim, sağlık, barınma, beslenme, elektrik, doğalgaz, su, internet, ulaşım ve temel toplumsal hizmetlerin tümüyle kamusallaştırılmasının ve parasız hale getirilmesinin mücadelesini veriyor olmak elbette kenara atılacak bir yerde değildir. Yine de sürecin tüm altüst oluşuna kalıcı ve gerçek müdahaleler için üniversitenin halk sağlığı için seferber edilmesi ve tüm tarihsel deneyimlerinden yararlanması gerekmektedir.
Devrimci Gençlik salgın koşullarında da halkın sağlığını güvence altına alacak politik-pratik programı tıpkı 69-70’te fındık mitinglerini örgütlediği gibi, tıpkı Van depreminde halk sağlığı yararına gönüllü sağlık öğrencileri ve tüm üniversiteliler ile dayanışma köprüsü kurduğu gibi, tıpkı Soma Maden Katliamı’nda tüm Akhisar havzasında madenci aileleriyle işçi katliamlarına karşı ördüğü mücadele gibi, tıpkı bu 1 Mayıs’ta işçilere ürettiği siperliği kentin dört bir yanında dağıttığı gibi[3], tıpkı bu 6 Mayıs’ta İstanbul’da cumhurbaşkanlığı ofisi önünden “sizin yüzünüzden ölmeyeceğiz, çünkü devrimci gençler bu memlekette hala var” dediği gibi ortaya koyacaktır. Bilinmelidir ki Devrimci Gençlik tüm eylemlerinin, pratiğinin ve politik çizgisinin inandırıcılık, güvenilirlik, kitleleri harekete geçirebilecek yeterlilik açısından tüm beklentileri karşılayabilecek ve sistemin sunduğu dünyayı değiştirerek alternatif bir dünyayı kurabilecek sıkı, dinamik, kararlı bir hareketlilik ve çalışma içindedir!
Dipnotlar:
[1] “Hastalanan kişilerin ihtiyaçlarını karşılaması (günlük yaşamın yeniden üretilmesine olanak sağlayan asgari hizmetleri sunan) beklenen iş gücü, büyük oranda cinsiyetlendiriliyor, ırksallaştırılıyor ve etnikleştiriliyor. Bu, çağdaş kapitalizmin yükünü sırtlayan “yeni işçi sınıfı”dır. [Yeni işçi sınıfı] üyeleri yaptıkları iş gereği virüs bulaşımında en fazla risk altındaki işgücü olmanın ya da virüs sebepli ekonomik kısıntı nedeniyle maddi bir kaynak sağlanmadan işten çıkarılma riskiyle karşı karşıya.” HARVEY David, “Koronavirüse karşı kolektif bir cevaba ihtiyacımız var” Bağlantı: http://uni-versus.org/2020/04/25/david-harvey-koronaviruse-karsi-kolektif-bir-cevaba-ihtiyacimiz-var-ceviri-kubilay-cenk/
[2] İSİG Meclisi’nin verilerine göre: Nisan ayında 103’ü Korona’dan 220 işçi yaşamını yitirdi. Nisan ayında ölen 220 emekçinin 176’sı ücretli (işçi ve memur), 54’ü kendi nam ve hesabına çalışanlardan (çiftçi ve esnaf) oluşuyor. Ölenlerin 14’ü kadın işçi, 206’sı ise erkek işçi. Ölenlerin dördü çocuk, sekizi (5’i Suriyeli, 1’i Afganistanlı, 1’i Bulgaristanlı, 1’i Türkmenistanlı) ise mülteci emekçi. Kadın işçi cinayetleri tarım, tekstil, büro, enerji, sağlık ve konaklama işkollarında; çocuk işçi cinayetleri tarım işkolunda gerçekleşti. Ölen işçilerin yalnızca 16’sı sendikalı. Sendikalı işçiler kimya, deri, eğitim, büro, metal, inşaat, taşımacılık, sağlık, güvenlik ve belediye işkollarında çalışıyordu. Ölüm nedenleri ise sırasıyla COVID-19, trafik/servis kazası, ezilme/göçük, yüksekten düşme, kalp krizi, şiddet ve elektrik çarpması olarak kaydedildi. Bağlantı: href=”/2020/05/isig-nisanda-103u-koronadan-en-az-220-isci-yasamini-yitirdi-586443/
[3] 26 Nisan’da ŞOK Market işçileri, sokağa çıkma yasağının ardından çalışma koşullarının daha da kötüleşmesi ve çalışma saatlerinin günde 14 saate çıkar��lması gibi sebeplerle, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle sosyal medya kampanyası başlattı. Bunun üzerine hazırlıklara başlayan Ankara Öğrenci Kolektifleri 30 Nisan’da bir ilçedeki tüm ŞOK Marketleri ve esnafı dolaşarak siperlikler dağıttı.) Bağlantı: href=”/2020/04/ankarada-universiteliler-1-mayis-oncesi-iscilerle-bulustu-akil-bilim-sosyalizm-yasasin-1-mayis-585720/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.